19 Aralık 2021 Pazar

Form, Madde ve Matematik

Prolog
Fizik dünya değişime tabidir. Bilim söz konusu değişime rağmen onu bilme yolu olarak matematikleştirme/nicelleştirme yöntemini kullanır. Böylece duyulur olandan düşünülür olana yükselme olanaklı mıdır?
Üç nazarî ilim olan fizik, metafizik ve matematik nasıl bir ilişki temeline sahiptir?
Aristoteles felsefesinin en önemli değinilerinden birisi bilgi kavramımızın “değişmez” olan ile ilgisidir. Bilgi –doğru olma gibi bir özelliği taşıması; doğruluk-hakikatle ilgisi nedeniyle- sadece değişmeyen şeyler için söz konusudur, değişen şeylerin bilgisi değil sanısı olabilir. Ancak bu şekilde bakıldığında bilgi, “hareket etmeyen hareket ettirici” olan tanrı ile sınırlanır. Tanrıyı diğer şeylerden ayıran yönü değişime konu olmamasıdır. Tanrının böylece bilgiye konu olması, bilgi daima bir şeyin bilgisi olduğu için veya bilgi varlıktan sonra geldiği için onun var olduğuna (olması gerektiğine) mantıksal bir gerekçe de sunar. Meşşailer bu gereklilik nedeniyle tanrının varlığını zorunlu sayarlar. Bir şeyin zorunlu olması esasen varlığa ilişkin (ontolojik) bir mesele değil, mantığa ilişkin bir meseledir. Bu nedenle tanrının varlığı, ontolojik olmaktan ziyade mantıksal bir gerekliliktir.
Bu mantıksal zorunluluk, aklın zorunlu doğrularının var olduğunu ve eğer bunlar varsa zorunlu olmayan/mümkün doğruların da var olması gerektiği sonucunu verir. Aklın zorunlu doğruları, tıpkı tanrının varlık hâli gibi değişmez doğrulardır: “Bütün her bir parçasından büyüktür” gibi önermeler zorunlu ve a priori doğrulardır. Zorunlu doğrular, bize değişmez “varlık durumları” sunmak yoluyla ontoloji hakkında hükümler oluşturma olanağı sağlarlar. Şu hâlde tanrıdan başka da bilgimize konu olan –ve haklarındaki hükümler yanılmaz doğrulukta olduklarından vehim veya varsayım olamayacak- kesinlikte nesneler mevcuttur.
Şu ana kadar düşünme yolunda şu sıra izlendi:
Ontolojiden bilgi mantığına ve oradan tekrar ontolojiye dönüş.
Değişime konu olmayan varlık (tanrı) => zorunlu doğrular => zorunlu varlık durumları (ve onları ifade eden apodiktik önermeler).
Akıl yapımız ve varlık arasındaki bu bağlantı (zorunlu varlığın mevcudiyeti ve onunla ilgili yargımız) bizi metafiziğe (veya tanrının durumuyla ilgili bir akıl yürütme belirdiği için Heidegger’in iması ile onto-teolojiye) yönlendirir.


1.
1.1.Fiziksel dünya değişime konu olması nedeniyle bilginin konusu değildir. Onda zorunluluk bulunmaz. Zorunlu varlık durumları ve bunların fiziksel dünyada bulunmaması, “zorunlu” kavramının gerçekliğine dikkat kesilmeyi gerektirmiş ve (“zorunlu”yu görmediğimiz düşünülen/makul ile gördüğümüz duyulanı birbirinden ayıran) Platon, fiziksel/maddî dünyayı mümkün varlıkların dünyası saymıştır. Mümkün (esasen mantıksal bir terim olmakla birlikte), ontolojik bağlamda var olması zorunlu olmayan demektir. Bu nedenle şayet gerçekten bilgi (ve doğruluk/hakikat) arıyorsak var olması zorunlu olmayan bu nesnelerin öncelikle mantıksal olarak/kategorik açıdan var olmaları için mevcut olması gereken cinslerinin araştırılması gerekir. Bu araştırma, (ontolojik açıdan) varolanlara varlıklarını verecek bir tümelin araştırması demektir. Tümel ise esasen/kökensel yönden zorunluluk gibi mantıksal bir kavramdır. Ancak tıpkı zorunluluğun bir şey (varolan) hakkında bir yargı olması, bir nitelik olarak varlığı izlemesi gibi tümelin de bir şey hakkında olması söz konusu olabileceğinden o aynı zamanda ontolojik alana, bir varlık durumuna dairdir. (Aristoteles’in tümelleri ousia/töz olarak ele alma gerekçesi de budur.)

1.2. Platon, bir tümelin hakkında olduğu bu varlık durumuna “idea” adını verir. O hâlde bir idea, zorunlu varlıktır; bilgi de ancak ideanın bilgisiyse zorunlu doğrudur. İdea sözcüğünün aslı olan “eidos”un Yunancadaki ilk anlamı “bir şeyin dış görünüşü” veya “birisinin gördüğü şey” iken Platon’un onu sofistike bir tarzda farklı bir anlamda kullandığı görülür (Francis Peters’in izahatına ve ayrıca Heidegger’in metafizik eleştirilerine bakılabilir). Platon’un idea kuramı gerçeklik hakkında bir ontoloji sunarak metafiziğe ilişkin bir çerçeve sağlar: Şayet sadece ideanın bilgisi söz konusuysa gerçeklikte varolan da sadece ideadır. Diğer bir deyişle gerçeklikten söz etmek istiyorsak ideadan/eidostan söz etmeliyiz. (Ona göre devler maddeci fakat tanrılar eidosların dostlarıdır.)

1.3. İnsanın gerçekliği nasıl kavrayabileceği meselesi metafizik yapmanın da olanağını verir: gerçeklik fiziksel/maddî/atomik dünyada değil de idealar dünyasında ise ancak düşünme ile gerçeği kavrayabiliriz. İdealar aynı zamanda tümeller (ve ikincil tözler) olduklarından bizim fiziksel dünyada gözlemlediğimiz nesnelerin bize gözükebilmeleri ancak bu tümellere sahip olduğumuz zaman mümkün olur. Zihnimizde elma tümeli/kavramı/ideası yoksa elmayı gördüğümüzde tanıyamayız. Platon bu nedenle a priori olarak ideaların bilgisine sahip olduğumuz, ancak onun hatırlanmasına gerek duyduğumuz düşüncesindedir. Menon diyaloğunda, okuma yazma bilmeyen kölenin geometrik çıkarım yapabilmesi, matematik bilgilerimizin de zihnimizde a priori bulunduğunu örnekler. Platon, matematiksel nesnelerin zihinde a priori mevcudiyetini, onların da idea olmalarıyla açıklar. Bütün idealar, zihne bağımlı olmamak anlamında nesnel gerçekliğe sahiptirler. En genel anlamıyla tanrı (ideaların ideası), tümeller, matematik nesneler, değerler bilinebilir var olanlardır.

2.
2.1. Aristoteles, idealardan oluşan bir varlık (metafizik) alanı düşüncesinde sorunlar olduğunu düşünerek metafiziği ilk kez sistematik bir biçimde araştırma konusu yapar.
2.2. “Değişime konu olmayan varlık => zorunlu doğrular => zorunlu varlık durumları” bağlantısını bilgi sorunu açısından fiziksel dünyayı da içerecek şekilde yeniden düzenler. Fakat o da fiziksel dünyanın bilgisi olamayacağı konusunda hemfikirdir. Platon’dan ayrıldığı nokta, nesneleri bilmemizi sağlayan ideanın/eidosun yeniden Platon-öncesi anlama döndürülme gereğidir: idea sadece akılla/nous ile kavranabilen bir makul değil, aynı zamanda dış görünüşte (tekilde, birincil tözde faş olan) olarak mevcuttur. İdea, duyulur şeyin (aisthêta’nın) nedeni ise onlardan ayrı olarak (tôpos noêtos’ta) bulunmaz, aisthêta’ye içkindir. Öyleyse Platon’da belirsizlikler mevcutken platoncu gelenekte bariz olarak mevcut olan fiziksel dünyanın dışında bir varlık alanındaki idea fikri, Aristoteles’te eşyaya içkin idea fikrine dönüşmüştür: fiziksel nesneler de dâhil olmak üzere her şey ideasını kendinde içerir. Bu nedenle Aristoteles’e göre ousia (birincil töz) her bir nesnenin kendisidir/tekildir. Diğer bir deyişle idea, (şeyin kendisinden pay aldığı) ayrı bir töz değil bir ilkedir, formel nedenidir (ideanın şeye maddî/varoluşsal neden olma veya pay verme yoluyla Platoncu neden olma kuramından farklı olarak Aristotelesçi neden olma kuramı formeldir).

2.3. Bir nesnenin ideası, o nesneye biçim veren formudur. Form hem ontolojinin hem epistemolojinin konusudur: form, nesnenin maddesini biçimlendirerek onu kuvveden fiili duruma çıkarmak yoluyla var kıldığından ontolojinin, nesnenin bilmeye konu olan yönü olmak bakımından epistemolojinin konusudur. Nesnenin eidos’u aklın; yani kavramsal (nous) ve duyumsal (aisthêsis) nesnelere yönelik bilme yetisinin bulunduğu zihne girerek bilfiil/enêrgeia hâle gelir ve bilinir (entelêkheia: özden forma geçiş). Form, ontolojik olarak (ikincil) töz iken epistemolojik olarak tümeldir/cinstir. Dolayısıyla Aristoteles’te metafizik âlem, fiziksel dünyanın dışında değil, ona içkindir. Ancak metafizik nesneler fizik dünyanın gözlemiyle değil düşünme yoluyla kavranır. Aristoteles bu nedenle gerçeklik hakkında Platon ile aynı fikirdedir: tümeller, matematiksel nesneler ve (etik, estetik, epistemik) değerler vardırlar ve insan zihninden bağımsızdırlar. Bu nedenle bunlar değişime konu değildirler. Bu durum form için de geçerlidir. Bunların tamamı değişime konu değillerse daima aynıdırlar ve onların aynı olmalarına rağmen fiziksel dünyada gözlemlenebilen çeşitliliklerin de kaynağıdırlar. Şu hâlde tümelin ya da formun tekliğine rağmen nesnedeki çokluk nedeniyle ortaya çıkan kategorik farklılık söz konusudur. Form tek iken nesne çoktur ve bu yüzden de söz konusu çokluğu bir araya getiren anlamında onlara “uni-versal” (küllî) denilir.

2.4. Varlık da (tıpkı kozmos gibi çokluğu bir araya getiren düşünsel) bir tümel olduğu için onunla var olanlar arasında da teklik-çokluk ilişkisi, tümel-tikel ilişkisi vardır (Vücud-mevcud). Vücud, maddenin fiili hâle gelmesiyle mevcutlara kaynaklık eder (ilkedir). Bu açıdan Varlık düşünceye konu edinildiğinde, onun hiç değişmeyen, hareket etmeyen bir hâlden madde içeren ve farklı düzeylerde fiilî hâle gelen bir çeşitlilikle karşılaşılır. Madde içermediği için değişime de (oluş-bozuluşa da) konu olmayan töz (ousia) olarak varlık saf form olarak tanrıdır ve o aynı zamanda bütün var olanların kendisine bağlı olduğu universal olarak varlık tümelidir. En üst düzeyde form ve madde birdir; bir kuvve, diğeri fiili hâlidir aynı şeyin. Mevcudat ise bu tözün farklı düzeylerde maddede fiili hâle gelişinin sonucu olarak ortaya çıkar.

3.
3.1. Mantığın özdeşlik ilkesinden yola çıkılmak suretiyle nesnelerin bilgilerini ediniriz. A ile A-değil arasındaki farklılıklar form bilgimize dayanır. Bir şeyin tanımı, o şeyin mahiyetinin ne olduğunun ifade edilmesidir; mahiyet ise şeyin tözüdür, töz ise formdur.

3.2. İbn Sina’nın Aristoteles’e kattığı en önemli şey, bilgimize konu olmak bakımından zorunlu doğruların konusu olan zorunlu varlık durumlarını göstermesidir. Böylece tümel-tikel ikiliğindeki teklik-çokluk ilişkisini zorunlu-mümkün ikiliğiyle açmış ve zihinden bağımsız gerçeklik ile ondaki zorunlu bilgiyi birleştirmiştir.

3.3. Aristotelesçi çizgide mantığın ontolojiye uygulanması şunları verir: Bizim insan olmamız (rûh) hasebiyle nesneleri madde ve form diye ayırabilme melekemiz var. Bu, en temelde maddesiz formun varlığını görebilmemizi ve böylece gerçeklik ve metafizik alana yönelebilmemize olanak sağlar. Madde ve formu ayırdıktan sonra formları görebilmek, düşünce yoluyla nesneler hakkında bilgi edinebilmek demektir. Aynı zamanda kuramsal düşünme melekesiyle doğayı ve var olanları açıklama yeteneği demektir. Esasen insanın düşünen olmasıyla vurgulanan kuramsal düşünmedir; pratik düşünmenin gerektirdiği akıl (neden-sonuç ilişkisi çıkarımı) hayvanda da mevcuttur. Ancak hayvan madde ve form ayrımı yapamadığı (soyutlayamadığı) için gerçeklik alanındaki değişmez nitelikteki nesnelerin (tümeller, matematik nesneler, değerler) bilgisine yükselemez. Bu, varoluşu anlamlı hâlde açıklayacak nazarî bakış gerektirir.

3.4. Nazarî bakışla üç temel ilim vardır: fizik, matematik, ilahiyat (metafizik, onto-teoloji). Fizik, değişen şeyler hakkındadır ama zihinden bağımsız gerçeklik ile ilgilidir. İlahiyat, değişmeyen şeyler hakkında ve zihinden bağımsız gerçeklik ile ilgilidir. Matematikse değişmeyen şeyler hakkında ve gerçeklikle ile ilgilidir ama bu gerçeklik makuldür (matematiksel nesnelerin maddesi makuldür). Yine de ona göre saf düşünce ile matematik nesnelere ulaşamayız. Çünkü tümellerin şeylerde içkin olması gibi matematik nesneler de şeylerde içkindir (nokta, doğru veya yüzey cisim içindedir). Akıl aracılığıyla bunlar şeyden ayrıştırılır. Matematikçi akıl aracılığıyla fiziksel dünyadaki şeylerden soyutlamayla matematik nesneleri elde eder. Fizikçi cismin kendisiyle (hem madde hem form ile) ilgiliyken matematikçi cisimle değil, ondan soyutladığı matematiksel (formel) bilgiyle ilgilidir.

3.5. Bilim, matematik gerektiriyorsa bilim metafiziksiz olamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder