Muhafazakâr
ideoloji, dinî araçsallaştırırak geniş bir kitleye erişebilme
kabiliyetiyle donanmışsa da modern olmaklığı bakımından diğer
ideolojilerden herhangi bir farklılık içermemektedir. Hatta
-toplumu mekanik değil organik olarak ele almakla- değişmeyi
gerekli görmekte ve fakat devrimci değil tedricî bir değişmeyi
olumlamaktadır. Bu yönden muhafazakârlık, yeniyi reddetmekten
fazla olarak eski olanın modernlik içerisinde sürekliliğini
vurgulamaktır. Mevcut şartlar yıkıcı bazı olumsuzluklar ya da
toplumun ekonomik ve güvenliğe ilişkin temel kaygılarını tehdit
edici bir durum içermedikçe genel eğilimin muhafazakârca
olmasının sebebi de budur. Yeniye karşı toplumsal eğilimi
biçimlendirme siyaseti olarak muhafazakârlığın yaygın şekilde
bir adaptasyon aracı olduğu olduğu söylenebilir: 1950'de iktidara
gelen DP'nin "devrimlerin" bazısını geri alma gayreti,
Türk siyasetinde muhfazakârlığın sıkça başvurduğu bir
söylemin de esası olmuştur fakat hiçbir parti iktidar sürecinde
bu yönde bir pratik geliştirme çabası içinde olmamıştır.
Aksine ilerleme, sanayileşme, demokratikleşme söylemlerine bağlı
olarak "asrî medeniyetler seviyesi" vurgulanmış ve
küresel ekonomiye entegrasyonda en büyük işlevi muhafazakârlar
yüklenmiştir. Arap devrimleri sonrasında da iktidara gelen,
muhafazakâr değerler üzerinden siyaset yapan İslâmcı hükümetler
de benzer bir hattı takip etmeye çalışmışlardır.
Yaklaşık olarak 1980'li yıllarla birlikte sözü edilmeye başlanan yeni muhazakârlık * (neo-conservatism) da bu noktada aynı tavrın bir temsilidir. Ne var ki bu adlandırma, Fransız Devrimi sürecinde bir tepki olarak gelişen muhafazakârlığın klasik anlamının dışında yeni bir ideoloji için kullanılmaktadır: Yeni muhafazakârlık, adını aldığı ideolojinin demokrasi ve moderniteye karşı tepkilerini aşmış, hatta muhafazakârlığın itiraz ettiği gelişen burjuva ideallerinin büyük bir kısmının savunulması ve yeniden canlandırılması eğilimi içinde olmuştur. Bu yönden siyasal ve iktisadî liberalizmle, Aydınlanma'nın rasyonalizmiyle ve ilerlemecilikle barışıktır demek mümkün. Klasik ve yeni muhafazakârlık arasındaki temel bir ayrılık kültür konusundadır: Muhafazakâr düşünce, tekniğe ilişkin olarak kapitalizmle uzlaşım içinde olmuş ve eleştirisini modernitenin ortaya çıkardığı kültürel biçimlenmeye yöneltmişti ancak bir kültür eleştirisi olarak yeni muhafazakârlık, bundan bağımsız olarak "sosyalizm, sosyal demokrasi gibi toplumcu pratiklere sırt çevirme" gayretiyle parlar. Bunun belirgin sebebi, 1968'de yaşanan öğrenci hareketleri ve savaş sonrası kuşağın sosyalizan esinler içeren özgürleşme talepleridir. Öğrencilerin yanı sıra zenciler, kadınlar, eşcinseller ile azınlıkların özgürlüklerini savunan karşı-kültürel muhtelif hareketlerin, toplumsal kurumların meşruiyetini tehdit etmesinin -özellikle Soğuk Savaş ekseni içerisinde- taşıdığı en büyük risk, bir şekilde geleneksel değerlerin liberal değerler ile sağladığı uyuşumun sosyalizmin yükselişi karşısında yok olma olasılığıdır. Fakat burada liberal değerlerden kastedilen, demokrasiye ilişkin olarak toplumsal alana yerleşmiş değerlerdir. Yeni muhafazakârlar, çokkültürlülüğe karşı oldukları kadar bireyin liberal önceliği konusunda da eski düşüncelerini bırakmamış, ortak faydaya vurgu yapmaya, bunun için de dinî söylem ve ahlâka yaslanmaya devam etmişler. Yine bir radikal fikirler saldırısına tepki hareketi olarak ortaya çıkan bu ideoloji, 68 hareketinin düşünsel kaynaklarından olan eleştirel teorinin, geç-kapitalizmle belirginleşen ekonomik, siyasî ve kültürel krizlere yönelik yorumlama kalıplarının karşı-eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır.
Horkheimer,
Adorno, Benjamin, Marcuse, Fromm gibi düşünürlerin 1930'larda
Frankfurt Okulu kapsamında ortodoks Marksizmin ve kapitalizminin
eleştirileriyle şekillendirdikleri iktisadî ve kültürel
yorumlama biçimi olarak eleştirel teori, modernliğin aklı
araçsallaştırması üzerinden liberal değerlerin sorgulanması
konusunda özellikle II. Savaş sonrasında yıkılan Avrupa
gençliğinin üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Demokratik
koalisyonun zaferine rağmen, yıkılan faşist modellerin çok hızlı
bir şekilde gelişip yaygınlaşmış olmasının verdiği tereddüt,
modernliğin ve rasyonalizmin ne ölçüde yıkıcı olabileceğini
göstermekliğiyle özellikle gençler arasında bir buhran ve şüphe
var etmiştir. Bununla birlikte savaş sonrasında toplumların
iktisaden kalkınabilmelerinin bir yolu olarak Keynesyen ekonomi
politikaları ve refah devleti paradigmasının sağladığı
güvenceleri arkasına alan 68 hareketi, ortaya çıkan Soğuk
Savaş'ın keskin uçlarına yönelmek yerine temelde bireyin
özerkliği ve toplumun özgürleşmesi adına yola çıkmıştır:
İçinde sadece siyasî yapıyı değil, ekonomiden cinselliğe her
şeyi sorgulayan kültürel bir yenileşme aramışlardır. -Bu
harekette Sovyetler'in legal ve illegal teşviki de ayrıca bir
tartışma konusudur.-
Yeni
muhafazakârlık fikrinin, 60'ların politik ve kültürel devrim
talepleri karşısında liberal değerleri savunan bir tepki olarak
gelişmesinin gerisindeki bu durum sebebiyle Helmut Dubiel, bu
ideolojide yeni olanın muhafazakârlık kavramının semantik özü
değil, tepki geliştirdiği tarihî bağlam olduğunu vurgular: Yeni
muhafazakârlık, burjuva toplumunun meşruiyet zemini üzerinde yani
burjuva modernliğinin değerleriyle şekillenmiş toplumsallığı
korumak için harekete geçmiş ve böylece, ABD ve Avrupa'da ortaya
çıkan neofaşist, fundamentalist ve popülist "yeni sağ"dan
ayrışmıştır. Bilhassa eğitim, kadın ve aile, cinsellik, dinin
uygulanması gibi kültürel alanlardaki mücadesiyle yeni sağcılık,
karşı-modernist savlar ve zorunlu olarak teveccüh ettiği
otoriter-irrasyonalist ve gerici çizgilerin hâkim olduğu politik
görüşleri içermektedir.
Yeni
muhafazakârlığın dogmatik olmayan sol ile aynı soruları
sorduğunu belirten Dubiel, postliberal bir biçimlenmeye evrilen
toplumsallığa dair makro gelişmelere duydukları ilgi bakımından
eleştirel teoriyle benzeştiklerini ileri sürer. Özellikle
kapitalizmin kültürel bir kriz içerisinde olduğu bu dönemde
postmateryalist değer yönelimlerine sahip toplumsallığa olan
ilgileri ortaktır. Üstelik eleştirel teorinin ortodoks Marksizm
yorumlarına dair kritiklerden doğduğu gibi yeni muhafazakârlık
da 50'li yıllarda McCarthy döneminin sağ-popülist akımlarının
eleştirisinden doğmuştur. McCarthy döneminin komünizmle mücadele
adına toplum üzerinde uyguladığı kültürel şiddet ve politik
baskıya karşı, yeni muhafazakârlıkta liberal değerler ve
burjuva demokrasisi için beliren tehdidi savuşturmaya yönelik bir
tepki içerimi dikkat çeker. Ne ki 60'lı yılların politik
özgürleşme hareketleri eleştirel teorinin -Habermas'ta
belirginleşen- "meşruiyet krizi"ne vurgusu gibi
"yönetilemezlik" kavramının öne çıkışına yol
açmıştır. 70'lere kadar devam eden Keynesyen istikrar
politikaları, bu yönden yeni muhafazakârlığın, devletin
müdahale kapasitesinin azaltılmasına yönelik programını
şekillendirmiştir. Ancak diğer taraftan özellikle Sovyetler
Birliği'nin çözülüşünü müteakip tek kutuplu dünya ya da
yeni dünya düzeni gibi adlar verilen yeni hâle uyumlu olarak yeni
muhafazakârlar, dünyanın çeşitli yerlerine müdahale edilmesi ve
modernleşmenin küresel ölçekte geçerli olması için de çaba
sarf etmektedirler: 1980'lerde ABD'de Reagan ve İngiltere'de
Thatcher önderliğinde hem Amerikan ve İngiliz hem de dünya
toplumları sadece onların bildiği bir nizâma doğru sürüklenmek
istenmiştir. Bu yönden ABD'nin, arkasına aldığı koalisyon ile
birlikte dünyanın jandarmalığına soyunması bu ideolojinin bir
pratiği olarak gözönüne gelir. Bu etkinleşmede yeni
ekonomi-politik olarak neoliberalizmin öne çıkması ve buna bağlı
olarak küreselleşme ve dünya piyasasının işler hâle
getirilmesi gayesiyle politika üretme ihtiyacı baskın
görünmektedir. Francis Fukuyama'nın "Tarihin Sonu" tezi
gibi tezlerle ideoloji, düşünsel bir yaygınlaşmaya da
kavuşturulmak istenmiştir; faşizmden sonra son büyük şeytan
sosyalizmin çöküşüyle birlikte burjuva demokrasisinden başka
bir çıkar yol kalmadığı yinelenir olmuştur.
1980
sonrasında Türkiye'deki aydınların solun ve sağın kalelerini
terk edip birer ikişer liberalleşmeleri, söz konusu ideolojik
yaygınlığı anlamak için bir ipucu barındırmaktadır. Ki bu
dönüşüm siyasal iktidarların da neoliberal tutumlarıyla gayet
uyumlu görünmektedir. Nihayetinde yeni muhafazakârlık,
1970'lerdeki petrol krizi sonrasında yeniden biçimlendirilen dünya
ekonomisinin ideolojisi olarak ABD ve Avrupa'dan sonra
demokratikleşme eğilimlerine paralel olarak yaygınlaşmış, yeni
şartların gereğine uygun pozisyonlar üreterek neoliberalizmin
taşıyıcısı olmuştur. Bu görevi, toplumların küreselleşme
için kültürel dönüşümlerinin ve değerlerin de maddesel
kaygılardan daha arınmış olarak postmateryalist nitelikte vücut
bulmasının zemini üzerinde rahatlıkla yerine getirdiği ve bunu
yaparken bazı dağınık ama savuşturulmaya müsait itirazlar
haricinde hiçbir engelle karşılaşmadığı görülmektedir. Bu
itibarla ismindeki yeni vurgusunun sadece bir taktik değişimine
yönelik olduğu, stratejininse aynı kaldığı da söylenmelidir.
* Bu
yazıda Helmut Dubiel'in "Yeni Muhafazakârlık Nedir?"
isimli kitabından yararlanılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder