İslâm coğrafyası
içerisinde tek hatlı bir inanç ve düşünce çizgisinin
olmadığının en önemli örneği İbn Haldun'dur demek mümkündür.
Yaşadığı dönemde kendisinden önce yapılan tarih çalışmalarının
büyük ölçüde safsata olduğunu tespit ederek geliştirdiği
tarih felsefesi ile olayları dış ve iç sebeplerine dayanarak
sınarken mukallit tarihçilerin birbirlerinden kopyaladıkları
rivayetlere itibar etmez. Osmanlı aydınları arasında -Naima gibi-
İbn Haldun’un tarih felsefesi kısmen çalışılmıştır. Ancak
ardından bir ekol ortaya çıktığı söylenemez. -Ki Abdülhamid
(II) zamanında da Mukaddime sakıncalı bulunduğu için
yasaklanmıştır. Genel olarak Müslüman bilim ve düşünce
adamları, onun yapmaya çalıştığı şeyi pek anlamış
gözükmemektedir. Bugün dahi İbn Haldun sadece belirli bir yönden
bir tür kültür değeri olarak ancak kabul görmekte ya da ne
dediği pek bilinmeden ismi anılıp geçilmektedir.
İbn Haldun’un modern
dönemde tarihî materyalizm ile ifade edilen yönteme yakın bir
metodolojisi olduğu genelde kabul edilir. Ancak bu yöntemin
sağlıklı anlaşılması için materyalizmin de uygun bir biçimde
değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Kendisinden önce “hep Vücud
ile meşgul olunduğu ama mevcuda bakılmadığı” eleştirisi
getirerek toplumsallığın metafiziğin bilinmezliği ekseninde
tartışılmasını aşması önemlidir. Metafiziği inkâr etmese de
bir bilim olarak ele alınamayacağını, fakat onun -ve hikmetin-
maddî dünya içindeki karşılığının bulunması gerektiğini
değerlendirir. Buradaki kastı, insan aklının ve düşüncesinin
sınırı ile metafiziksel bir nedensellik ilişkisinin
kavranamayacağıdır. (Çilingir,2009:97-98) Ki hikmeti, gökten
inen bir şey olarak değil ir değerlendirme olarak anlamaya
çalışır. Bu sebeple İbn Haldun’un dini önemsemediğini
söylemek onu hiç anlamamak demek olacaktır. Öyle ki Mukaddime,
tezlerini ayet ve hadislerle delillendirerek Kur’ân’ın siyasî,
sosyal, ekonomik, tarihî açılardan tefsiri olma niteliğine sahip
görülmüştür. Çözümlemesinde ekonomi, asabiyet, devlet, ahlâk
ve din hep iç içe olmakla beraber en önemli etken her zaman için
din olmuştur. (Okumuş,2009:52-58) “Bu ilimle uğraşan hiç
olmamıştır” diyerek yeni bir ilim kurduğunun farkında olarak
insan topluluklarını ilm-i umran ile inceler. Modern dönemde
disiplinleştirilen sosyoloji ve tarih felsefesinin metodolojisi için
öncü bir çalışma olarak kabul edilen Mukaddime'de siyaset
bilimi ve felsefesi, iktisat, coğrafya, tarih gibi birçok alana
müracaat eder. Temel meselesi de toplum yaşamını oluşturan
yasaları tespit edebilmektir. Bu temelde toplumsal yaşamı/umranı,
maddî ihtiyaçları gidermek için örgütlenmiş bir üretim
faaliyeti olarak görür ve ekonomik faaliyeti sosyal dünyanın
merkezine alır: Topluluklar arasındaki farklılığın sebebinin
toplulukların geçim yolları arasındaki farklılıklar olduğunu
yazar ve iklim ve coğrafyanın insan tabiatı ve siyaseti ile tüm
sosyal yapılanmasındaki etkinliğini değerlendirir.
İbn Haldun, kendisinden
önce sıkça yapıldığı gibi ideal olanla değil mevcut
yapılanmalarla ilgilenir. Filozofların “insan, tabiatı icabı
medenidir” sözlerini aktararak, insanî birlikteliğin zaruretini
öne alır. Bu söz İslâm filozoflarının takip ettikleri
Aristoteles’in “insan, doğası gereği bir yurttaş/politik
varlıktır” sözünün bir uyarlamasıdır. İnsanın bir başına
doğal ya da zarurî ihtiyaçlarını karşılamayacağını yazarken
bu ihtiyaçlar çerçevesinde maişetin karşılanması için
işbölümü gerçeğine vurgu yapar. Bu vurgu tabiat içerisinde
türün kendini savunmasının farklı meslek ve sanatlara sahip
insanları gerektirmesiyle ilgili olarak umranı ve toplumu bir
organizasyon biçiminde anladığını da gösterir. Fârâbî’nin
şehir etrafında topluluğun oluşumunu açıklamasında sosyal
oluşumu Platon’un manevî olandan maddî düzeye inen bir piramit
gibi tasvir ettiği ve reislik/başkanlık iradesini ve gücünü
dikkate aldığı hatırlanırsa İbn Haldun'un bundan tamamen
uzakta, meseleye olgulardan çıkarılmış bir işbölümü gözüyle
baktığı görülebilir. Arap/İslâm toplumlarındaki mevcut
düzenleri incelemesinin bir neticesi olarak da sosyal yapılanmada
tek bir hat değil farklı motivasyon ve metodlara sahip ideolojik
yönelişlerin bulunduğunu gösterir. (İdeoloji sonradan icat
edilmiş bir kavramsa da İbn Haldun'un mülkiyeti açıkladığı
asabiyete yüklediği anlam ve farklı asabiyet türlerinin
mevcudiyetini göstermesi ve tagallüp kavramı bu yönde kaba bir
değerlendirmeye izin verebilecek niteliktedir.)