Touraine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Touraine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2017 Pazartesi

İdealar/Melekût Âleminin Reddi ve Ahlâk-Siyaset Ayrışması

"Şehir, bütün dünyanın ihtiva ettiği şeylerin benzerini ihtiva eder."

Fârâbî, “Mutluluğu Kazanma”

Modern siyaset, geleneksel siyasetten bütünüyle başka bir düzlemde vücut bulmuştur, çünkü temelinde uyum/ahenk değil, çatışmacı bir izahat yer alır. Fakat bu çatışmacı izahatı üreten kategorileştirme modeli, yaygın olarak yapı ve işlev yönündeki yaklaşımlar aracılığıyla örtülür. Bu örtmeye rağmen, modern bilgi tarzının esası itibariyle bir yapıya her zaman ihtiyaç duyması söz konusudur: Modern bilme, bilginin nesnelliğini esas almak yönünden bir özneye tâbi olarak felsefî koşulları sınırlanmış bir biçimde ortaya çıkarken bilginin deney aracılığıyla pratiğe sokulması öznenin fail sıfatını da kendiliğinden gerektirmiştir. Kendisi de bir modern olan Nietzsche’nin nesnelliğe dair erken eleştirileriyle görmezden gelinemeyecek bir probleme dönüşen fail ve onun tecrübesi, ancak bir yapı içerisinde anlam ifade edebilecek bir özneyi görünürleştirmiştir. Bu, tarihsel olarak öznenin de “toplum” olgusunun da icadı demektir.

Alain Touraine, bir karşı-gelenek olarak tanımladığı modernlik fikrini kültürel oluşumun tam tersi olarak nesnel bir gerçekliğin göz önüne serilmesi diye niteler ve devamında bunun bir ifadesi olarak modern toplumu failleri (edimcileri) olmayan bir toplum diye tarif eder: “Akla, ya da praxis’i kişisel olmayan bir tarihin yönüne göre davranan bir amili edimci olarak kabul edebilir miyiz?” (“Modernliğin Eleştirisi”)

Touraine’in modern nesnel gerçekliğe karşı geleneğin alanına bıraktığı kültürel oluşum ile kast ettiği anlamda aile ve dinî cemaat, Aristoteles’in politik düzenin izahatları çerçevesinde değerlendirilirse gerçek bir ihtiyaç çevresini imler. Bu çevre içerisinde ihtiyaçların nesnelliğinden söz edilemeyeceği gibi öznel değerlerden, öznel amaçlılıklardan da söz etmek olanaksızdır. Fakat modern dünyanın bilgiye dayalı yeni tasnifleri içerisinde ortaya konulan nesnel gerçeklik modellerinden birisi olarak yapı (ya da toplum), bu gerçeklikle ilişki gereği bir özne fikrini var etmiştir. Söz konusu fail-özne, bireysel aklının yönlendirmesi vesilesiyle özgürleşecek ve kendi doğrularını çerçeveleyen değerler dizgesine müracaat ederek birey kimliğiyle yaşayabilecektir. Touraine’in “kişisel olmayan bir tarihin yönüne göre davranan” diye nitelediği faillerin özgürleşmeyi umut ederken hapsedildiği modern toplum modelleri; bireyi endüstriyalizm içinde bir köleye, kapitalizm içinde bir tüketiciye, demokrasi içerisinde bir meşrulaştırma aygıtına dönüştürdü. Öznelleşmenin olmadığı “aile ve dinî cemaat”in içinde (geleneksel dünyada ihtiyar/hürriyet denkliğinde) özgürlük “istediğini yapmama ihtiyarı” olarak kişilere kendini gerçekleştirme olanağı sunmaktayken, modern toplum kurgusu içinde özgürlük “istediğini yapma iradesi” olarak “kişisel olmayan bir tarihin yönüne göre davranmak” olan (gönüllü) köleleşmeyi üretti. Aydınlanmacıların bireysel akıl aracılığıyla hakikate erme ve özgürleşme düşüncesinin sonuna ilişkin olarak Frankfurt Okulu eleştirmenlerinin “araçsal akıl” konusuna verdikleri önemin de temelinde kapitalistleşme ve modernleşme arasındaki bütünlüklü ilişkinin bu tezahürü yatmaktadır.

12 Şubat 2016 Cuma

Düşünümsellik Üzerine Bourdieu Okumaları-I:Özne ve Öznelleşme

"Sosyoloji bizi hürriyet yanılsamasından, daha doğrusu, yanıltıcı özgürlüklere duyulan yanlış inançtan kurtararak özgürleştirir. Özgürlük verili bir şey değil, bir fetihtir ve bu kolektif bir fetihtir. Ve insanların küçük bir narsisistik libido adına, gerçeklikleri olgunlaşmamış bir şekilde inkar etmekten teşvik alarak, yeniden kendine mal etme çalışması pahasına, kendilerini özgür özneler olarak hakiki bir şekilde -en azından biraz daha fazla- oluşturmalarına olanak tanıyabilecek araçlardan mahrum bırakabilmesine teessüf ediyorum."

Pierre Bourdieu

I.

Alain Touraine (Modernliğin Eleştirisi'nde) modernleşme olgusunu -çokça görmek istediğimiz yönden koparılamayacak ancak onu bütünleyecek bir şekilde akılcılaşma yanı sıra öznelleşmeyle birlikte okur. Rasyonalizmin ve onun belirlediği bilgi anlayışının fayda ve haz sahipliğini öne çıkaran bireysel ve kolektif örgütlenmenin temel ilkesi olduğunu vurguladıktan sonra modernliği tamamlayan -ya da büyüyü bozan ikinci çehre olarak öznelleşmeye bakar; ikisi, Rönesans ve Reform gibi esasen aynı anda ortaya çıkmaktadırlar: Bilginin bir nesne üzerinden ele alınması doğal olarak bu bilgiye bir özne atfedilmesini de gerektirir ki Descartes'ın cogitosunun getirmiş olduğu felsefî ilke de zaten burada anlam kazanır.

Öznelleşme meselesi, Adorno ve Horkheimer'ın akıl konusunu tarihselleştirmeleri kapsamında "araçsal akıl" vurgularının hayatî önemini de göstermek yönünden dikkat çekicidir: Bir icat olarak özne fikri; modernite (toplumsallık), kapitalizm (ekonomi) ve demokrasi (siyaset) arasındaki dolayımlı ilişkinin merkezinde yer alır. Bu ilişki, doğal yaşamda bir türsel kabiliyete indirgenemeyecek olan aklın tarihselliğini açtığı gibi, insanın doğal dünyayı (gerçekliği, varoluşu) bir tahakküm ilişkisinin nesnesi olarak kategorize etme biçimini ve -Rancière'i anarak "narsist kişilik" olarak birey idesini vücuda getiren sosyal koşulları da görünürleştirir. Moderniteye dair bakışı salt "değerlerin değişimi" üzerinden bir ladinîleşme sorunu olarak ele alma yanılgısının açmazı da burada yer alır: Nihayet, aklî çıkarımlara ve onlarca ortaya konulmuş kategorik bilme süreçlerine karşı bir eleştirel tutum olmadıkça, -bir şeyin modern olup olmaması özelinde söylenirse şeylerin tarihselliklerinin değerlendirilmesine yabancılık, doğal olarak "hakikat", "gelenek", "medeniyet" gibi kavramlar üzerinden modernliğin yeniden üretimine kapı aralayacaktır. Araçsal akıl, yapılandırılmış bilgi tarzı ve öznelleşme (bu bireyleşme demek değildir), modernitenin inanç olgusunun belirleyenlerini karakterize ettiğinin göstergelerini sunar. Bu göstergelerin okunma çabası, öznelliklerin içinden gerçekleştiği oranda bir şey kesindir: Dile getirilecek her şey, o dilin belirlediği sınırlara mahkumdur. Bu sınırlar ise dil tarafından özneye atfedilen bir konumun bakış açısından ibarettir. Anlam'ı üretmek olarak dilin şeyleri fark'lar üzerinden tasnif edişi, modernitenin tasniflerini yeniden üretirken anlam'ın bundan sakınması nasıl mümkün olacaktır?

Kategorik eleştiri gerçekleşmeden böyle bir şeyden söz etmek makûl gözükmez.