10 Kasım 2013 Pazar

Roman Sanatının Doğuşu Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme

heyula.net
Tanrı kâinatı ve değerler düzenini yönettiği, iyiyi kötüden ayırdığı
ve her şeye bir anlam verdiği yeri yavaş yavaş terk ederken,
Don Kişot evinden çıktı ve artık dünya tanınmayacak hale geldi.”
Milan Kundera
Kundera “Modern Çağ’ın kurucusu sadece Descartes değil, Cervantes’tir de.” diye yazar. Yunan felsefesiyle başlayan “insanı bilme tutkusu”nun modern çağla birlikte insanlığın girdiği krizde unutulduğundan söz eden Edmund Husserl’ın ve öğrencisi Heidegger’in “varlığın unutuluşu” olarak andıkları dönemde insanın varoluşu felsefede unutulmuş, roman sanatıyla yeniden keşfedilmeye başlanmıştır. “Roman, Modern Çağ’ın başından beri insana sürekli olarak sadakatle eşlik etmektedir. ‘Bilme tutkusu’ (Husserl Avrupa tinselliğinin özü olarak görür bunu), insanın somut hayatını incelemesi, onu ‘varlığın unutuluşuna’ karşı koruması için, ‘yaşam dünyasına’ hiç sönmeyen bir ışık tutması için romana dört elle sarılmıştır.[1] Bu tespit, aslında romanın neden Avrupa’da, neden geç bir tarihte ve neden modern felsefeye koşut ortaya çıktığını özetlemesi açısından önemlidir. Bu üç (mekânsal, zamansal ve felsefî) neden üstünde biraz durduğumuzda romanın ne olduğu ve diğer yazınsal sanatlardan nasıl ayrıldığına dair daha incelikli bir görüşe sahip olmak imkânı da ortaya çıkacaktır. Yaygın bir hata ile romanı, hikâyenin “gelişmiş” hâli ya da uzunu zannetmenin de önünü tıkar. Bu sayede romanın söylemsel kaynağını ifşa etmek suretiyle onun Müslümanlar için taşıdığı değer de ön yargı ve toptan reddiye yerine sağlıklı bir anlayışa doğru sevk olunabilir.
Roman sanatının Avrupa’da ortaya çıkmasının en bilinen sebebi modernitenin Avrupa’da doğmuş olmasıdır. Modernitenin farklı dinamiklerle birlikte liberal felsefeyle ve kapitalist ruh ile Avrupa’daki toprak düzeni, mülkiyet biçimi ve üretim ilişkileri ile örülü tarihî çatışmanın önce taraflarından biri, sonra neticesi olduğunu dillendirmek mümkündür.
Weber, kapitalizmin doğması için gereken koşulların başına sermâye birikimini koyar. Bu birikimin kaynağı olarak Püriten ahlâkı esas belirleyici olarak ilan eder. Püriten ahlâk, maddî dünyada çok çalışarak manevî yönden arınmaya ve lüks harcamalardan kaçınmaya odaklı ve bir amaç uğruna çileye katlanma anlamı taşıyan asketizmle ifade bulur.