8 Eylül 2017 Cuma

Kaf Dağı’nın Gerçekliği

“[D]aha önceleri zikrettiğimiz Hindular’daki Meru’yu, Persler’deki Alborj’u, batıdaki Graal efsanesindeki Montsalvat’ı, ayrıca Araplar’daki Kaf Dağı’nı ve her ne kadar uzaktan da olsa Yunanlılar’daki Olimpus dağını hatırlatabiliriz. Bunlardaki ortak özellik, yeryüzü cennetinde olduğu gibi, sıradan insanların ulaşamayacağı ve bazı çevrimsel evrelerin sonunda insanlığın tamamını etkileyerek altüst eden yıkımlardan ırak bir yerde bulunmalarıdır. Bu bölge gerçekten de ‘yüce uzaklık’tadır; hatta bazı Veda ve Avesta metinlerinde bu yer başlangıçta kutupta yer almakta idi, nitekim kavramın kelime anlamı da budur. İnsanlığın yeryüzü tarihindeki farklı evrelerinden hangisinde bulunursa bulunsun, o sembolik anlamda daima kutupta yer almaktadır. Zira o, esas itibarıyla her şeyin etrafında devrimini tamamladığı sabit mihver ile temsil edilmektedir.”

R. Guénon, “Âlemin Hükümdarı”

Masallar, her zaman bir gelenek gövdesinin değerlerini taşıyıcı niteliktedirler. Bu yönden masalın temel toplumsal işlevinin, kozmolojik gerçekliğin diri tutulması ve aktarılması olduğu söylenebilir. Her masal, belirli bir geleneğin kodlarını içeren bir miras olarak yeni kuşakların dimağını bütünlemek için söylenmiştir. -Söylenmiştir, zira masal sözlü geleneğin bir parçasıdır ki çocuklara anlatılmasının yanı sıra marifette salikin irşadında da bilfiil kullanılagelmiştir. Tasavvufun meşk boyutundaki yeri de burasıdır zaten: Masallar, kozmolojik/mitolojik/kevnî öğelerle beraber hikmetin aktarım biçimi olan temsil ile dile getirilirler. Âlemin bir var, bir yok olduğunu sözlerin başında hatırlatan masallarda bu sebeple başvurulan her metafor, sembolün yüksek değerini hem şehadet hem de gayb âlemleri arasındaki her bir mertebede yeniden üretir: Böylece bir masal da onu oluşturan öğelerle birlikte hem gerçektir hem de değildir ya da gerçekliğin sonsuz farklı derecelerine tekabül etmektedir.

Masalların dili, kavramın geleneksel anlamı itibariyle semboliktir. Öz olarak ifade edilirse biçimsel bir öğe ve bir gösterge modeli olarak sembol, bir fikrin ya da ideanın somutlaşması demektir. Bir fikre ulaşma aracı olan alegoriden farklı olarak semboller bizatihi tezahür etmiş “idealar”dır. Yani sembol, bir gerçekliği kavramak için kullanılan araç değil, doğrudan o fikrin tecessüm etmiş hâlidir. Masalın gerçekliğini de bu durum oluşturur. Ne var ki sembolü görmek, okumak veya yorumlamak, tıpkı rüya ilmindeki gibi bireysel bir çabanın sonucu olamaz; fakat sözü edilen gelenek gövdesine bağlı bir kalbin görüşüyle (vision), icazetle mümkün olur. -Kuşdilini, Süleyman’ın değil, Süleyman’dan içeri olanın bilmesi gibi…


Modern dünyanın sanat dilinde temsil, sembolü yitirmiş ve alegorik ihtivaya yönelmiştir. Bu, sembolizm adı verilen edebî akım için de böyledir. Rasyonalizmin sanata uygulanması demek olan perspektifin, gerçeği gören bin bir gözün yerine tek bir gözü (insanı) yerleştirmesi, âlemi insan algısıyla sınırlama girişimidir nihayet. Bu sınırlamada akılsal çözümleme (analitik) de bilgi için esas yöntem kabul edildiğinden her şey birbirinden bağımsızmış gibi parçalara ayrılarak ele alınıp anlaşılmak istenir. Bu bakış, sembolün bütünselliğini kavramaktan uzaktır. Alegorinin aksine şayet bütündeki yeri bilinmiyorsa bir sembolün anlamını bilmek çok fazla bir şey ifade etmez. Çünkü görünen dünyanın olduğu gibi aynıyla görünmeyen dünyanın da dilini taşır o: Gerçekliğin ölçülebilir insanî/hümanist değerlerle sınırlanması, doğrudan sembolün hakikatini dışladığı gibi sembolik temsil biçimleri olan mitolojiyi de masalları da yüzeysel bir anlam ve görünüşe indirgemiştir. Böylece gelenek gövdesindeki menkıbenin yerini tarihe bıraktığı gibi sözlü olan masal da birey odaklı yazılı kurgusal edebiyat lehine geri çekilmiştir.

İslâm geleneği içinde yer bulan masal öğelerinden birisi olan Kaf Dağı da zaman içinde görünüşe indirgenmiş ve böylece yadsınmış temsillerden birisidir. Böyle olduğu için sembolik gerçekliği örtülerek “olmayan bir yer” olarak değerlendirilir olmuştur. Gerçekten de kast edilen şayet coğrafî bir yer ise Kaf Dağı zaten analitik bir gözle görülebilir olmadığı için yok hükmündedir ya da koordinatlara sahip bir nokta değildir. Ne var ki onunla işaret edilen, bütün mânâ kuşlarının, isimlerin (esma-i külleha) istikametleridir ve bu yüzdendir ki Kaf Dağı’nın masallarda merkezî bir konum işgal ettiği görülür. Çünkü o, hem arzı çepeçevre kuşatmış olmak hem de dünyanın ortası/merkezi olmak bakımından cem makamına karşılık gelir. İslâm kozmolojisinin varoluş tasavvuru açısından şehadet âleminde arzda mevcut maddî bir merkez bulunmadığı için Kaf Dağı’nın yeri de coğrafî olarak belirlenemez. Ancak dünyanın merkezi, ilâhî sıfatların cem olduğu hâlin tecellisini ifade eder ki bunun anlamı, dünyanın İnsan-ı Kâmil’in kutbu etrafında dönüyor olmasıdır.

Şu hâlde Kaf Dağı, Varlığın kemâl hâli, yani onun kendi içinde bir çember olarak tamamlanmış olması, içinde bütün ben’leri eritmiş olan ben olması anlamına gelmektedir. Öyle ki Simurg kuşu aradığı anlam ile bir bütün olduğunun şuuruna ancak oraya ulaşınca varacak ve böylece ferdî ya da vehmî benliğinden arınacaktır. Zira benliğin kendisi sembolik lisanda dağ ile imlenir –üzerinden olayların bulutlar gibi gelip geçtiği bir sabitedir o. Geleneksel şiirde geçen “aşılmaz dağlar”, “delinesi dağlar”, salikin hakikate yönelmesinin önündeki en büyük engel olan benlik hissinin ağırlığını yansıtırlar. Bu çerçeve içerisinde dile getirilirse Kaf Dağı da zaten arzı çepeçevre kuşattığından asla aşılamaz olan ve tüm ben’lerin kendisinden geldiği, onu tanımakla hayalî ben’lerin silineceği tek ben’dir. Yani “nefs-i vahide”dir ki o, bütün nefslerin kendisinden var edildiği heyula da demektir.

Kemâl sıfatların sahibi olan Allah’ı sınırlayacak bir çevresi ve onu bilinebilir kılacak bir maddesi yoktur; aksine muhit olan, varoluşu çepeçevre kuşatan odur. Ona bakmak ve onu sıfatlarıyla tanımak için Kaf Dağı da durulacak yeri imler –savrulmamak için sonsuzda. Bu, Kaf Dağı’nın yerinin neden geometrik değil, aritmetik bir merkez olduğunu gösterir. Yani, mükemmelliğin ifadesi olarak kabul edilen daire ve kürenin akla ve matematiğe bağlı makrokozmik formunun ötesinde mikrokozmik/kalbî bir merkezdir Kaf Dağı: arz ile sema arasında ölçünün/mizanın, yani kaderin zeminidir; orada maddeler formlarından ayrılmış birer gölge gibidirler.

Kaf Dağı âlemin ve dahi tüm gerçekliklerin içinde eridikleri bir yerdir. Bu sebepten o aramakla bulunmaz, bilmekle ona erilemez asla. O, kudret sıfatının tecellisi, “kader”in ilk harfi olduğu için bu böyledir. Denildiği gibi bilenler ona ulaşamaz ancak ulaşanlar bilebilir, arayanlar onu bulamaz ancak bulanlar arayabilir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder