-Tanpınar, Heidegger ve İbn Haldûn Hattı
Ön not:
Mekân
ile bilinç arasında olan, metafizik itibariyle kayda değer bir
ilişkidir: Beş Şehir'in Bursa kaydında Tanpınar'ın
yapmak ve yaratmak arasında bir farka değinisi vardır ki insan ve
mekân arasındaki ilişkiyi somutlaştırması yönünden hâl ve
fiil üzerine bir düşüncenin resmini içerir. Tanzimat dönemi
mimarîsinin yapmakla kaldığını ama yaratamadığını söyleyen
Tanpınar şöyle yazar: "Cedlerimiz inşâ etmiyorlardı,
ibdâ ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh
ve imanları vardı. Taş ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası
kesiliyordu."
Taşın insan elinde canlanması, bir ruh kazanması fikri, mekân dışarıda tutularak ifade edilirse eşya ile düzenleyici bir imgelemin temasını gerektirir. Bu, sanat ve zanaat arasında bir ayrıma gidilmemiş (geleneksel) bilgi tarzları açısından insanın fabulation/uydurma yeteneğinin içgörüden akla doğru bir odak değişimine karşılık gelir. -Bergson'un müracaat ettiği biçimde fabülasyon, düzenlilik fikrinin gereği olan uzlaşmaz zıtlıklar ile var olabilir, -aşağıdaki madde ve mânâ zıtlığı böyledir mesela.
Geleneksel
sanatçı -ki bu zanaatkâr ile eş anlamlıdır, salt zihinsel bir
fayda/haz olarak estetikle ilgilenmezse de ondaki güzellik fikri
-bugünden bakılıp sadece anlama odaklıymış gibi kavranan
aceleci hükümlere de uymaz: Güzellik her şeyden önce bir keşif
olarak kaynağını bilinçten alan bir dilsel değer olsa da -dilin
farklı bir anlamı olan bilincin eşya ile teması vasıtasıyla
açığa çıkar. Bu da geleneksel sanatın neden aynı zamanda bir
zanaat olarak maddî işlevsellik de yüklendiğinin izahını içerir
ki o, maddî ve manevî arasında bir zıtlık varsaysa bile bunu
dengelemeye dönük biçimde kuşatıcıdır; manevî olan maddî
olanla bütündür, aralarındaki ayrım sadece dilsel bir ayrımdır.
Bu sebeple Tanpınar'ın (yapma ve yaratma farkı için) sezgisi
uygunsa da tespiti yanlıştır: Taşın insan elinde canlanması
ibdâ değil inşânın kendisidir, belki inşânın giderek manevî
olanın kavrandığı aklî düzlem ve maddî faydaya doğru kayan
odağından söz etmesi gerekirdi. Fakat ibdâ arıyorsa akla ve
bilince değil, doğanın kendisine, yaradılışın ritmine bakması
gerekirdi ki manevî olan da akıldan soyutlanabilsin. Aslında
Tanpınar'ın övdüğü ibdâ değil eski, geleneksel sanattaki
dengedir, ancak bu dengenin akıl üzerinde kurulduğunu fark
etmemiştir.