29 Mayıs 2016 Pazar

Metin ve Anlam: İbn Arâbî, Derrida ve Logos


Ian Almond'un İbni Arabî ve Derrida kitabı için -ziyadesiyle anlam ve gösterge ilişkisine dair notlar

"Eğer hiçlik gerçekse, gerçek hiçliktir; bir metnin yazılı satırı ile bu satırların boşlukları arasında hiçbir fark yoktur."
Stanley Rosen

Almond'un çalışması bir mukayese ya da eşitleme kaygısı olarak değil, her iki şahsın söylem biçimlerindeki farklılıklara rağmen Logos'la anlamlandırılabilecek bir "metin olarak varoluş" fikrinde aranılan bir ilişkisellik biçiminde okunabilir. Bu çerçevede yazarın kullandığı ya da kullanmadığı kelimelerle dile getirilirse İbn Arâbî'nin yazdıkları içinde "Hakk" diye imlediğinin -farklı katmanlar dahilinde zihince kavranılma düzeyine bağlı olarak metin, bilinçdışı, tarih ya da söylem ile irtibatı üzerinden Derrida'nın Avrupa'yı uzunca bir süredir hükmü altına almış metafizik kavrayışların reddine dayanan ve hakikati Logos'un oluşuyla özdeşleştirme hatalarına değinisi arasında bir örgü denemesi denilebilir.

I. Mevcudiyet Metafiziği: Sonsuza, Döngüye ve İkiliğe Dair

Derrida'nın kullandığı ve eleştirdiği anlamda mevcudiyet metafiziği, oluş olarak fiziksel dünyanın algılanan nesneleri ile algılanamayan kendilikleri şeklinde şeyin henüz varoluşunda mevcut olduğu ileri sürülen bir ikiliği temel alır. Bu yaklaşım farklı düzeylere doğru genişlerse de iki temel sonuç dikkat çekicidir: İlk olarak şeylerin değişmez bir evrensel hakikatleri (özleri) olduğu fikri bu bakış açısının ürünüdür ki Platon felsefesinde sözü edilen ideaların kavranılma biçimindeki profan ve ikilikçi bakış buna bir örnektir. İkinci olarak şeylerin kendilerinden başka, şeylerin bilgisinin de benzer şekilde kendinde şey ve şeyin bilgisi olarak ayrıştırıldığı ikilikçiliktir. Bu iki örnekte de mevcudiyet metafiziğinin temel karakteristiği tözcülük diye nitelenen anlayışla görünürleşir. Derrida açısından bu sapma sabitenin bir tür bozumu ile aşılabilirdir. Bu bozma (dekonstrüksiyon) anlama ilişkin bir yıkım ve yeniden düzenleme sanatıdır: Anlam'ı hapsedildiği sabitlikten söküp -en azından anlamın tezahür ettiği düşünülen göstergenin yeniden okunup bir nihayete değil de bir başka göstergeye doğru yöneltiği bir sonsuzluk içinde tanımlanmayan bir tanım olarak görme yetisi. Anlamın sökümü, dilin işlerlik prensibini uzlaşımla değil, farklarla açıklamayla ilgilidir bu sebeple: Bir şeyi belirleyen o şeyin ne olduğu değil, ne olmadığıyla ilgilidir -fenomenolojik anlamda yönelmişliği kavrayış. Bu olmama durumu, potansiyel sonsuz oluş için bir yol açtığından dolayı sabitlenemeyecek olan anlamın tekrarı da sözkonusu olamamaktadır. "Bir metnin hermenötik tekrar edilemezliği" bir metin üzerinde mutlak anlayış iktidarının imkânsızlığı olarak, alımlamaya ve bağlama göre yorumun farklılaşmasıyla her ân yeniden yaratılan bir metin fikrini ve böylece belirsizliği önceler. -Okumak bir kapatma değil açma (fütûhat) işidir. Bu sebeple metnin bir amaçsallığı yoktur ve bu, tekrarın imkânsızlığı olarak potansiyel sonsuzu (metafizik İmkân'ı) gösterir. -Sonsuzdan maksatsa anlamın sürekli ertelenmesi (differance)'dir.

22 Mayıs 2016 Pazar

Nomos'a Doğru: Akıl ve Kozmos

"İçinde gerçek payı bulunan bu öyküye göre, bir tanrının değil, bir ölümlünün yönettiği ne kadar devlet varsa, insanlara felaketten ve acılardan kurtuluş yoktur; ama gene bu öyküye göre, her türlü çareye başvurup Kronos çağında olduğu söylenen yaşamı örnek almalıyız ve içimizde ölümsüz ne varsa, toplumsal ve kişisel yaşamımızda buna uyarak, aklın bu paylaşımına 'yasa' adını verip evlerimizi ve kentlerimizi yönetmeliyiz."
Platon, Yasalar

Kozmos kendiliğinden bir sonuç olarak kavranılır sıklıkla: Bilincin kendini içinde bulduğu bir düzen fikri -tıpkı kozmetik ile güzelliğin öğelerinin düzenlenmesi hususunda olduğu gibi, o kadar kanıksanmıştır ki "düzen olarak kozmos" ve "gerçeklik" mutlak anlamda bir özdeşlik içindelermiş gibi kavranılırlar. Bu kavrama biçiminin yeni (modernus) olduğundan söz etmek, ahengi olduğu gibi düzen kavramına indirgeme eğilimiyle kendini açığa vuran modern zihniyetin ilâhî takdir ile siyasî/toplumsal ölçüt arasında koşutluk kurma temayülünü geleneksel dünyaya atfedişini açığa çıkarmayı da kapsar ki bu, Platon'un nomoi (yasa) sözcüğüyle imlediği kavramı aklîleştirmenin sonuçlarından birisidir. -Bir diğer sonuçsa ideaların bilgisi olarak episteme'nin akılla kavranabileceği fikrinden hareketle yasa'ya ilişkin bilgi üzerinden geçmişe ya da geleceğe atıfla temellendirilen ütopik tasavvurun kendiliğinden türemesidir. Bugün düzenlilik ve gerçeklik arasında kurulan bu özdeşliğin karşılığı olarak kavranılan kozmos kavramı üzerine temellenmiş kozmoloji ya da İslâm dünyası açısından kevniyyat ilmi -kün'den gelen kelimenin etimolojisinde de gözlenebileceği üzere, doğrudan oluşla (mevcudatla) ilgili olmakla birlikte sözkonusu oluş da "gerçek" ile (el-hakk olarak) vücut bulmuştur. Yani kozmos sözcüğünün ya da kainatın gerçekle özdeşleşebilecek anlamı düzenliliğe değil fakat ahenkle kaim varoluşa dairdir ki buna doğrudan bütün demek mümkündür. -Bu bütünün (kozmosun) ilkesi olarak nomoi sözcüğünün Yunan dilinde yasa anlamına geldiği gibi ezgi anlamına geldiği de hatırlatılmalıdır.
 
Kozmosun bir sonuç olmadığından ve bir oluş süreci olarak kavranmasından kopuş, onun ilkesi olan yasa'nın aklî bir kaide gibi kavranması ve bu sûretle insanîleştirilmesi demektir. Kainatın ahengine ve doğal dünyanın ritmine dair içgörü, bilinç unsuru olarak insanın yaşamında da bir ahenk aramanın aklî olarak gerekçelendirilmesine de sebep olmuştur. Eski filozofların yazdıklarından çıkarsanabileceği gibi ahlâk ve hukuk, bu gereksinmenin bir sonucu olarak bir araya gelmiş insanların (toplulukların) varmış gibi kabul ettikleri bir yapıyı düzenleme işine yönelmişlikleridir. Yapıdan söz edilen bu noktada düzen iddiasının gerçekliğine dayanak olması maksadıyla doğal olanla insanî olan da sanki aynı şeylermiş gibi sunulmuştur: Gözlemlenen bir sürece bağlı olarak (teleolojik) doğanın işleyişi içerisinde mevcut bir takım kanunlar olduğu çıkarsamasını yapan akıl, insan toplulukları için de kanunlar olması gerektiği fikri ile ahlâkı ve hukuku icat etme yoluna böylece gider. Fakat bu icat, tam tersi yönde işleyen bir akıl yürütme biçiminde gösterilmiştir hep: Bilimsel ilerleme diye anılan bilgi üretim sürecinin kodlarına bakıldığında görülecektir ki insan toplulukları -sosyoloji marifetiyle yapı denilen bir düzen içerisine hapsedilirlerken bu düzenin doğal olduğuna ve evrenin işleyiş yasaları kapsamında düzenin gerekli olduğuna dair veriler de üretilmiştir. Buradan çıkacak en basit sonuç, bilginin düzene meşruiyet sağlamak için üretilme amacının görünürlüğüdür.

15 Mayıs 2016 Pazar

Şehrin Namusu: Nomos, Zanaat ve Meslekler Problemi

"İşçinin erdemine dayalı bir sınıf bilinci grotesk bir hayaldir. 'Yapmak' olmayı belirlemez, pekâlâ tam tersi. Proleter yapacak bir tek şeyi olandır -devrim- ve ne olduğuna bağlı olarak bunu yapmadan edemeyecek olandır. Zira ne olduğuna bakarsak, tüm sıfatların yitimi, olma ile olmamanın (être et non-être) özdeşliğidir. Ama Mantık'ın boş özdeşliği değil, emek okulundan, yani emekçinin hiçbir şey’i ile zenginliğin her şey'i arasındaki karşıtlıktan geçmiş özdeşlik."
J. Ranciére, Filozof ve Yoksulları

"Bir çoban, bir sığırtmaç, bir at yetiştiricisi, ya da bunun gibi bir hayvan bakıcısı sürüsünü ele aldığında ilk olarak her bir hayvan topluluğuna uygun düşen ayıklamayı yapmadıkça, sürüyle ilgilenmeye girişmeyecektir; sağlıklılarla hastalıklıları, iyi cinslilerle cinsi bozulmuşları seçerek, kimini başka sürülere gönderecek, kimini alıkoyacaktır... Öteki canlılara gösterilecek özen o kadar önemli değildir ve yalnızca temellendirmemiz için örnek olması açısından bir değeri var; ama insanlar söz konusu olunca, yasa koyucu ayıklama ve bütün öteki eylemler açısından herkese uygun olanı araştırmak ve açıklamak için en büyük özeni göstermelidir."
Platon, Yasalar

-Platon'dan Ranciére'e Problem İçin Bir Giriş

Şeyleri, onlara ilişkin bilgi nesnesiyle özdeşleştirme ve bu eğilimin bir uzantısı olarak ikilikçi bir bakışla öz ve araz arasında bir zıtlık veya hariçtelik üretme alışkanlığı, düşüncenin temelinde konumlanma marifetiyle -ayrı bir yerde Varoluşçu felsefe üzerine değinilerde de işâret edildiği üzere, fikirsel tüm çıkarımları derinden etkilemektedir: Esasen geleneksel öğretilerin bilgi anlayışlarıyla da kıyaslanan Bergson'un içgörü kavramı bu problemi, fenomenolojik öznenin tümden soyutlanmış saltık varoluşu nedeniyle "idealizm"in ufkuyla kuşatılmış atmosferine yönelmeden ve yani öz diye anılanı gerçeklikten/somut dünyanın gerçekliğinden koparmadan ortaya koyabilmiş ve şeylere ilişkin bilginin şeyin imgeleştirilmesi olarak birer doxa (iz) olmasının anlamını yeniden Platoncu idea ile bütünleştirmiş ve böylece içgörü aracılığıyla erişilebilecek ideaların bilgisi olarak episteme ile doxa ilişkisinde bilgi nesnesine değil, bilme aracı ve bilen özneye odaklanmak gerektiğini göstermiştir. Bergson'un öğrettiği ilham verici metafizik, maddenin mi bilinci yoksa bilincin mi maddeyi biçimlendirip tasarladığı gibi yüzeysel bir sorunun "temelden" yanlış olduğunu göstermenin en sade yolu olarak maddeyi -bilinç ile ilişkisi dolayımının başına ya da sonuna yerleştirmek yerine, bir imge olarak inceler ve bu suretle maddenin varoluşundan önce saf algı veya anı olarak onu soğurma şeklinde iki bakışa odaklanır. Bu itibarla Bergson'u, Platonculuğun -ortodoks dinî yorumlarla yozlaşmış tekrarlarından ve maddeci açıklamaların indirgemeci saptırmalarından kurtarıcı, bir ihya edici olarak okumak -en azından yöntemini takip etmek vesilesiyle Platon'un kavramlarını yeryüzüyle temas ettirebilmenin bir imkânı gibi gözükmektedir.
Bu nokta, büyüklüğü teslim edilmekle birlikte Waldenfels'in deyişiyle ne kadarının kendisine ne kadarının hocası Husserl'e ait olduğunu kestirmenin güç olduğu Heidegger'in felsefesine ilişkin menfî bakışımızın da tecessüm ettiği yerdir. Sadece ona değil, metafiziğin, idealizmin ele avuca gelmez kurgularında köklenip yeşerdiği bir spekülasyon ormanına dönüşmesinde katkısı olan her söyleme olduğu hâliyle yöneltilebilecek eleştirisinde Adorno'nun -Nietzsche'nin "Arza sadakat gerekir" öğüdüne sımsıkı tutunurcasına, mesken sorunu gibi yaşamsal meselelerin soyut bir öze indirgenerek görünmez hâle getirildiğinden hareketle onların yeniden üretim koşullarını anlama ihtiyacına vurgusu ile Husserl eleştirisinde yazdıkları, real-ideal ikiliği içindeki bakışın açmaz ve boğuntusunu mükemmel bir şekilde tasvir eder: "Dünyayı olgusala ya da öze indirgemeye çalışan her kim olursa, kendisini bir şekilde kendi saç örgülerine tutunup bataklıktan çıkarmaya çalışan Münchhausen'ın durumunda bulur." (Husserl ve İdealizm Problemi)