Prolog
Fizik
dünya değişime tabidir. Bilim söz konusu değişime rağmen onu bilme yolu olarak
matematikleştirme/nicelleştirme yöntemini kullanır. Böylece duyulur olandan
düşünülür olana yükselme olanaklı mıdır?
Üç
nazarî ilim olan fizik, metafizik ve matematik nasıl bir ilişki temeline
sahiptir?
Aristoteles
felsefesinin en önemli değinilerinden birisi bilgi kavramımızın “değişmez” olan
ile ilgisidir. Bilgi –doğru olma gibi bir özelliği taşıması; doğruluk-hakikatle
ilgisi nedeniyle- sadece değişmeyen şeyler için söz konusudur, değişen şeylerin
bilgisi değil sanısı olabilir. Ancak bu şekilde bakıldığında bilgi, “hareket
etmeyen hareket ettirici” olan tanrı ile sınırlanır. Tanrıyı diğer şeylerden
ayıran yönü değişime konu olmamasıdır. Tanrının böylece bilgiye konu olması,
bilgi daima bir şeyin bilgisi olduğu için veya bilgi varlıktan sonra geldiği
için onun var olduğuna (olması gerektiğine) mantıksal bir gerekçe de sunar.
Meşşailer bu gereklilik nedeniyle tanrının varlığını zorunlu sayarlar. Bir
şeyin zorunlu olması esasen varlığa ilişkin (ontolojik) bir mesele değil,
mantığa ilişkin bir meseledir. Bu nedenle tanrının varlığı, ontolojik olmaktan
ziyade mantıksal bir gerekliliktir.
Bu
mantıksal zorunluluk, aklın zorunlu doğrularının var olduğunu ve eğer bunlar
varsa zorunlu olmayan/mümkün doğruların da var olması gerektiği sonucunu verir.
Aklın zorunlu doğruları, tıpkı tanrının varlık hâli gibi değişmez doğrulardır:
“Bütün her bir parçasından büyüktür” gibi önermeler zorunlu ve a priori doğrulardır. Zorunlu doğrular,
bize değişmez “varlık durumları” sunmak yoluyla ontoloji hakkında hükümler
oluşturma olanağı sağlarlar. Şu hâlde tanrıdan başka da bilgimize konu olan –ve
haklarındaki hükümler yanılmaz doğrulukta olduklarından vehim veya varsayım
olamayacak- kesinlikte nesneler mevcuttur.
Şu
ana kadar düşünme yolunda şu sıra izlendi:
Ontolojiden
bilgi mantığına ve oradan tekrar ontolojiye dönüş.
Değişime
konu olmayan varlık (tanrı) => zorunlu doğrular => zorunlu varlık
durumları (ve onları ifade eden apodiktik önermeler).
Akıl
yapımız ve varlık arasındaki bu bağlantı (zorunlu varlığın mevcudiyeti ve
onunla ilgili yargımız) bizi metafiziğe (veya tanrının durumuyla ilgili bir
akıl yürütme belirdiği için Heidegger’in iması ile onto-teolojiye) yönlendirir.
1.
1.1.Fiziksel
dünya değişime konu olması nedeniyle bilginin konusu değildir. Onda zorunluluk
bulunmaz. Zorunlu varlık durumları ve bunların fiziksel dünyada bulunmaması, “zorunlu”
kavramının gerçekliğine dikkat kesilmeyi gerektirmiş ve (“zorunlu”yu görmediğimiz düşünülen/makul ile gördüğümüz duyulanı birbirinden ayıran) Platon, fiziksel/maddî
dünyayı mümkün varlıkların dünyası saymıştır. Mümkün (esasen mantıksal bir
terim olmakla birlikte), ontolojik bağlamda var olması zorunlu olmayan demektir.
Bu nedenle şayet gerçekten bilgi (ve doğruluk/hakikat) arıyorsak var olması
zorunlu olmayan bu nesnelerin öncelikle mantıksal olarak/kategorik açıdan var
olmaları için mevcut olması gereken cinslerinin araştırılması gerekir. Bu araştırma, (ontolojik
açıdan) varolanlara varlıklarını verecek bir tümelin araştırması demektir. Tümel
ise esasen/kökensel yönden zorunluluk gibi mantıksal bir kavramdır. Ancak tıpkı
zorunluluğun bir şey (varolan) hakkında bir yargı olması, bir nitelik olarak
varlığı izlemesi gibi tümelin de bir şey hakkında olması söz konusu
olabileceğinden o aynı zamanda ontolojik alana, bir varlık durumuna dairdir. (Aristoteles’in
tümelleri ousia/töz olarak ele alma
gerekçesi de budur.)
1.2. Platon,
bir tümelin hakkında olduğu bu varlık durumuna “idea” adını verir. O hâlde bir
idea, zorunlu varlıktır; bilgi de ancak ideanın bilgisiyse zorunlu doğrudur. İdea
sözcüğünün aslı olan “eidos”un Yunancadaki ilk anlamı “bir şeyin dış görünüşü” veya
“birisinin gördüğü şey” iken Platon’un onu sofistike bir tarzda farklı bir
anlamda kullandığı görülür (Francis Peters’in izahatına ve ayrıca Heidegger’in
metafizik eleştirilerine bakılabilir). Platon’un idea kuramı gerçeklik hakkında
bir ontoloji sunarak metafiziğe ilişkin bir çerçeve sağlar: Şayet sadece
ideanın bilgisi söz konusuysa gerçeklikte varolan da sadece ideadır. Diğer bir
deyişle gerçeklikten söz etmek istiyorsak ideadan/eidostan söz etmeliyiz. (Ona
göre devler maddeci fakat tanrılar eidosların dostlarıdır.)
1.3. İnsanın
gerçekliği nasıl kavrayabileceği meselesi metafizik yapmanın da olanağını
verir: gerçeklik fiziksel/maddî/atomik dünyada değil de idealar dünyasında ise
ancak düşünme ile gerçeği kavrayabiliriz. İdealar aynı zamanda tümeller (ve
ikincil tözler) olduklarından bizim fiziksel dünyada gözlemlediğimiz nesnelerin
bize gözükebilmeleri ancak bu tümellere sahip olduğumuz zaman mümkün olur.
Zihnimizde elma tümeli/kavramı/ideası yoksa elmayı gördüğümüzde tanıyamayız.
Platon bu nedenle a priori olarak
ideaların bilgisine sahip olduğumuz, ancak onun hatırlanmasına gerek duyduğumuz
düşüncesindedir. Menon diyaloğunda,
okuma yazma bilmeyen kölenin geometrik çıkarım yapabilmesi, matematik
bilgilerimizin de zihnimizde a priori
bulunduğunu örnekler. Platon, matematiksel nesnelerin zihinde a priori mevcudiyetini, onların da idea
olmalarıyla açıklar. Bütün idealar, zihne bağımlı olmamak anlamında nesnel
gerçekliğe sahiptirler. En genel anlamıyla tanrı (ideaların ideası), tümeller,
matematik nesneler, değerler bilinebilir var olanlardır.
2.
2.1.
Aristoteles, idealardan oluşan bir varlık (metafizik) alanı düşüncesinde
sorunlar olduğunu düşünerek metafiziği ilk kez sistematik bir biçimde araştırma
konusu yapar.
2.2.
“Değişime konu olmayan varlık => zorunlu doğrular => zorunlu varlık durumları”
bağlantısını bilgi sorunu açısından fiziksel dünyayı da içerecek şekilde
yeniden düzenler. Fakat o da fiziksel dünyanın bilgisi olamayacağı konusunda
hemfikirdir. Platon’dan ayrıldığı nokta, nesneleri bilmemizi sağlayan ideanın/eidosun
yeniden Platon-öncesi anlama döndürülme gereğidir: idea sadece akılla/nous ile
kavranabilen bir makul değil, aynı zamanda dış görünüşte (tekilde, birincil
tözde faş olan) olarak mevcuttur. İdea, duyulur şeyin (aisthêta’nın) nedeni ise onlardan ayrı olarak (tôpos noêtos’ta) bulunmaz, aisthêta’ye
içkindir. Öyleyse Platon’da belirsizlikler mevcutken platoncu gelenekte bariz
olarak mevcut olan fiziksel dünyanın dışında bir varlık alanındaki idea fikri,
Aristoteles’te eşyaya içkin idea fikrine dönüşmüştür: fiziksel nesneler de
dâhil olmak üzere her şey ideasını kendinde içerir. Bu nedenle Aristoteles’e
göre ousia (birincil töz) her bir
nesnenin kendisidir/tekildir. Diğer bir deyişle idea, (şeyin kendisinden pay
aldığı) ayrı bir töz değil bir ilkedir, formel nedenidir (ideanın şeye
maddî/varoluşsal neden olma veya pay verme yoluyla Platoncu neden olma
kuramından farklı olarak Aristotelesçi neden olma kuramı formeldir).
2.3.
Bir nesnenin ideası, o nesneye biçim veren formudur. Form hem ontolojinin hem
epistemolojinin konusudur: form, nesnenin maddesini biçimlendirerek onu
kuvveden fiili duruma çıkarmak yoluyla var kıldığından ontolojinin, nesnenin
bilmeye konu olan yönü olmak bakımından epistemolojinin konusudur. Nesnenin eidos’u aklın; yani kavramsal (nous) ve duyumsal (aisthêsis) nesnelere yönelik bilme yetisinin bulunduğu zihne girerek
bilfiil/enêrgeia hâle gelir ve
bilinir (entelêkheia: özden forma
geçiş). Form, ontolojik olarak (ikincil) töz iken epistemolojik olarak tümeldir/cinstir.
Dolayısıyla Aristoteles’te metafizik âlem, fiziksel dünyanın dışında değil, ona
içkindir. Ancak metafizik nesneler fizik dünyanın gözlemiyle değil düşünme
yoluyla kavranır. Aristoteles bu nedenle gerçeklik hakkında Platon ile aynı
fikirdedir: tümeller, matematiksel nesneler ve (etik, estetik, epistemik) değerler
vardırlar ve insan zihninden bağımsızdırlar. Bu nedenle bunlar değişime konu
değildirler. Bu durum form için de geçerlidir. Bunların tamamı değişime konu
değillerse daima aynıdırlar ve onların aynı olmalarına rağmen fiziksel dünyada
gözlemlenebilen çeşitliliklerin de kaynağıdırlar. Şu hâlde tümelin ya da formun
tekliğine rağmen nesnedeki çokluk nedeniyle ortaya çıkan kategorik farklılık
söz konusudur. Form tek iken nesne çoktur ve bu yüzden de söz konusu çokluğu
bir araya getiren anlamında onlara “uni-versal” (küllî) denilir.
2.4.
Varlık da (tıpkı kozmos gibi çokluğu bir araya getiren düşünsel) bir tümel
olduğu için onunla var olanlar arasında da teklik-çokluk ilişkisi, tümel-tikel
ilişkisi vardır (Vücud-mevcud). Vücud, maddenin fiili hâle gelmesiyle
mevcutlara kaynaklık eder (ilkedir). Bu açıdan Varlık düşünceye konu
edinildiğinde, onun hiç değişmeyen, hareket etmeyen bir hâlden madde içeren ve
farklı düzeylerde fiilî hâle gelen bir çeşitlilikle karşılaşılır. Madde
içermediği için değişime de (oluş-bozuluşa da) konu olmayan töz (ousia) olarak varlık saf form olarak
tanrıdır ve o aynı zamanda bütün var olanların kendisine bağlı olduğu universal olarak varlık tümelidir. En
üst düzeyde form ve madde birdir; bir kuvve, diğeri fiili hâlidir aynı şeyin. Mevcudat
ise bu tözün farklı düzeylerde maddede fiili hâle gelişinin sonucu olarak
ortaya çıkar.
3.
3.1.
Mantığın özdeşlik ilkesinden yola çıkılmak suretiyle nesnelerin bilgilerini
ediniriz. A ile A-değil arasındaki farklılıklar form bilgimize dayanır. Bir şeyin
tanımı, o şeyin mahiyetinin ne olduğunun ifade edilmesidir; mahiyet ise şeyin
tözüdür, töz ise formdur.
3.2.
İbn Sina’nın Aristoteles’e kattığı en önemli şey, bilgimize konu olmak
bakımından zorunlu doğruların konusu olan zorunlu varlık durumlarını göstermesidir.
Böylece tümel-tikel ikiliğindeki teklik-çokluk ilişkisini zorunlu-mümkün
ikiliğiyle açmış ve zihinden bağımsız gerçeklik ile ondaki zorunlu bilgiyi
birleştirmiştir.
3.3.
Aristotelesçi çizgide mantığın ontolojiye uygulanması şunları verir: Bizim
insan olmamız (rûh) hasebiyle nesneleri madde ve form diye ayırabilme melekemiz
var. Bu, en temelde maddesiz formun varlığını görebilmemizi ve böylece
gerçeklik ve metafizik alana yönelebilmemize olanak sağlar. Madde ve formu
ayırdıktan sonra formları görebilmek, düşünce yoluyla nesneler hakkında bilgi
edinebilmek demektir. Aynı zamanda kuramsal düşünme melekesiyle doğayı ve var
olanları açıklama yeteneği demektir. Esasen insanın düşünen olmasıyla
vurgulanan kuramsal düşünmedir; pratik düşünmenin gerektirdiği akıl (neden-sonuç
ilişkisi çıkarımı) hayvanda da mevcuttur. Ancak hayvan madde ve form ayrımı
yapamadığı (soyutlayamadığı) için gerçeklik alanındaki değişmez nitelikteki
nesnelerin (tümeller, matematik nesneler, değerler) bilgisine yükselemez. Bu,
varoluşu anlamlı hâlde açıklayacak nazarî bakış gerektirir.
3.4.
Nazarî bakışla üç temel ilim vardır: fizik, matematik, ilahiyat (metafizik,
onto-teoloji). Fizik, değişen şeyler hakkındadır ama zihinden bağımsız
gerçeklik ile ilgilidir. İlahiyat, değişmeyen şeyler hakkında ve zihinden
bağımsız gerçeklik ile ilgilidir. Matematikse değişmeyen şeyler hakkında ve gerçeklikle
ile ilgilidir ama bu gerçeklik makuldür (matematiksel nesnelerin maddesi makuldür).
Yine de ona göre saf düşünce ile matematik nesnelere ulaşamayız. Çünkü
tümellerin şeylerde içkin olması gibi matematik nesneler de şeylerde içkindir
(nokta, doğru veya yüzey cisim içindedir). Akıl aracılığıyla bunlar şeyden
ayrıştırılır. Matematikçi akıl aracılığıyla fiziksel dünyadaki şeylerden
soyutlamayla matematik nesneleri elde eder. Fizikçi cismin kendisiyle (hem
madde hem form ile) ilgiliyken matematikçi cisimle değil, ondan soyutladığı
matematiksel (formel) bilgiyle ilgilidir.
3.5.
Bilim, matematik gerektiriyorsa bilim metafiziksiz olamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder