"Meşhur Platoncu tanıma göre göksel kürelerin döngüsüyle belirlenen ve ölçülen zaman hareketsiz ebediyetin hareketli bir imgesidir ve bir daire içinde hareket ederek onu taklit eder. Dolayısıyla, hem tüm kozmik süreç hem de bizim doğum ve çöküş dünyamızın zamanı bir daire içinde ya da birbirini izleyen belirsiz sayıda dairelere göre gelişir. Bu süreç içinde aynı gerçeklik, değişmez bir yasa ve belirlenmiş değişimlere uygun olarak oluşturulur, ortadan kaldırılır ve yeniden oluşturulur. Varlık sonuçta hep aynı kalır, hiç bir şey yaratılmaz ve yitmez (…) her olay daha önce olmuş ve sürekli tekrarlanacaktır, aynı bireyler daha önce ortaya çıkmış ve devrenin her dönümünde tekrar ortaya çıkacaklardır. Kozmik zaman tekerrür ve anakuklosis, ebedi dönüştür."
M. Eliade, “Ebedi Dönüş Mitosu”
İnsanın varoluşa ilişkin anlam arayışı iddia edildiği gibi onun doğasında olan bir şey değildir, insan da diğer hayvanat gibi fıtraten olanı yaşamakla vardır. Ancak insanın felsefî anlamda düşünen hayvan olması, onun hareketlerini eylem ve yolunu yön hâline getiren bir rasyonalleşme ile mamul olmasındandır: İçsel dürtü ile doğal ihtiyaçları aklî bir tabanda anlamlandırmak dışında insanı farklı kılan bir hususiyet mevcut değildir.
Bu durumun kabulüneyse herkes yanaşmaz: İnsan-merkezli düşünceler, dinler, ideolojiler insanı, evreni anlamlandırmada başat ve temel öğe olarak alırlar. Böyle olduğu içindir ki varoluşa ilişkin “anlam” arayışı, insanın doğası ile açıklanıverilir…
Burada din de bu açıklamalardan en kullanışlı olanıdır –vergi toplama, güç biriktirme, birilerini eşya veya toprak için ölmeye ikna etme gibi maddî olanaklarıyla. Ne var ki din ile işaret edilen insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez gerçekte; kâmil insan veya kendini gerçekleştirmiş (el-Hakk) insan belki her çağda ancak 2-3 kişidir; geri kalanlar (en’am) için din, komşusuna tecavüz etmesin, diğerlerini yağmalamasın, tabiatın fıtratını bozmasın diyedir yalnızca; ancak bu kadarı beklenen kişinin sonsuzca yeniden varoluşunu kısıtlar bunlar. Din, tanrıdan insana gelen dondurulmuş hakikat değil, insandan tanrıya giden bir “yol”dur çünkü.