4 Mart 2016 Cuma

Yerleşme ve Heidegger Sapması: Ortodoks Pratiği Olarak İnşâ Etme


Heidegger'in felsefesinin varolmayı mekânsal açıklaması aynı zamanda zamana eklenmeyi de gerektirmesi yönünden durağanlıktan düzenlemeye doğru yönelmişliği -ki bu Kaos-Logos-Kozmos sıralanımının bir izahatını içerir; Varlık'ı bilince indirgemenin bir tekrarıdır. Bu sebeple onun, bilgiyi parçalamak suretiyle bölünmüşlükler üreten sahte metafizikler olarak gördüğümüz felsefelerin bir örneği olduğu erkenden söylenmelidir. -Sahte metafiziklerin ortak tarafı, Platon'un özcü bir izahatla öldürüldüğü kötü dipnotlar olmalarıdır: Aristoteles-Fârâbî-Guénon-Bergson arasındaki mütekabiliyetin yerine ikâme edilmiş indirgemeci bir Logos-merkezlilik, belki Derrida'nın mevcudiyet metafiziği fikri çerçevesinde kullandığı anlamı biraz daraltarak söylersek söz-merkezlilik denilebilecek modern metafizik kavrayışların tamamı benzer eğilimler içerirler ki köken itibariyle hepsi idealizmin açmazlarında sürekli döner dururlar. Bu açmazların belirleyeni olarak ortaya çıkan ve dirimsellikte herhangi bir karşılığı bulunmayan kendinde şey gibi "aşkın temellendirmeler", -zamansal ve mekânsal çeşitlemelerle saçılmış yerleşik kültürel olgular olarak sosyolojik anlamda ortodoksiyi var etmektedirler.

Heidegger açısından bunun en iyi örneğini -aktüaliteyi de içermesi sebebiyle inşâ etmek üzerine yazdıkları sunar. Heidegger inşâ etmenin araç, oturmanın (iskan) amaç olduğu şeklindeki kavrayışı eleştirir. Ona göre inşâ etmek sadece iskanın aracı değildir; inşâ, kendinde meskun olmaktır. İnsanın denetimi altında sanılan dilin, onu kuşatırken insana bunu hatırlattığını belirtir: Yüksek Almancada inşâ etmek demek olan "bauen"in, "buan", yani "meskun olmak, bir yerde durmak" demek olduğunu vurgular. Bununla birlikte insan otururken aynı zamanda başka şeylerle de meşgûldür; tek başına oturmak eylemsizliktir, fakat onun yanı sıra insan çalışır, devinir vs. Buradan hareketle oturma işinin kökensel bir anlam içerdiğini ve bu itibarla varolmakla (dasein) ilişkili olduğunu yazar: "Buan" ile ilişkili "bin" kelimesi bir varlık kipidir (ich bin: varım). Bundan çıkardığı sonuç, meskun olmakla insanın yeryüzündeki varlığının koşutluğudur: "İnsan olmak, bir ölümlü olarak yeryüzünde olmak demektir, bunun anlamı oturmaktır." İnsanın bu şekildeki oturması ya da ikamet etmesi, aynı zamanda kültür sözcüğünün Latince kökündeki "colore" sözcüğüyle aynı anlamda, yetiştirmek fiilini de içerir ki bu, üretim anlamında bir yapmayı değil, gözetmeyi kasteder. Heidegger, oturmanın bu kökensel anlamının unutulup onunla birlikte yapılan etkinliklerin öne çıktığını belirtir. Bu durumun basit bir dil farklılaşmasından ötede, oturmanın insan varlığının temel niteliği oluşunun unutulması olduğunu belirtir.

Bu unutuş, esas olarak yeryüzünde insanın yapılar üretmesinin gerçek anlamının kaybolması demektir; bu faaliyetin özünde olan şey yitirilmiştir. -bu yüzden modernite meskensizliktir. Nihayet insan inşâ etmiş olduğu için oturmaz, oturduğu (buan) için inşâ eder (bauen). Bu sözcüklerin eski Saksoncadaki "wuoun" ile ilişkili olduğunu yazar, kalmak fikrini içermekle birlikte bir huzur anlamı da içeren sözcük, belki Türkçede iskan ile sükûnet arasındaki ilişkiyi hatırlatır. Buradaki huzur anlamı, aynı zamanda korunmuşluk fikriyle özgürlük (freie) fikrini de içerir Heidegger'e göre. Bu özgürlük, tehlikelerden korunmuşluk fikri itibariyle iskan ile ilişkili olmakla birlikte bir şeyi güven altına almak yönünden düzenlemek fikrini de içermektedir: İnsanın düzenlemesi, ikâmet etmenin tüm genişliğine yayılır. Bu genişliği açarsak, "var olmak olarak meskun olmak insanın yeryüzündeki tecrübesi olmak bakımından sükûna ermek olarak inşâ etmek"tir. İnsanın inşâ etme eğilimi, iki yönlü olarak var olmanın gerektirdiği oturma fikri ile bu oturmanın koşullarının olumluluğu açısından korunmuşluğun rahatlığı veya huzur (sükûn) hâllerini aynı anda içermektir.

Varolmak üzerine düşünmekle insanî varolmak açığa çıktığı gibi inşâ da açığa çıkar. Bu açıdan Heidegger, burada olmak anlamında varolmanın bilinçliliğini inşâ ile etkinleştirmektedir. Durağan bir varoluş ile yeryüzü arasındaki temas gerçek anlamda inşâ ile bir bilinç hâlini alır ki bu şeylerin özündeki düzenliliklerini açığa çıkarmak olarak Husserlci anlamda bir yönelmişlik demektir: Dil, varolmanın evi olarak insana açılma imkânı vererek onu durağanlıktan -bilkuvveden fiiliyata çıkarır.

Heidegger üzerinden düşünürken her zaman insanın varoluşu hakkında "dünyaya bırakılmışlık" gibi marazî bir fikriyatla başbaşa olunduğu akılda tutulmalıdır: Yeryüzüne gökten inmişlik gibi kutsama türevleri içeren -ki burada olmaklık aynı zamanda "orada" olmamaklık demektir, ve bu köken dolayısıyla arza yabancılığın meşrulaştırdığı "insana hizmet eden doğa" fikriyle biçimlenmiş ve "kullanım hakkı" yönelimiyle bütünlenmiş insan-merkezli zırvalarla mutlak ve yadsınamaz ilişkisi görülmelidir. Bu görülmeden, kısır zekâların uydurup uydurup inandıkları "burada olmak"la örülü saldırgan yerlilikleri ve her sürünün hakkı olan vatan gibi tasarım mekânlarına metafizik kaynak bulmalarının gülünçlüğü de pek anlaşılamayacak, ciddiye alınacaklardır.

Burada olmak aynı zamanda bir yerleşim olarak insan varoluşunun özünün bilfiil gerçeklenmesi olmak bakımından ve bu öz ile gerçeklenimin tek bilinçliliğini insanda görmek bakımından düzenleme eğilimini de hak olarak muhtevîdir. Ki bu eğilim başlı başına düşünmek ediminin sonucudur. Heidegger oturma'yı var oluşun özü olarak niteler ki bu yönden bu öz, inşâ etmenin ondan kendiliğinden çıkması gibi düşünmeyi de kendiliğinden çıkarır: "İnşâ etmek ve düşünmek, oturmanın kaçınılmaz ve sınırları belirlenemez öğeleridir." Bu sebeple inşâ etmeyi ve düşünmeyi, oturmanın parçaları olmaları merkezinde, farklı deneyimlere yönelmişliklerini dikkate alarak beraber ve aralıksız bir tecrübe hâlinde birbirine döndürmek ya da açmak gerekir: "Oturma yerinin varlığı üzerinde düşünmek."

Oturma yerinin varlığı üzerine düşünmek, bu yerin varlığını düzenlemek olarak kendiliğinden bir amaçsallığı içerir. Ancak o bunu reddeder ve bu ikisinin (oturmak ve düzenlemek) eşzamanlı birliğini öne çıkararak salt varolmanın bu olduğunu söyler. -Oysa söz-merkezli bakış olarak bilmek, zaten doğrudan düzenlemek demektir. Bu düşüncenin "kalacak yer sorunu" olarak kavrandığını, denilebilirse bir emlak sorunu olarak ele alınmasını olumsuzlar Heidegger: Ona göre gerçek oturma yeri eksikliği, ev eksikliği demek değildir. Sorunun aslı, moderniteden önce de vardır. Asıl mesele, oturmayı öğrenememişliktir. İnsanın gurbetçiliğinin kabulü, gerçek oturma yeri sorununu görmediği için var saymaz. Fakat oturma yeri, oturmanın kendiliğindeliği itibariyle var olmanın aslî problemidir; ölümlüler onu varlıklarının doruk noktasına çıkarma çabalarıyla gurbette olma fikrinin ortadan kaldırdığı felaket düşüncesinden sakınabilecekler ve bu sakınım, onları iskân-var olma noktasına çekecektir/hatırlatacaktır. Bu, mekân fikrinin insanın var olmasıyla iç içe olmasının bir gereğidir de. -Ki mekân, başlı başına bir amaçsal kavram değil midir?

Mekânın bir inşâ olarak insan eliyle yapımı, onun özündeki şeyin açığa çıkarılması fikrini içerir: Köprü örneğini veren Heidegger'e göre bir şey olarak köprünün varolması, suyun iki yakası arasındaki mekânsallığın açığa çıkarılmasıdır. Açığa çıkarmak fiili Yunancada "tikto" demektir ki "tekhne" ile aynı kökten olmak yönüyle özdekini görünmeye bırakma işidir. Sanat ya da zanaat olarak tekhne, şeyin diğer şeyler arasında görünmeye bırakılması olduğu için tekhneyi içeren inşâ da -tıpkı düşünmek fiili gibi varolanın açığa çıkarılmasıdır. Fakat burada yine örtük bir biçimde aynı amaçsallığı ileri sürdüğü görülür: Tıpkı suyun iki yakası arasında varolduğu düşünülen mekânın köprü olarak ortaya çıkışında olduğu gibi tekhne'nin biricik işlevi amaçsal olanın açığa çıkarılması için araçsal olanın görünürleşmesidir; yani, özün araç ile görünürleşip amaçsal olanın açığa çıkarılması. Özün görünürleşmesi (tekhne) ile bu görünümün tamamlanması bütüncüldür nihayet.

Fakat o buna yönelmez, sadece oturabildiğimizde inşâ edebiliriz diyerek bir araç olmadığını belirttiği inşâyı doğrudan varolmayla bütünler. Tekhne'ye yüklenen teknik anlamı itibariyle değerlendirilirse bunu içeren inşâ etmek, varolmak ile eşzamanlı olmakla birlikte varlığın açığa çıkarılması, görünür hâle getirilmesi olarak etkin bir hâle de işâret eder. Bu etkinlik -anladığımıza göre Heidegger için insan varoluşunun gereği ya da kendiliğinden durumudur: Nihayet, mekân kavramı ancak onunla varolan şeylerin bir düzenlenmesini spontane içerdiği için salt insan ile varolan bir şeydir; insan ile var olması, şeylerin özünün de insan tarafından açığa çıkarılması gibi bir değerlendirmeyi de içerir. Bu açığa çıkarmada teknik, üretim anlamında yapıp etme değil, özün kavranmasından ibarettir, yani özün görünürleşmesidir. İnşâ etme olgusunu bu itibarla hem meskun olmak, hem varolmak olarak düşünmekle özde bulunan -şeylerin düzenliliğini teknik ile açığa çıkarmak da düşünmek'in kendisidir -böylece hem düzenliliği kavramak hem de tekniği belirlemek yönünden inşânın da kendisidir.

Adorno'nun da ilgilendiği gibi Heidegger iskan meselesini bir öze indirgeyerek mevcudiyeti görmezden gelir. Bu öz insanî olmaklık bakımından Varlık'ın ezelden beri olduğu gibi olması şeklinde nitelenir. Adorno açısından bunun anlamı, değişimin üzerinin örtülmesi demek olmasıyla birlikte bizim açımızdan Varlık'ın statikleştirilmesi olarak ifade edilmelidir: Varlık'ın statikleştirilmesinden kasıt, -Aristoteles'teki anlamda hareket etmemek değil de onun yine insanî kategoriler içerisine hapsedilmesi (tespit edilmesi) ve gökyüzünde bir yere yerleştirilmesi olarak anlaşılmalıdır; varoluşu bilmek açısından insanın yeryüzünde düşünmek veya inşâ etmekle etkinlik kazanması da böylece anlamlanır. -Gökyüzü ve ölümlüler dünyası. Ki bu etkinlik, yeryüzü hamurunu bir dünya olarak kurma (düzenleme-inşâ etme) fiilidir. Aynı bağlam içerisinde değerlendirilirse, Varlık'ın Logos-merkezli kayıtlanması olarak yeryüzünün anlamının "insan ile dünya" olmakla sınırlanmasıdır. Varlık'ın aktüalite ve düşünümle açığa çıkması izahı -ki Husserl'in Descartes'tan aldığı da tam olarak budur, olmak'ın buradalığı itibariyle Varlık'ın ötelenmesi de demektir. Bu ise onun neden söz-merkezli olduğunu yeterince açık bir şekilde gösterir. -Bunun karşısına Bergson'un dirimsellik, hareket ve zaman açıklaması yerleştirilirse Heidegger'in sahte metafiziği de anlaşılır olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder