Anlamın mevcudiyeti iki koşula bağlıdır: anlam bir dili ve sonra iletişimi gerektirir. Bir cümlenin -tıpkı bir kelime veya harf gibi- kendi başına (yalıtılmış biçimde) anlamlı olup olmadığının tespit edilemesinin sebebi de bu koşullardır. Yine şeylere tekil olarak anlam yüklenemez olmasının sebebi de: aksine anlam hep verilidir; yani bütünün, her bir parçasına yüklediği tanım ve işlev olarak -(dil ve iletişim bağlamının belirlediği) anlam bir mesaj olarak aşkındır.
"Hiçbir şey anlamsız değildir" denildiğinde kast edilen de onun "bütün" içerisinde yeri olduğudur. Yaşam varlığın bir parçasıdır. Yaşadığımın bulduğum, bulduğumun (geçmişte) aradığım olduğunu görerek yaşamımın anlamını veya yazgımı okumuş olabilirim. (Yazgıyı okumak ya da yaşamı anlamak).
Olanın anlamını görmek için anlamın anlamını bilmek gerekli. Bu da bir cümlenin doğru olup olmadığını bilmek için doğrunun ne olduğu hakkında bir bilginin gerekmesine benzer: bunu bilmek için doğrunun anlamını bilmek gerektiği gibi... Doğruyu bulmak için anlamı, anlamı bilmek için doğruyu... Bu döngü, tek başına bir cümlenin doğru olup olmadığını neden bilemeyeceğimizin işaretini taşır. Her cümle bir bütünün parçasıdır ve anlam bütünün ruhudur, gâyesidir.
Doğru, anlama susamıştır ve anlam doğru ile değer taşır. Denildiği gibi "Yalnızca susayan suyu aramaz, su da susayanı arar."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder