12 Eylül 2016 Pazartesi

İbn Arâbî: “İbrahim rüyayı tabir etmekten gaflet etti”

Ne olurdu bilseydim, bir koç ufacık vücuduyla Allâh halifesi yerini nasıl tutabildi?

Bilmek, olmaktır; dünya ve şeyler de bilenin bildiği gibi olur. İyiliği, kötülüğü, güzelliği, çirkinliği dünyanın; kendinde değil bilende, gören gözdedir. Âlem, bilinmesi için oldurulandır. Olduran, bilgisiyle oldurmuştur: Takdir kudretledir, kudret iradeyle ve irade ilim iledir. Bilgi, oluşun nedeni yani hikmetin üzerine çekilen bir perdedir: Görülenle gören, bilinenle bilen arasındaki perde olarak bilgi, bilinenin aslını, hikmetini bilenden gizleyerek âmâlık yahut sarhoşluk verici bir şeyden ibaret kalır. Hikmetsiz bilgi gaflettir. Gerçek bilgi, bu yüzden sadece yâkin, hakke’l yakîn veya tahakkuk edilen, gerçeklenen tasavvurdan ibarettir, gerisi gaflettir…

* * *

İbn Arâbî, “İbrahim rüyayı tabir etmekten gaflet etti” der. Rüyasını gördükleriyle sınırlayarak hayâl âleminde gördüğü sûreti İshak sanmış ve onu boğazlamak istemiştir. Oysa ona görünen oğlu değil, zaten koçtur; fakat tabir etmediği için olduğu hâliyle rüyasını tasdik etmiştir.

Hayatın da rüya gibi tabir edilmesi ve sonra bu tabirin neticesi üzere yaşanması gerektiğini yazan İbn Arâbî, tabirden maksadın görülen sûretten başka bir hükme gidilmesi olduğunu söyler. Yaşamda ve rüyada görülen, şeylerin kendisi değil, ancak görenin bilgisiyle kayıtlı bir sûrettir. Onun bilgisiyle kayıtlı olmaklığı, görülen şeyin görenin bildiği kadarıyla şeyin öyle olduğu anlamındadır. “Bilginin (ilmin) bilinende (malumda) eseri yoktur. Belki bilende (âlimde) bilinenin (malumun) eseri var.” der. Gören sadece kendi bilgisi kadarını, erişebildiği hayâl âleminin ancak bilgisiyle sınırlanmış alanını görür. Bu yüzden “bilenle bilmeyenin bir olmadığı” hükmü; bilginin eşyada, sûrette bulunmadığı yanı sıra görülenin de görünende olmadığını, gözde olduğunu hatırlatmak içindir.

İbrahim’in rüyasında gördüğü sûretin oğlu olduğunu doğrulaması, rüyasını tasdik etmesi (tahakkuk ile bilmesi) anlamına geldiği için Kur’ân’da İbrahim methedilmiştir. Ancak rüyasında gördüğü İshak sûretinin aslı bir insan değil, bir koçtur. Bu durum İbn Arâbî’nin İshak ismindeki hikmeti Hakk ismiyle açıklamasının da imkânını içerir: Bir rüya olarak görülen dünya hayatında da isimlerin ardında olan ismi, yani görülenin ardında olan görünmeyeni işâret etmenin gereği olarak İbrahim bir belâya uğratılmıştır.

“Hakk’ı kavrayan (ise) halktan daralmadı.” Belânın aslını bilen İbrahim, ateşe yürüdüğünde ateşin aslını görüşüyle harareti serin buluşunda olduğu gibi, rüyasını tahakkuk edip halkı (İshak’ı) Hakk’tan bildi ve onu serinkanlılıkla boğazlamaya niyetlendi… Çünkü İbrahim muhsin, yani ihsan sahibi diye vasfedilmişti. Çünkü meşhur hadiste “ihsan nedir?” sorusuna Cibril, “İhsan, Allâh’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir.” diye cevap vermişti. İshak isminde gizli Hakk isminin hayâl âleminde oğul ya da candan bir can sûretinde görünür olmasıyla ve görenin gördüğünü tasdik etmesinin ihsan diye nitelenmesiyle “onu görüyormuş gibi kulluk etmenin” arasında da bir fark olmadığı aşikârdır…

* * *

İlke gereği, bilkuvve olanın bilfiil olandan yüksekliği hasebince bilgi fiilden yüksek tutulmuştur. Bunun anlamı; gecenin gündüzden, hiçliğin bütünden, semânın arzdan yüksekliği gibi potansiyel olarak bir şeyin gerçeklenmesi imkânı başka gerçeklenmelere de gebe oluşu nedeniyle tek bir gerçeklenmeden daha yüksektedir. Bilkuvve olan bilfiil olanı ihata eder.

Gerçek bilgi olarak âlimlerin ve âriflerin dile getirdikleri tahakkuk edilen bilgi, potansiyel olarak o bilginin gereği olan fiilleri de kapsar. İlmin fiilden üstünlüğünün anlamı buradadır. Yoksa ilim diye, gerçeklikte bir karşılığı olmayan kuru laf kast edilmez; ilim, yaşam ağacının hem çiçeği hem tohumudur. Kısır bir tohumdan ağaç olmayacağı gibi çiçek, hâsıla da olmaz. Bu yüzden söz, Kur’ân’da bir ağaca benzetilmiştir ki başı semâdadır; ilim, fiilin kastını içeren söz ile başlarsa da başı semâya uzandıkça kemâle erişir.

Görüyormuş gibi hareket edenin hakk’el yakîn (gerçeklik olarak bilmek) ile hareketi de aşikâdır ki bu, yaşayarak bilmek demektir. Yaşayarak bilmekle de İbrahim, canındaki candan geçerek canına candan daha yakın olan canı görmüştür. Yakınlık, kurbiyet ise ancak görüyormuş gibi ve hatta doğrudan gördüğü sûret o imiş gibi eyleyen içindir.

Halifenin yerini alanın, halifenin halifesinin canına, candan geçmeden kıyana kurbanın sûreti düşer yalnızca. Etler ve kan ise Allâh’a ulaşmaz. İbrahim sûreti gerçek sanıp gördüğünü tabir etmekten gaflet etti, ona koç ile gerçek gösterildi, çünkü kurban başka bir şeydi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder