Ayraç-Haziran 2013
Cemil Meriç farklı
vasıflarına rağmen her şeyden ziyade bir fikir adamıdır. Ancak kendine mahsûs
sesinin aksine; sistemli, orijinal ve tutarlılıkla ikmal edilmiş bir düşüncenin
dile gelişi onda görülen bir özellik değildir. Düşüncenin imkânlarını öğreten,
düşünmek isteyenlere yol gösteren, onca harabenin arasında dileyene barınacağı
bir köşe gösteren bir öğretmen, bir rehberdir.
Hemen her yazar gibi o
da sathî değerlendirmelerin kurbanı olmuş, birilerince yanılmazlık payesiyle
güya onurlandırılmış, fikir dünyasının çok zaman çıkmaz sokaklarla dolu
karanlığında nadiren incelikle tetkik edilmiştir. Özen ve rikkat isteyen hemen
her yazar gibi hoyratça “kullanılmış” ve fayda sağlamayacak hususlara
gelindiğinde bir kenarda unutulmaya bırakılmıştır. Ki külliyatı vefatından çeyrek
asır sonra henüz tamamlanabilmiştir. Bu durum Cemil Meriç’in fikirlerinin
serencamı açısından bir fark yaratabilecek değildir muhtemelen. Çünkü
fikriyatın hemen tüm sahalarını işgâl etmiş bulunan ve Meriç tarafından “bezirgan”,
“kalem serserisi” gibi isimlerle anılanlar yine alıştıkları ve hep yaptıkları
gibi etiketler üzerinden tekrarlarıyla meşgul olacaklar ve daha evvel düşünmüş
olanların düşüncelerini tekrarlamaya “fikir” adını vermeye devam edeceklerdir. Genel
bir çerçevede bu işgâlciler ya da kalem serserileri, menfaat temin edilebilecek
bir merkez ya da çevrenin tasdiki dışına çıkmamaktan fazlasına kafa yormak
derdinde değildirler. Bu yüzden hazır hâlde buldukları ve genelde birbiriyle
çeliştikleri dahi anlaşılamayacak kadar grift hâle gelmiş fikir adamlarının
hâsılalarından başka sermayeleri de yoktur. Bu sermayenin muhafazası ve bunun
için de kutsallaştırılması ise yine Meriç’in bezirgân diye tesmiye ettiği bu
türe ait birer mesaidir.