Muhafazakâr
ideoloji, dinî araçsallaştırırak geniş bir kitleye erişebilme
kabiliyetiyle donanmışsa da modern olmaklığı bakımından diğer
ideolojilerden herhangi bir farklılık içermemektedir. Hatta
-toplumu mekanik değil organik olarak ele almakla- değişmeyi
gerekli görmekte ve fakat devrimci değil tedricî bir değişmeyi
olumlamaktadır. Bu yönden muhafazakârlık, yeniyi reddetmekten
fazla olarak eski olanın modernlik içerisinde sürekliliğini
vurgulamaktır. Mevcut şartlar yıkıcı bazı olumsuzluklar ya da
toplumun ekonomik ve güvenliğe ilişkin temel kaygılarını tehdit
edici bir durum içermedikçe genel eğilimin muhafazakârca
olmasının sebebi de budur. Yeniye karşı toplumsal eğilimi
biçimlendirme siyaseti olarak muhafazakârlığın yaygın şekilde
bir adaptasyon aracı olduğu olduğu söylenebilir: 1950'de iktidara
gelen DP'nin "devrimlerin" bazısını geri alma gayreti,
Türk siyasetinde muhfazakârlığın sıkça başvurduğu bir
söylemin de esası olmuştur fakat hiçbir parti iktidar sürecinde
bu yönde bir pratik geliştirme çabası içinde olmamıştır.
Aksine ilerleme, sanayileşme, demokratikleşme söylemlerine bağlı
olarak "asrî medeniyetler seviyesi" vurgulanmış ve
küresel ekonomiye entegrasyonda en büyük işlevi muhafazakârlar
yüklenmiştir. Arap devrimleri sonrasında da iktidara gelen,
muhafazakâr değerler üzerinden siyaset yapan İslâmcı hükümetler
de benzer bir hattı takip etmeye çalışmışlardır.