"İşçinin
erdemine dayalı bir sınıf bilinci grotesk bir hayaldir. 'Yapmak'
olmayı belirlemez, pekâlâ tam tersi. Proleter yapacak bir tek şeyi
olandır -devrim- ve ne olduğuna bağlı olarak bunu yapmadan
edemeyecek olandır. Zira ne olduğuna bakarsak, tüm sıfatların
yitimi, olma ile olmamanın (être et non-être) özdeşliğidir. Ama
Mantık'ın boş özdeşliği değil, emek okulundan, yani emekçinin
hiçbir şey’i ile zenginliğin her şey'i arasındaki karşıtlıktan
geçmiş özdeşlik."
J.
Ranciére, Filozof ve Yoksulları
"Bir çoban, bir sığırtmaç, bir at yetiştiricisi, ya da bunun gibi bir hayvan bakıcısı sürüsünü ele aldığında ilk olarak her bir hayvan topluluğuna uygun düşen ayıklamayı yapmadıkça, sürüyle ilgilenmeye girişmeyecektir; sağlıklılarla hastalıklıları, iyi cinslilerle cinsi bozulmuşları seçerek, kimini başka sürülere gönderecek, kimini alıkoyacaktır... Öteki canlılara gösterilecek özen o kadar önemli değildir ve yalnızca temellendirmemiz için örnek olması açısından bir değeri var; ama insanlar söz konusu olunca, yasa koyucu ayıklama ve bütün öteki eylemler açısından herkese uygun olanı araştırmak ve açıklamak için en büyük özeni göstermelidir."
Platon,
Yasalar
-Platon'dan Ranciére'e Problem İçin Bir Giriş
Şeyleri, onlara ilişkin bilgi nesnesiyle özdeşleştirme ve bu eğilimin bir uzantısı olarak ikilikçi bir bakışla öz ve araz arasında bir zıtlık veya hariçtelik üretme alışkanlığı, düşüncenin temelinde konumlanma marifetiyle -ayrı bir yerde Varoluşçu felsefe üzerine değinilerde de işâret edildiği üzere, fikirsel tüm çıkarımları derinden etkilemektedir: Esasen geleneksel öğretilerin bilgi anlayışlarıyla da kıyaslanan Bergson'un içgörü kavramı bu problemi, fenomenolojik öznenin tümden soyutlanmış saltık varoluşu nedeniyle "idealizm"in ufkuyla kuşatılmış atmosferine yönelmeden ve yani öz diye anılanı gerçeklikten/somut dünyanın gerçekliğinden koparmadan ortaya koyabilmiş ve şeylere ilişkin bilginin şeyin imgeleştirilmesi olarak birer doxa (iz) olmasının anlamını yeniden Platoncu idea ile bütünleştirmiş ve böylece içgörü aracılığıyla erişilebilecek ideaların bilgisi olarak episteme ile doxa ilişkisinde bilgi nesnesine değil, bilme aracı ve bilen özneye odaklanmak gerektiğini göstermiştir. Bergson'un öğrettiği ilham verici metafizik, maddenin mi bilinci yoksa bilincin mi maddeyi biçimlendirip tasarladığı gibi yüzeysel bir sorunun "temelden" yanlış olduğunu göstermenin en sade yolu olarak maddeyi -bilinç ile ilişkisi dolayımının başına ya da sonuna yerleştirmek yerine, bir imge olarak inceler ve bu suretle maddenin varoluşundan önce saf algı veya anı olarak onu soğurma şeklinde iki bakışa odaklanır. Bu itibarla Bergson'u, Platonculuğun -ortodoks dinî yorumlarla yozlaşmış tekrarlarından ve maddeci açıklamaların indirgemeci saptırmalarından kurtarıcı, bir ihya edici olarak okumak -en azından yöntemini takip etmek vesilesiyle Platon'un kavramlarını yeryüzüyle temas ettirebilmenin bir imkânı gibi gözükmektedir.
Bu
nokta, büyüklüğü teslim edilmekle birlikte Waldenfels'in
deyişiyle ne kadarının kendisine ne kadarının hocası Husserl'e
ait olduğunu kestirmenin güç olduğu Heidegger'in felsefesine
ilişkin menfî bakışımızın da tecessüm ettiği yerdir. Sadece
ona değil, metafiziğin, idealizmin ele avuca gelmez kurgularında
köklenip yeşerdiği bir spekülasyon ormanına dönüşmesinde
katkısı olan her söyleme olduğu hâliyle yöneltilebilecek
eleştirisinde Adorno'nun -Nietzsche'nin "Arza sadakat
gerekir" öğüdüne sımsıkı tutunurcasına, mesken
sorunu gibi yaşamsal meselelerin soyut bir öze indirgenerek
görünmez hâle getirildiğinden hareketle onların yeniden üretim
koşullarını anlama ihtiyacına vurgusu ile Husserl eleştirisinde
yazdıkları, real-ideal ikiliği içindeki bakışın açmaz ve
boğuntusunu mükemmel bir şekilde tasvir eder: "Dünyayı
olgusala ya da öze indirgemeye çalışan her kim olursa, kendisini
bir şekilde kendi saç örgülerine tutunup bataklıktan çıkarmaya
çalışan Münchhausen'ın durumunda bulur." (Husserl ve
İdealizm Problemi)