Postmodernizmi
geç kapitalizmin kültürel mantığı olarak tesmiye ettiği yazısında Jameson, yüksek
kültür ile kitle kültürü arasındaki o ince sınırın silinmesiyle birlikte
ortalığa saçılan zevksiz, kitsch, B sınıfı ya da ucuz olarak nitelenen ve “sözde
edebiyat” diye adlandırılan düşkün manzarayı sahiplenenlere dair ve onlara karşı
alınan tavrı siyasal olarak niteler. Ernest Mandel’in kapitalizmi üç aşamalı
olarak ele aldığı şablonda son dönem olan geç kapitalizmin çokuluslu sermâye devrinde –reel ve modernden sonra- ortaya çıkan
postmodernizme dair sahiplenmeci yaklaşımın mevcut iktisadî nizamı da içerdiğini ileri sürdüğü söylenebilir. Bununsa
malum sebebi, sadece sanat ya da edebiyat değil tüm kültürel temsillerin ve
onlara bakış açılarının ardında yatan dünyaya dair değerlendirme tarzıdır. Nihayetinde
kapitalist üretim tarzının hükmü altında olan bir toplum dâhilinde ortaya
konulabilecek her ürün, sermâyeyle ilişki olsun ya da olmasın bir şekilde kapitalist
sürecin tesirine maruz kalmaktadır. Bu tesir sanatçının ya maksadına binaen,
bilinçli olarak ortaya çıkarılmakta yahut da bir yansıtma olarak, sanatçıdan
bağımsız ve bilinçsiz bir şekilde tebarüz etmektedir. Sanatın en ucuz anlam
çerçevesinde bir piyasa hedeflemesi zaten eseri doğrudan kapitalist üretim
ilişkisi içinde bir meta olarak tanımlanması anlamına gelmektedir. Üretim,
düzenleme, reklam, pazarlama gibi diğer piyasa ürünleri yanı sıra kültürel
ürünler de belirli bir tüketici kitle hedeflenerek üretildiği takdirde bunun
bilinçli seçimi eser için de bir kullanım ve değişim değeri ortaya koyacaktır. Bunun
ötesinde sanatçının böyle bir tercihi olmaksızın en safiyane düşünce ve
hislerle oluşturacağı eser de bilinçli olmasa bile ister istemez kapitalist
sistem içerisinde bir yerde bulunmak zorunda kalacaktır. Sanatsal bir çıktı
gayretiyle kaleme alınmış bir kitabı düşündüğümüzde, onun da diğer kültür
endüstrisi ürünleri gibi belirli bir iktisadî etkileşim ve dolayımların
neticesinde okuyucuya ulaşacağı açıktır. Ne var ki bugün eserini okuyucuya ulaştırmak
isteyen sanatçı için bunu aşmanın çok fazla ve etkin bir yöntemi mevcut değil. Ancak
ondan daha önemli olarak sanatçının içinde yaşadığı toplumun iktisadî konumlanışına
dair analitik, düşünsel ya da sezgisel olarak edindiği bilinç ve bu bilincin
tesiri altında ortaya çıkmış praksis, ister istemez her metni ideolojik bir
çerçeveye sokacaktır. Bu çerçeve belki bugünkü bilgi bombardımanı ve medyanın aşırı
dayatmaları sebebiyle daha yoğun olarak hissedilebilirse de esasen kapitalizmin
evvelki aşamalarını da prekapitalist süreçteki üretimleri de kapsamaktadır.