25 Mart 2016 Cuma

Var ile Yok Arasında Mülkiyet: Bilinç, Eşya ve Dolaşıklık

"Size şunu derim: Ne yiyip ne içeceğiz diye canınız için ya da ne giyeceğiz diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giysiden daha önemli değil mi? Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker ne biçer ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göklerdeki babanız yine de onları doyurur."
(Matta,6:25)

"Onları bırak; yesinler, fayda edinsinler ve emelleri onları oyalasın. Yakında bilecekler."
(Hicr,3)


Prolog
Ayna metaforu, düz bir yansıtma fikrini dile getirmez; yansıtılan vasıtasıyla refleksiyon için bir uyarı içerir sadece. Aynanın işlevi gerçekliği göstermek değil, bakanın kendine yönelmesine aracılık olduğu için ayna bir yol değil, yol hakkında bir fikir vericidir. Bu yöneliş için uyarıda vurgu, yansıtılan ile göz arasındaki bire bir veya doğrudan eşleşmeye değil, yansıtılanın bir işaret olarak -harf, kelime ya da isim gibi okunarak anlamın inşâ edilmesi yönündedir -ifşa edilmesi yönünde değil ki şeyler de ifşaya uygun kendiliğinden bir anlam zaten bulunmaz, tıpkı aynada kendiliğinden kayıtlı bir görüntünün bulunmaması gibi. -İnşa ve ifşa farkı, keşfetme kastıyla açık olur: "Hakikati bulma" fikriyle oyalanma eğilimi, aynada hazır bir anlama erişime yönelmeyle bir sırrın var olduğu vehminden beslenir, oysa sır sadece aynanın yüzeyindeki yansıtıcı kimyanın adıdır, onun menkul bir muhteviyatı -içerdiği ve erişilebilecek bir anlamı ya da hakikatı yoktur. Aynaya bakan, o sır aracılığıyla "görür" ama bu gördüğüne ben demez. Çünkü o değildir gerçekten de, görülen sadece bir işârettir, isimle anıldığı gibi. Bilgi, şeyde durağan olmadığı gibi sır da gizlenen bir bilgiye değil, bilinen vasıtasıyla bilmeye işâret eder. Ki aynada görülen olduğu hâliyle bilmeyi sınırlayamaz, o bir görüştür sadece. -Bu aynı zamanda işâretlerin nereye götürdüğüyle de ilgili bir meseledir. Aynı sırrın başka bir göze başka bir şey göstermesi, erişilecek "gizli" bir hakikatin olmadığını yeterince izah edicidir: İnsan aynaya bakınca insan görür, kedi baktığında kedi görür; ancak güzel olan aynada güzel bir şey görmeyebilir veya tersi. -Aynı yağmur bazısı için yıkım, bazısı için hayattır. 

O hâlde hem sırrın durağan bir şeye işaret etmediği, hem de görülen ile görenin aynı olmadığı açıktır. Görülen bir insandır ancak o gören insan değil, insanın kendisine ilişkin bilgisi yahut kendi görme biçimidir. Nihayet aynaya bakış, nesnelerde simetrinin "merkez"ini değiştirmeksizin kanatların yer değiştirmişliğini ya da olgularda gerçekliğin çarpraz işlenmişliğini ifade eder. Ayna şayet, nesnenin ya da olgunun kendisi olsaydı tıpkı bir rüyadan uyanamamak gibi bir aynadan dışarı çıkamamak da söz konusu olurdu. Aynada görülen, sır kimyası aracılığıyla ortaya çıkmış bir işâretten ibarettir ki bakılmazsa görülmez de. Hiçbir işâretinse sabit bir anlamı yoktur, onu okuma ya da bilme veya görme biçimi anlamı inşâ eder: Gök gürültüsü işâretinin tarih boyunca hangi anlamlarla karşılandığı değerlendirilebilir bir örnektir. Anlamlar da sabit olmadığı için "hiç" üzerinde söylenmiş bitimsiz bir söz yığınıdır gerçek.

I.
İnsanın belirli bir vizyon eşliğinde bir görüntüye sahip olması hevâdan başka ne anlam taşır? Rüyada bir şeylere sahip olmanın ve onlar üzerinde tasarrufta bulunmanın uyandıktan sonra -uyku hâlinin âhirinde kıymeti geçici bir eğlenceden öte nedir? Çölde gezenin gördüğü serap yüzünden yolundan ayrılıp onun peşine düşmesi boş yere oyalanmak değil midir?

"İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar."

4 Mart 2016 Cuma

Yerleşme ve Heidegger Sapması: Ortodoks Pratiği Olarak İnşâ Etme


Heidegger'in felsefesinin varolmayı mekânsal açıklaması aynı zamanda zamana eklenmeyi de gerektirmesi yönünden durağanlıktan düzenlemeye doğru yönelmişliği -ki bu Kaos-Logos-Kozmos sıralanımının bir izahatını içerir; Varlık'ı bilince indirgemenin bir tekrarıdır. Bu sebeple onun, bilgiyi parçalamak suretiyle bölünmüşlükler üreten sahte metafizikler olarak gördüğümüz felsefelerin bir örneği olduğu erkenden söylenmelidir. -Sahte metafiziklerin ortak tarafı, Platon'un özcü bir izahatla öldürüldüğü kötü dipnotlar olmalarıdır: Aristoteles-Fârâbî-Guénon-Bergson arasındaki mütekabiliyetin yerine ikâme edilmiş indirgemeci bir Logos-merkezlilik, belki Derrida'nın mevcudiyet metafiziği fikri çerçevesinde kullandığı anlamı biraz daraltarak söylersek söz-merkezlilik denilebilecek modern metafizik kavrayışların tamamı benzer eğilimler içerirler ki köken itibariyle hepsi idealizmin açmazlarında sürekli döner dururlar. Bu açmazların belirleyeni olarak ortaya çıkan ve dirimsellikte herhangi bir karşılığı bulunmayan kendinde şey gibi "aşkın temellendirmeler", -zamansal ve mekânsal çeşitlemelerle saçılmış yerleşik kültürel olgular olarak sosyolojik anlamda ortodoksiyi var etmektedirler.

Heidegger açısından bunun en iyi örneğini -aktüaliteyi de içermesi sebebiyle inşâ etmek üzerine yazdıkları sunar. Heidegger inşâ etmenin araç, oturmanın (iskan) amaç olduğu şeklindeki kavrayışı eleştirir. Ona göre inşâ etmek sadece iskanın aracı değildir; inşâ, kendinde meskun olmaktır. İnsanın denetimi altında sanılan dilin, onu kuşatırken insana bunu hatırlattığını belirtir: Yüksek Almancada inşâ etmek demek olan "bauen"in, "buan", yani "meskun olmak, bir yerde durmak" demek olduğunu vurgular. Bununla birlikte insan otururken aynı zamanda başka şeylerle de meşgûldür; tek başına oturmak eylemsizliktir, fakat onun yanı sıra insan çalışır, devinir vs. Buradan hareketle oturma işinin kökensel bir anlam içerdiğini ve bu itibarla varolmakla (dasein) ilişkili olduğunu yazar: "Buan" ile ilişkili "bin" kelimesi bir varlık kipidir (ich bin: varım). Bundan çıkardığı sonuç, meskun olmakla insanın yeryüzündeki varlığının koşutluğudur: "İnsan olmak, bir ölümlü olarak yeryüzünde olmak demektir, bunun anlamı oturmaktır." İnsanın bu şekildeki oturması ya da ikamet etmesi, aynı zamanda kültür sözcüğünün Latince kökündeki "colore" sözcüğüyle aynı anlamda, yetiştirmek fiilini de içerir ki bu, üretim anlamında bir yapmayı değil, gözetmeyi kasteder. Heidegger, oturmanın bu kökensel anlamının unutulup onunla birlikte yapılan etkinliklerin öne çıktığını belirtir. Bu durumun basit bir dil farklılaşmasından ötede, oturmanın insan varlığının temel niteliği oluşunun unutulması olduğunu belirtir.