“Nedensel
bakış biçiminin baştançıkarıcılığı, kişiyi, 'tabii ya –bu böyle
olup-bitmiş olmalı' demeğe götürmesindedir. Oysa kişi şöyle düşünebilmeliydi:
bu, böyle ve başka birçok farklı biçimde de olup-bitebilirdi.”
L.
Wittgenstein, Yan Değiniler
İnsan varlığını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde onda çeşitli yönler itibariyle bir takım zıtlıkların bir arada bulunduğu görülebilecektir. Örneğin insan, maddesel bir bedenle var olduğu gibi maddeye indirgenemeyecek bir yaşamsal varlığa ve nesnelerin algılandıkları gibi olmaları için bir bağlam var eden bir anlam dünyasına da sahiptir. Benzer olarak insan aklî çıkarım melekesine bağlı aklî davranışlara sahip olduğu gibi akıldışı tutum ve davranışlara da sahip olabilmektedir. Hatta bir kültürde ya da dönemde aklî sayılanın bir başka kültürde veya dönemde akıldışı sayılması da mümkündür. Aristoteles’in insanı hayvan cinsi altında idrak sahipliği ile ayrı bir tür olarak tanımlaması, insanın potansiyel olarak farklı zıtlıkları içermesi için bir açıklama sağlayabilir: insan için rasyonalite bir standart olarak belirlendiğinde onun akletme melekesinin içinden yükseldiği hayvansal varlığı, biyolojik ve maddesel bir potansiyel olarak görülebilecektir. Söz konusu potansiyelin genişliği ölçüsünce de insan, birbirine zıt bazı özelliklere sahip olabilecektir. Bu durumda, rasyonalitenin bir ölçüt olarak varsayıldığı bir zeminde, rasyonalitenin kendisi de felsefî bir problem hâline gelmektedir. Rasyonalitenin bir sorunsal olarak ele alınmasıysa; onun bir ölçüt olması bakımından anlamının ne olduğu, tam olarak neyin ölçümünde bize standartlar ve değerler sağladığı sorularını cevaplayabilmelidir.
Temel olarak rasyonaliteye duyulan en büyük ihtiyacın, her şeyden önce, belirli amaçlara ulaşmak için uygun araçları kullanmak olduğu, daha özel bir anlamdaysa bu ihtiyacın doğruya ulaşma ve yanlışı eleme konusunda belirdiği ifade edilebilir. Alvin I. Goldman (The Oxford Handbook of Epistemology –ed. Moser, P. K.- içinde, 2002, Oxford U. Press, s.145) “Bilimler ve Epistemoloji” başlıklı makalesinde rasyonel inancı epistemik bir hüner olarak niteleyerek rasyonel inançlara sahip olmanın akıldışı inançlara sahip olmaktan daha iyi olduğunu yazar. Goldman’in bakış açısına göre epistemoloji, epistemik inançlara ve inanç oluşturan yöntemlere ilişkin olarak gerekçelendirilmiş ve gerekçelendirilmemiş, garanti edilmiş ve edilmemiş gibi değerler yanı sıra aklî ve akıldışı değerlerini de biçen bir bilim dalı olarak normatiftir. Epistemolojinin bu değer biçici görevleri doğa bilimleri olarak adlandırılan ve evreni tanımamız ve açıklamamız için işlevsel olan bilme yöntemlerimizden farklılık arz etmektedir. Bu anlamda doğa bilimleri bir olgunun varlığı ya da yokluğu, içerdiği nedensellik ilişkisi, bağımlı olduğu koşullar ve yinelenme olanağı gibi değer taşımaktan ziyade tespit etmeye yönelik araştırma ve bulgularla ilgilidir. Örneğin suyun bir kaynama derecesine sahip olması bilimsel olarak ya vardır ya da yoktur; bu niteliğin iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış olması doğa bilimi açısından söz konusu değildir. Fakat suya ait bu niteliğin bilinmesi, doğru ya da yanlış olması bilen özne açısından iyi ya da kötü olabilecektir. Bu anlamda Goldman’in aklî inançlara sahip olmanın akıldışı inançlara sahip olmaktan daha iyi olduğu düşüncesi, özne açısından uygun öngörülere imkân sağlayacak bir anlama için olumlu bir değeri işaret etmektedir: bir nesneye ilişkin doğru inanca sahip bir öznenin o nesne hakkındaki yargısının da doğru olma olasılığı yüksek olacaktır. Bu anlamda aklîlik bize, yargılarımızın uygunluğu için epistemik bir çerçeve sağlamaktadır.