28 Eylül 2017 Perşembe

Nazardan Manzaraya

Dünyayı nasıl bilebilirim?

İçimde olanla.

Lao Tzu

Yaşam ve içindekiler, ne bir ölüden ne de gökten gelmiştir. Yaşam, yaşamanın kendisi olan canın içinde mukim can tarafından insana verilmiştir –yaşadığını okumak, akışını görmek ve o akıştaki yerini fark edip kendini bilerek ahenk içinde süzülmek için. Ahenk, tabiatta en büyük güç olan uyum sağlama kabiliyetinin özüdür. Çünkü o en yüksek ilkenin, birliğin tezahür etme biçimidir -onda zıtlıklar hep denge içindir. Bu yüzden uyum sağlayan var kalır sadece. Ama insanların temayüllerine, toplumsal kaidelere, birilerinin ideallerine uyum değil sözü edilen; doğaya, kâinatın akışına, kozmik ritme uyumdur kast edilen. İnsan uyumsuzdur ve bunun en açık göstergesi dünyayı değiştirmeye odaklanmış hâlidir. Dünyanın yalnızca kendi kategorik zihin temsili bir temaşa olduğunu, kendi ışık/bilgi kaynağından içinde olanları yansıtarak dünyayı var sandığını fark etmediğinden uyum gayretiyle kendini değiştirmeye değil; dünyayı, etrafı ve koşulları değiştirmeye uğraşır. Oysa tabiat, ancak onunla tabiiyet ilişkisi kurulabilecek, ancak ona tabi olunarak var kılınacak olanın dokusudur.

Mevcudiyete uyum olmadığı için bir kurguda yaşar insan. Adı fikir de olsa, din de olsa, kanaat de olsa, ahlâk da olsa; dışarıda mevcut bulunanı, dünyayı değiştirmekten, insanları değiştirmekten, toplumları değiştirmekten söz eden herkes ideologtur bir anlamda. –İdeolog, içine gömülü olduğu mağarasındaki ya da kafasındaki şablonu (kurmaca ideleri) her şeye uygulamak arzusundaki, hakikati bulduğuna inanan bir vaizden başka bir şey değil. Böyle olduğu için, hakikat şayet yaşamı anlamlı kılan en yüksek bilgi, bütün bilgilerin ondan türediği kaynak ise vaizlerin hakikati sadece bir putmuş gibi görünüyor: İnsanın dışında duran, değişmez katılıkta, neredeyse taş kesilmiş bir dokunulmazlık hâli. –Put denilenin başka bir vasfı mevcut mu?

12 Eylül 2017 Salı

Pasajlar / Toshihiko Izutsu (Hayâl ve Gerçeklik)

“Görmüyor musun tohumda bütün ağacın var olduğunu ve bütünün, ağacın her bölümünde oluştuğunu? Ağacın bütünü meyvada mevcuttur. Her bölümünde bir tohum vardır, böylece bütün buradadır ve ondan oluşmaktadır. Aynı şekilde bütün âlemler, kâinat "özden" meydana gelmektedir ve asıl da bütünden gerçekleşmektedir. Bütün kâinat bir zerrede vardır…”

Şeyh Bedreddin, “Vâridât”

Çeviri-yorum: a.g.

Dönemin Roma Valisi Pilatus, mahkeme için karşısına çıkarılan İsa’ya Ferisîlerin iddiasını sordu: “Sen Yahudilerin Kralı mısın?” Bu soru, Kudüs’teki Yahudilerin boş inançlarıyla ilgiliydi. Onlara göre bir Mesih gelecek ve Yahudileri zulümden kurtararak onları özgür ve hâkim kılacaktı –aynı boş inanç sonrasında kurtarıcı Mesih’i kabul eden Hıristiyanlarda ve Müslümanlarda kıyametten önce gelip dünyevî hâkimiyeti sağlayacağı biçiminde devam etti. Mesih zaten gelmiş ve insanlara zulümden nasıl kurtulacaklarını izah etmişti oysa.

İsa da hem Pilatus’a hem de kendisine kulak verenlere daha en başından Krallığının bu-dünyada olmadığını/olmayacağını izah etmişti, “Ben [bu-dünyaya] sadece gerçeğe şahitlik etmek için geldim” dedi. Bu ifade Mesih’in (tanrısal) bir göz olarak Varlığa tanıklık etmesi ve böylece bunun gereği olarak şehit edilmesi gibi bir anlama karşılık gelmekteydi. Fakat Hıristiyan avamı şahitlik etmeyi, Müslüman avamı da şehitliği yanlış yorumladıkları için hâlâ dirilecek bir ölüyü beklemekte, böylece dünyevî iktidar hayâllerine malzeme sağlamaktalar. –Bir şahıs olan Mesih’i gömmeleri gerekirken bir hâl olan Âdem’i tarihin karanlıklarına gömen müşterek bir anlayış söz konusudur. Oysa dünya bir iyileşmenin değil, yozlaşmanın giderek yoğunlaşmasının yurdudur; ennihaye mutlak yozlaşma bir sağlığı getirecek, döngü (devr-i daim) yeniden başlayacaktır ki bu süreci temsilen Âdem diye bir isimden (-kişiden değil) söz edilir…

Pilatus’a dönersek, İsa’nın dediğini o da anlamadığı için ona şahitlik edeceği gerçeğin ne olduğunu sordu ama bunu müstehzi bir şekilde yaptığından dolayı İsa’dan bir yanıt alamadı. Aynı diyalogta “Gerçekten yana olanlar sesimi işitecek” demiş olan İsa’yı sadece kendi politik durumu için bir figür olarak gören Pilatus, sözü edilen gerçeğe oldukça uzaktı çünkü. Onun dünyasının gerçekliği, vekâlet ettiği valilik makamının gerekleriyle ilgilidir. Yani “Pilatus’un dünyası”, İsa’nın şehadet ettiği gerçekle değil, kendisiyle ilgilidir. Tıpkı, Ferisîlerin ve insanların çoğunun “gerçek” diye, algıladıkları “kendi dünyaları”ndan söz etmeleri gibi.

8 Eylül 2017 Cuma

Kaf Dağı’nın Gerçekliği

“[D]aha önceleri zikrettiğimiz Hindular’daki Meru’yu, Persler’deki Alborj’u, batıdaki Graal efsanesindeki Montsalvat’ı, ayrıca Araplar’daki Kaf Dağı’nı ve her ne kadar uzaktan da olsa Yunanlılar’daki Olimpus dağını hatırlatabiliriz. Bunlardaki ortak özellik, yeryüzü cennetinde olduğu gibi, sıradan insanların ulaşamayacağı ve bazı çevrimsel evrelerin sonunda insanlığın tamamını etkileyerek altüst eden yıkımlardan ırak bir yerde bulunmalarıdır. Bu bölge gerçekten de ‘yüce uzaklık’tadır; hatta bazı Veda ve Avesta metinlerinde bu yer başlangıçta kutupta yer almakta idi, nitekim kavramın kelime anlamı da budur. İnsanlığın yeryüzü tarihindeki farklı evrelerinden hangisinde bulunursa bulunsun, o sembolik anlamda daima kutupta yer almaktadır. Zira o, esas itibarıyla her şeyin etrafında devrimini tamamladığı sabit mihver ile temsil edilmektedir.”

R. Guénon, “Âlemin Hükümdarı”

Masallar, her zaman bir gelenek gövdesinin değerlerini taşıyıcı niteliktedirler. Bu yönden masalın temel toplumsal işlevinin, kozmolojik gerçekliğin diri tutulması ve aktarılması olduğu söylenebilir. Her masal, belirli bir geleneğin kodlarını içeren bir miras olarak yeni kuşakların dimağını bütünlemek için söylenmiştir. -Söylenmiştir, zira masal sözlü geleneğin bir parçasıdır ki çocuklara anlatılmasının yanı sıra marifette salikin irşadında da bilfiil kullanılagelmiştir. Tasavvufun meşk boyutundaki yeri de burasıdır zaten: Masallar, kozmolojik/mitolojik/kevnî öğelerle beraber hikmetin aktarım biçimi olan temsil ile dile getirilirler. Âlemin bir var, bir yok olduğunu sözlerin başında hatırlatan masallarda bu sebeple başvurulan her metafor, sembolün yüksek değerini hem şehadet hem de gayb âlemleri arasındaki her bir mertebede yeniden üretir: Böylece bir masal da onu oluşturan öğelerle birlikte hem gerçektir hem de değildir ya da gerçekliğin sonsuz farklı derecelerine tekabül etmektedir.

Masalların dili, kavramın geleneksel anlamı itibariyle semboliktir. Öz olarak ifade edilirse biçimsel bir öğe ve bir gösterge modeli olarak sembol, bir fikrin ya da ideanın somutlaşması demektir. Bir fikre ulaşma aracı olan alegoriden farklı olarak semboller bizatihi tezahür etmiş “idealar”dır. Yani sembol, bir gerçekliği kavramak için kullanılan araç değil, doğrudan o fikrin tecessüm etmiş hâlidir. Masalın gerçekliğini de bu durum oluşturur. Ne var ki sembolü görmek, okumak veya yorumlamak, tıpkı rüya ilmindeki gibi bireysel bir çabanın sonucu olamaz; fakat sözü edilen gelenek gövdesine bağlı bir kalbin görüşüyle (vision), icazetle mümkün olur. -Kuşdilini, Süleyman’ın değil, Süleyman’dan içeri olanın bilmesi gibi…