7 Nisan 2015 Salı

Kimlik ve Benlik


"Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm."

"Ben kimim?" sorusu hakkıyla cevaplanmak istendiğinde insan için ömür boyu bir meşgale çıkmış olacaktır. Çünkü bu soru felsefenin ve hikmet arayışının başlangıcı olduğu gibi insan için, bilme ve yaşama uğraşının da rotasını çizen bir cevap içermektedir. Nihayetinde her insan bu soruya verdiği cevap doğrultusunda bir yön çizerek sürdürür hayatını. Fakat bu soruya yeterince eğilinmediğinde kişi için bir tanım yetecektir ki bu tanım da esasen kendisinin olmayacaktır: Kimlik. Burada iki düzeyden söz etmek mümkün: Kimlik ve benlik.

Kim-lik, sosyal bir süreçle örülür: Kişi, bilgisi niteliğinde ve ölçüsünde kendisini, kendisiyle ilişkili gördüğü her şeyle bir ağ içine yerleştirir ki bu ağa yüklediği anlam ona kim olduğu sorusunun cevabını veren kimliğidir. Aslında çok zaman bu kimliği oluşturan ağ, ona sadece bazı statüler sağlayarak roller üretmiştir sadece. Fakat birey, kendini bu statü ve roller aracılığıyla tanımlayarak günlük hayatını bir düzene sokar. "Ben kimim?" sorusuna verilecek cevaplar; Ali'yim, anneyim, kadınım, doktorum, Türk'üm, Müslüman'ım, Konya'lıyım vs. şeklinde uzar gider. Bunlar kişinin kendisinden hareket etmekten çok, toplum tarafından inşa edilmiş statülerin kabulü veya reddi ile oluşturulur. Bir anne çocuğa "sen benim çocuğumsun" demediği takdirde yani bunu inşa etmediği takdirde çocuk kendini "Ayşe'nin oğlu" diye bir kimlikte bulamaz. Aynı şekilde yetişkinlik-çocukluk, erkeklik-kadınlık vd. tanımlamalar toplum tarafından belirli bir kültür kapsamında inşa edilir ve toplumdan topluma değişkenlik göstererek şekillendirilir.