1 Nisan 2012 Pazar

Oblomov Doğulu mudur? (II)

 Oblomov’da Gelenek-Modernite Çatışması

Oblomov’un Doğululuğundan ziyâde evrenselliğinin ön plana çıkartılması, onun sadece Rusya ya da Doğuda değil, tüm dünyada ilgi görmesini de izah etmek açısından daha yetkin bir bakış içerecektir.

Temelde Oblomov’un evrenselliği bir “anlam” sorunu ihtiva etmektedir. Bu sorun, erken modernite olarak nitelenebilecek bir dönemde onun feodal bir toplum içinde, bir köyde soylu bir aile içinde yetişip kente taşınmasıyla ve burada tecrübe ettiği bürokrasiyle mazisi arasındaki gerilimden ileri gelmektedir. Çünkü Oblomov gördüğü yüksek öğrenime rağmen, başta bu öğrenimin kendisi olmak üzere geometrinin, felsefenin, iktisadın işlevini; me’mûriyeti, kentli sosyal/cemiyet hayatını, romantizmin te’sîri altında kalmış kadınları… anlamaz. Bu yönden söz konusu anlamama hali çağ değişimlerinde, büyük toplumsal değişme zamanlarında yaşanabilecek sıradan bir olgudur esasta...
Umumîleştirilerek söylenebilir ki kapitalizmin yerleşmeye çalıştığı her sahada bu uyum sorunu, ferdî olmaktan öte ictimaî bir mâhiyyette her zaman zuhûr edegelmiştir. Nihayetinde Oblomov, yazıldığı ve yayımlanınca yoğun bir ilgiyle karşılandığı XIX. yüzyıla ait bir romandır. Bu dönemde dünyada başat ve egemen olan güçse emperyalizmdir: Avrupa’daki kesîf sanayileşmenin muhtâc olduğu sermaye gereksinimi, dünyanın bâkir bölgelerinin paylaşımı için yapılan bir mücâdeleye sebep olmaktaydı. Diğer taraftan bu mücâdelenin tarafları zımnî bir ittifakla, kapitalizmin ve modernleşmenin gerektirdiği çözülmeler için muhtelif baskı araçları kullanmaktaydı. Her ne kadar Doğuda daha eskilere götürülebilecek bir mefhûm olsa da Batılılaşma, her zaman için emperyalizmin ve yani Batının en güçlü araçlarından birisi olarak işlev gördü. 

Batının sanayi modeli karşısında tarımcı yapıda kalan üretim zayıflamıştır, feodaliteyi temsîl eden oblomovlar yüzünden zaman Rusya’nın aleyhine işlemektedir. Oysa damarlarında Alman/Avrupalı kanı taşıyan ştoltzlar ile hiç durmaksızın hareket etmek ve oblomovlar üzerinde bir te’sîr oluşturmak imkânı vardır. Romanda bir karşıt karakter olarak tasavvur edilip Obolomov’un daha da belirginleşmesine hizmet eden Ştoltz bu yönden, “bu hareketliliğin ve bununla ilgili, henüz başlangıç aşamasında olan modern ekonominin temsilcisidir. Ştoltz’un devindiği uzam tamamıyla ussallaştırılmış, mesafelerin para birimiyle ölçüldüğü kapitalist bir coğrafyadır.”(Tokmakçıoğlu, 2011:47) 

 Bu durum, basit bir aristokrat olan Oblomov’un trajedisinden ibaret değildir. Ömer Türkeş’in de belirttiği gibi, “bireysel kahramanın kaderinin ülkenin kaderini temsil ettiği bu romanda, Oblomovluk hali çağa, Batı’ya, Aydınlanma hamlesine ayak uyduramayan Rus toplumunun köhnemiş” (Türkeş, 2010) yapısını yansıtmaktadır. Bu nedenle zamanın Rus münekkidi Dobrolyubov’un Oblomov’u değil, oblomovluğu esas aldığı meşhûr (Dobrolyubov,1987:43) beyânıyla birlikte, Gonçarov’un bu güçlü karakteri bir anlamda edebiyattan soyutlanmış ve sosyolojik okumalarda kullanılan bir sembole dönüşmüştür. Lenin’in dahi takrîbî yarım yüz yıl sonra Gonçarov’la aynı sembole işâret ettiği görülür: “Ekim Devriminden sonra bile, Rusya üç devrim geçirdi, ama gene oblomovlar kaldı; çünkü oblomovlar yalnız derebeyleri, köylüler, aydınlar arasında değil, işçiler, komünistler arasında da vardır. Toplantılarda, komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız, eski Oblomov’un içimizde olduğunu görürüz. Onu adam etmek için daha çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak, dövmek gerekecektir.”(Lenin, 2011) 

Buna göre oblomovluk, “dünyada olup biten her şeye karşı duyumsamazlıktan kaynaklanan tam bir atalet, hareketsizlik, ilgisizliktir.” Dobrolyubov bu duyumsamazlığı iki sebebe bağlar; nesnel sebep, Oblomov’un feodal kimliğiyle ilgilidir, torak sahibi ve efendi olmasıdır; öznel sebebiyse ailevîdir, yetiştirilme şekli ve her istediğine başkalarının çabasıyla ulaşması bu sonucu doğurmuştur. Nitekim bu karakter etrafında gelişen ilişki tarzları da bu kölelik halini kuvvetlendirir: Oblomov efendi olarak üç yüz kadar kişiyi köle olarak kendine hizmet eder bulmuşken aynı zamanda uyuşukluğu hasebiyle Zahar ve diğer adamlarına olan bağımlılığı kendisi de bir köleye dönüşmüştür. Neticede o, Zahar’ı istemediği bir işe zorlayamaz ama Zahar onu zorlayabilir. “Bu ahlaki kölelik, Oblomov’un kişiliğinin ve onun tüm biyografisinin belki de en ilginç yanını oluşturur.” (Dobrolyubov,1987:30-39) 

Romanının sosyolojik okumalara imkân tanıyan yapısının yanı sıra yine aynı amaca hizmet eden en belirgin özelliklerinden birisi de bir mukayese vasfı taşımasıdır kuşkusuz. Karşı karşıya getirilmiş birbirinin zıddı karakterler üzerinden yazar, farklı görüşleri çatıştırır ve romanın sürekliliği için bir gerilim var eder. Buna göre “eserde, Oblomov-Ştoltz, Agafya-Olga ikilemleriyle eserin bir anlamda alt metni oluşturulmuştur.” (Lidar,2011:51) Bu zıtlıkta bizim için esas olan husûs, kişiliklerden ziyâde kişilerin temsîl ettiği değerlerdir. Bu değerler sistemine göre ayrım ya Doğu-Batı ikiliği şeklinde ya da geleneksel-modern karşıtlığı şeklinde ele alınmıştır. Doğu, bir bütün halinde geleneksel olanı, Batı ise modern olanı temsîl etmekte ve karakterlerin saflaşması da buna münâsip bir tarzda ele alınmaktadır. 

Örneğin geleneksellik-modernlik temsîllerini toplumların zamanla kurdukları münâsebet bağlamında ele alan Tokmakçıoğlu şöyle yazar: “Metnin dikkatli bir çözümlemesi, Oblomov ve Ştoltz’un yaşamlarının farklı zamansal kiplerde (döngüsellik ve çizgisellik) kök saldığını gösterir.” (Tokçakçıoğlu,2011:43) Oblomov’a babasından mirâs kalan Oblomovka “doğal çevrimlerin tekerrürüne bağlı” olarak döngüsel zamanını temsîl eden ilkel, tarımsal yapıya sahiptir. Oblomov da tam olarak buna uygun bir kişilikle vardır. Diğer taraftan Ştoltz ise Oblomov’un zıt kutbu olarak “doğrusal zaman kipine” önem verir, tıpkı babası gibi. Oblomov’un durgunluğuyla paralel olarak onu betimleyen bölümlerin sıkıcı ve uzatılmış anlatımlarına karşıt olarak “Ştoltz ne zaman görünse anlatı bir adım daha ileri sıçrar ve anlatı zamanının anlatı uzamına oranı artar.” (Tokçakçıoğlu,2011:45) Bu durum da Doğu-Batı ikileminden ziyâde geleneksel-modern ikilemine tekabül emektedir. Toprağa bağımlı, yerleşik, ihtiyâca dönük bir üretimle geleneksel topluma nazaran modern toplum; kapitalizm, sanayi toplumu olarak sür’ate odaklanır. 

Bununla birlikte roman içerisinde Ştoltz eleştirilirken kurulan şu cümleler ilginçtir: “Babasının kırk binini bir hamlede üç yüz bine çıkardı. Yüksek bir memur oldu. Okumuş bir adam oldu. Şimdi de gezip tozuyor. İpini satmış bir kurt. Özbeöz bir Rus yapar mı bunları? Rus dediğin, öyle pek üstüne düşmeden bir iş bulur, sonra bu işi sakin sakin, rahat rahat yapar. Pek fazla da yükselmez. Bir de ona bak. İçki işinden zengin olsaydı anlardım. Herifin sermayesi laf, dalavere. Ben olsam böylelerini mahkemeye verirdim. Şimdi de hep yabancı ülkelerde. Allah bilir ne yapıyor! Ne arıyor oralarda?”(Goçarov,1983:67) Burada Ştoltz anti-kapitalist bir söylemle iyi bir Rus olmadığı ve Batılı gibi hareket ettiği için suçlanır. Oblomov ise, Acem işi bir hırkayla dolaşmaktadır. (Lidar,2011:54)  
 
Geleneksellik-modernlik konusunda da şu söylenmelidir ki burada, gelenekte de modernlik gibi iktisadî remizden başka bir anlam aranmamalıdır. Romanda sunulan tablo içerisinde yer alan sosyolojik, tarihsel, kültürel betimlemeler de bu çerçevede ele alınmalı ve söz konusu çatışmanın dini temel alan kadîm bir taraftan ziyâde bugün bizlerin dahi içinde yaşadığı gelenek-modernlik çatışması kadar bir dikkati celbetmekle yetinmelidir. Bu yönden Çin geleneğindeki wu-wei (hareketsizlik), Hind ve Hıristiyan geleneklerindeki çilecilik, ya da İslâm geleneğindeki fakr ve zühd gibi herhangi bir dinî motivasyon, düşünüş, amaç ve faaliyeti öne çıkmayan Oblomov’un geleneksel varlığından kastın Gelenek (tradition) değil âdet/töre (coutume) ile ilgili olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır. (bknz: Guénon,1997) Üstelik Gonçarov’un, Oblomov’un karşısına bir panzehir olarak koyduğu ve ileri bir Rusya için örnek verdiği Ştoltz üzerinden iktisadî bir kişilik olarak ele alınması ise çatışmanın özde Geleneği değil, töreselliği ve feodaliteyi merkeze alan bir çatışma olduğunu belirtmek gerekmektedir. 

Nitekim Weber de bu geleneksellik diye adlandırılabilecek her çeşit duygu ve davranışı “kapitalist ruh”un savaşmak zorunda olduğu bir yapı olarak görür ve verdiği bir örnekle bunu açar: “ (…) dönümü bir Marktan, günde 2,5 dönüm ekin toplayan ve günde 2 Mark kazanan bir işçi, ücreti dönüm başına 1,2 Mark yükseldiğinde, beklendiği gibi 3 dönümü kaldırıp 3,75 Mark kazanacağına, her zaman aldığı 2,5 Markı kazanabilmek için yine yalnızca 2 dönüm biçer ve İncil’de dile geldiği gibi “ona yeter” der ve bununla yetinir.” (Weber,2011:65) Yani henüz kapitalistleşmemiş Batı toplumlarında da işçinin tutumu Doğudakiyle aynıdır: İşçi kendine mümkün olan en fazla kapasiteyle çalıştığında kazancını ne kadar artırabileceğini sormaz, evvelden de ihtiyaçlarını karşıladığı miktarda kazanmak için ne kadar çalışması gerektiğini sorar. “Çağdaş kapitalizm” der Weber, “insan emeğinin üretkenliğini onun yoğunluğunu artırarak, işe girdiği her yerde, kapitalizm öncesi ekonomik emeğin yönlendirici eğiliminin inatçı bir şekilde karşı koyması ile karşılaşmıştır. Ve uğraşmak zorunda olduğu işçiler (kapitalist bakış açısına göre) “eski kafalı” olduğu sürece, bugün bu durumla daha fazla karşılaşmaktadır.” (a.g.e.:65) Nitekim, “işçilerin tam gün çalışmayı istememeleri ilk fabrikaların çökmesinin temel nedeni oldu. Burjuvazi bu isteksizliği “tembelliğe” ve “uyuşukluğa” bağlıyordu.” (Gorz,1995:35) 

Neticede Türkeş’in belirttiği gibi “Gonçarov’un başarısı, modernizm ya da değişim karşısında bireyin içine düştüğü bunalımı herkesten önce sezip bir karakter olarak işlemesinde(dir).”(Türkeş,2010) Oblomov ve oblomovluk sorunu da, sözü edilen bu bunalımın kaynağı olarak ortaya çıkmış olan kapitalist yaşam biçiminin erken ve geç süreçlerine özgüdür. Kapitalist toplumsal süreçler ve iktisadî akılsallığa mahkûm edilmiş olan tüm insanların ve toplumların, yani tüm dünyanın sorunu olması hasebiyle şu ya da bu örfî, dinî, kavmî, coğrafî toplumsallığa işâret etmeyen evrensel bir sorunla karşı karşıyayızdır. Nitekim romanın sadece Rusya’da, Türkiye’de ya da bütün olarak Doğu’da değil de dünyanın her yerinde benzer bir istikbâl ve alımlama süreci yaşamışlığı da bunu doğrular niteliktedir. 

Mehazlar
* Dobrolyubov, N.A. (1987); Oblomovluk Nedir?, Çev.:Mazlum Beyhan, Yön Yay., İstanbul.
* Gorz, André (1995); İktisadi Aklın Eleştirisi, Çev.: Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., İstanbul. 
* Guénon, René (1997), Manevi İlimlere Giriş, Çev.: Lütfi Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay. İst.
* Lenin, V. İlyiç (2011); Seçme Yazılar, çev. S. Savran, Yordam Kitap, İstanbul. Lidar, Veysel (2011); Oblomov: Doğulu Bir Kaybeden, Kayıtsız Bir Düş Yolcusu, Roman Kahramanları, Sayı:7, s.50-55 
* Tokmakçıoğlu, Kaya (2011); Miskinliğin Çaresi Bulunur mu?, Roman Kahramanları, Sayı:7, s.43-49 Türkeş,Ömer(2010):(http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1013582&CategoryID=40 ) 
* Weber, Max (2011); Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çev.:Emir Aktan, Alter Yay., Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder