2 Temmuz 2019 Salı

Rasyonalite Sorunu Üzerine (Searle, Goldman ve Feyerabend Üzerinden)

“Nedensel bakış biçiminin baştançıkarıcılığı, kişiyi, 'tabii ya –bu böyle olup-bitmiş olmalı' demeğe götürmesindedir. Oysa kişi şöyle düşünebilmeliydi: bu, böyle ve başka birçok farklı biçimde de olup-bitebilirdi.”

L. Wittgenstein, Yan Değiniler

İnsan varlığını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde onda çeşitli yönler itibariyle bir takım zıtlıkların bir arada bulunduğu görülebilecektir. Örneğin insan, maddesel bir bedenle var olduğu gibi maddeye indirgenemeyecek bir yaşamsal varlığa ve nesnelerin algılandıkları gibi olmaları için bir bağlam var eden bir anlam dünyasına da sahiptir. Benzer olarak insan aklî çıkarım melekesine bağlı aklî davranışlara sahip olduğu gibi akıldışı tutum ve davranışlara da sahip olabilmektedir. Hatta bir kültürde ya da dönemde aklî sayılanın bir başka kültürde veya dönemde akıldışı sayılması da mümkündür. Aristoteles’in insanı hayvan cinsi altında idrak sahipliği ile ayrı bir tür olarak tanımlaması, insanın potansiyel olarak farklı zıtlıkları içermesi için bir açıklama sağlayabilir: insan için rasyonalite bir standart olarak belirlendiğinde onun akletme melekesinin içinden yükseldiği hayvansal varlığı, biyolojik ve maddesel bir potansiyel olarak görülebilecektir. Söz konusu potansiyelin genişliği ölçüsünce de insan, birbirine zıt bazı özelliklere sahip olabilecektir. Bu durumda, rasyonalitenin bir ölçüt olarak varsayıldığı bir zeminde, rasyonalitenin kendisi de felsefî bir problem hâline gelmektedir. Rasyonalitenin bir sorunsal olarak ele alınmasıysa; onun bir ölçüt olması bakımından anlamının ne olduğu, tam olarak neyin ölçümünde bize standartlar ve değerler sağladığı sorularını cevaplayabilmelidir.

Temel olarak rasyonaliteye duyulan en büyük ihtiyacın, her şeyden önce, belirli amaçlara ulaşmak için uygun araçları kullanmak olduğu, daha özel bir anlamdaysa bu ihtiyacın doğruya ulaşma ve yanlışı eleme konusunda belirdiği ifade edilebilir. Alvin I. Goldman (The Oxford Handbook of Epistemology –ed. Moser, P. K.- içinde, 2002, Oxford U. Press, s.145) “Bilimler ve Epistemoloji” başlıklı makalesinde rasyonel inancı epistemik bir hüner olarak niteleyerek rasyonel inançlara sahip olmanın akıldışı inançlara sahip olmaktan daha iyi olduğunu yazar. Goldman’in bakış açısına göre epistemoloji, epistemik inançlara ve inanç oluşturan yöntemlere ilişkin olarak gerekçelendirilmiş ve gerekçelendirilmemiş, garanti edilmiş ve edilmemiş gibi değerler yanı sıra aklî ve akıldışı değerlerini de biçen bir bilim dalı olarak normatiftir. Epistemolojinin bu değer biçici görevleri doğa bilimleri olarak adlandırılan ve evreni tanımamız ve açıklamamız için işlevsel olan bilme yöntemlerimizden farklılık arz etmektedir. Bu anlamda doğa bilimleri bir olgunun varlığı ya da yokluğu, içerdiği nedensellik ilişkisi, bağımlı olduğu koşullar ve yinelenme olanağı gibi değer taşımaktan ziyade tespit etmeye yönelik araştırma ve bulgularla ilgilidir. Örneğin suyun bir kaynama derecesine sahip olması bilimsel olarak ya vardır ya da yoktur; bu niteliğin iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış olması doğa bilimi açısından söz konusu değildir. Fakat suya ait bu niteliğin bilinmesi, doğru ya da yanlış olması bilen özne açısından iyi ya da kötü olabilecektir. Bu anlamda Goldman’in aklî inançlara sahip olmanın akıldışı inançlara sahip olmaktan daha iyi olduğu düşüncesi, özne açısından uygun öngörülere imkân sağlayacak bir anlama için olumlu bir değeri işaret etmektedir: bir nesneye ilişkin doğru inanca sahip bir öznenin o nesne hakkındaki yargısının da doğru olma olasılığı yüksek olacaktır. Bu anlamda aklîlik bize, yargılarımızın uygunluğu için epistemik bir çerçeve sağlamaktadır.

(Böylece dile getirilebilir ki Feyerabend’in (Yönteme Karşı’da) diğer geleneklerden birisi olarak sıradanlaştırdığı akılcılık, rasyonalite sorununun doğrudan kendisiyle ilgili değildir. Rasyonalite, hangi gelenek olursa olsun istisnasız hepsi için bir form ya da çerçeve sunmaktadır. Ancak Feyerabend için sorunlu bir alandır bu. Bilimde rasyonalitenin ihlali ile bu konu ayrıca ele alınması gereken bazı hassasiyetler içerir.)

Fakat doğruya ulaşma ve yanlışı eleme ihtiyacı, rasyonel canlılar olmak bakımından farklılaşan insana mı mahsustur? Örneğin doğru ve yanlış ikiliğini, uygun olan ve uygun olmayan olarak genellediğimiz takdirde, doğada bir tavşanın uygun gıdayı –örneğin zehirli olmayan mantarı- yemek konusunda doğru olanı belirlemek ve onu seçmek ihtiyacı da söz konusu değil midir?

Hayvan psikoloğu Wolfgang Kohler, maymunlar üzerinde yaptığı bir deneyle, maymunların bir yere yerleştirilmiş bir muzu elde etmek için nasıl hareket etmeleri gerektiğine karar vererek bunu başardıklarını göstermiştir. Bu deneyin sonuçlarını ele alan Searle, aklîliğin istenen amaçlara ulaşmak için uygun araçları kullanma olarak anlaşılması fikrine değinir. Buna göre, aklî olarak karar verme, amaçlarımızı gerçekleştirmemizi sağlayacak araçları seçme meselesidir. Karar verme durumuna, istenen amaçların önceden bir envanteriyle gelinir ve burada aklîlik, amaçlarımız için bir yol bulma meselesinden ibaret olur (Rationality in Action, Searle, J. R., 2001, The MIT Press).

Ancak, gerek farazî tavşan örneği gerekse de maymun deneyi, karar vermede uygun olan tutum veya uygun araçların tespit edilmesi yeterliliğini rasyonalite ile nasıl ilişkilendirmek gerektiğini bir sorun haline getirmektedir. En azından rasyonalitenin insanî olup olmadığı ya da hayvanlarda belli ölçüde bir aklîliğin mevcut olup olmadığı sorusu nasıl cevaplanmalıdır? Bu sayede rasyonaliteye ilişkin ölçüt belirleme sorunu da bir yön kazanacaktır.

Bu amaçla başvurulacak birbirinden farklı cevaplar ortaya koymak mümkünse de bu cevapların bir kesinlik içermeyecekleri ve gözlemleri biçimlendirecek bilimsel teorilere dayanan varsayımlardan türemiş olacakları söylenebilir. Örneğin rasyonalitenin belirgin kılınması için Açar da aynı türün bireyleri için değişmez ve biyolojik olan türe göreli temel/fundamental rasyonaliteyi, bireyden bireye değişen ve bağlamla sınırlandırılmış bireye göreli rasyonaliteden ayırır. Bu ayrıma göre türe göreli temel rasyonalite, türün üyelerinde ortak olup bu açıdan kültürden bağımsızken biyolojik olması nedeniyle bir ölçüte sahip değildir; bireye göreli rasyonaliteyse ise çevre ve bireysel özelliklere göre değişken olup kültürel bağlama göre ölçütlere sahiptir (Is Scientific Knowledge Rational?, Açar, H. R., Insan Publications, 2008).

Çevre ve organizma arasındaki ilişki üzerinden temellendirilen bu yaklaşımda amaçlar ve araçlar arasında kurulacak ilişkinin göreli yapısı, temel bir rasyonalitenin üzerinde yükselen aklîlik dereceleri fikrini yansıtmaktadır. Ancak kültürel bağlama dayalı ölçütlerin bireye göreli aklîliği, temel aklîlikten ayırmasının insanî varlığı açıklamaya yönelik olduğu değerlendirilebilecektir.

Bununla birlikte bir hayvanın olduğu kadar bir insanın da karar verme süreçlerini nelerin belirlediğine dair bilimsel bir kesinliğe sahip olduğumuz söylenemez. Örneğin Searle insanlar için, maymunun aksine, birden çok karar vermenin, şimdiki zamanın ötesinde zamanın organizasyonu ile ilgili olduğu için farklı aklîlikler bulunduğunu ifade etse de (Searle, a.g.e.) bu, mahiyet değil, sadece derece farklılığı olarak ele alınabilecektir. Nihayetinde bilinçlilik meselesine, özgür irade sorununa ya da kesin bilginin insanca edinilmesinin imkânına dayanan felsefî tartışmalar için nihaî bir uzlaşı mevcut değildir. Karar verme sürecinde belirleyici bir nitelik olarak ele alınabilecek olan rasyonalite hakkında da bu durumda nihaî bir uzlaşı söz konusu olamayacaktır.

Rasyonalitenin ne olduğu ve derecesinin belirlenmesi için farklı ölçütler geliştirilmek istenmiştir. Belki bu ölçütleri, yukarıdaki hayvan örnekleri açısından ele almak ve daha karmaşık durumlarla ilgili karar vermede insan lehine belirginleştirmek mümkündür. Fakat böylesi bir tutum da insan türünün kendi içinde bir aklîlik derecelemesine sokulmasını gerektirecektir. Bu durumda da günümüzün daha karmaşık yaşam biçimlerini tecrübe eden insanı ile daha basit yaşam formlarına sahip insanlar arasında uygun olmayan bir kıyaslamaya başvurulması gerekecektir. Tarihsel ve sosyal olarak farklı amaçlar ve farklı araçlara yönelik farklı aklîlik ölçütlerinin mevcudiyeti, yapılan bu tür kıyaslamaları sağlıksız kılacaktır. Üstelik Goldman’in, Amos Tversky ve Daniel Kahneman’ın yaptıkları ampirik insan araştırmaları neticesinde sıradan insanların rasyonelliği konusunda karamsar bir tablo çizmesi ve insan zihninin rasyonaliteden sistematik bir biçimde sapmaya yatkın olduğu sonucunu aktarması önemlidir. Çünkü söz konusu deneylerde deneklerin iyi eğitim almış kişiler arasından seçilmesi durumunda da sonuçta önemli bir değişme gerçekleşmemiştir (Goldman, a.g.e.).

Sonuç olarak rasyonalite hakkında yürütülen tartışmaların insanın ne olduğuna ilişkin Aristoteles ile başlayan tartışma açısından kritik bir öneme sahip olduğu ifade edilebilecektir. Çünkü rasyonalitenin ne olduğu sorusu kadar derecesinin belirlenmesi için de farklı ölçütlerin kullanılması, yukarıda ifade edildiği üzere sadece varsayımların farklı olmasından ileri gelen bazı farklı sonuçları mümkün kılmaktadır. Bu nedenle insan için farklı tanım denemeleri yapılmış ve insanın evren içindeki yeri bu tanım denemeleri ile belirlenmeye çalışılmıştır. En genel anlamıyla bu tanım denemelerinin, kullanılan ölçütlerle görünür olan belirli değerlerden ileri gelen bakış açılarını yansıttığı açıktır. İnsanın evrende kendi yerini belirlemek için yine kendi aklını kullanması bir anlamda bir paradoks ürettiği için (en azından Feyerabend’in geçerli tezlerinin mevcut olduğu ifade edilerek) rasyonalite özelinde insanın tanımına ilişkin tüm bu değerlendirmelerin göreli bir ön kabule yaslandığı dile getirilebilecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder