19 Ağustos 2015 Çarşamba

Metafizik Notları-II: Bergson'da Bilgi Meselesi


"Gerçekte ayrı katı şeyler yok; sadece sonsuz bir oluş akışı vardır. İçinde hiçbir şeyin olmadığı ve bu hiçliğin olması için hiçbir şeyin bulunmadığı bir oluş ırmağı."

H. Bergson

Varlık'ın neliğini temel alan metafizik için ikinci mesele bilgi olmakla birlikte bu ikisi özde aynı şeylerdir ve sadece mevzuya nereden yaklaşıldığıyla ilgili bir ayrım sözkonusudur. -Tabi Varlık'ı oluştan ayırma öncülü göz ardı edilmeksizin bu denilebilir. (Vücut Meselesi: Kıyaslar ve Kategoriler)

Bilimsel paradigmaya koşut eğitim düzeneği -katı olan her şeyin buharlaşması olanağı- ideolojik olarak bilgiyi pozitivizmle açıklarken gündelik dünyada da pragmatizm, hem bilgiyi hem felsefeyi -ennihaye metafiziği- yozlaştırır sürekli: Günlük yaşam kanaatlerin bilgi diye adlandırıldığı bir gerçeklik düzleminde sürdürülür; şeyler, -ussal bir konumlanma olarak- özne ile yaptığı açı itibariyle bir görünüme ve bu görünümle etkileşimin doğurduğu bir değerlendirmeye tabidirler. Buna bilgi demenin hiçbir olanağı yoktur. Zaten metafizik denilen de metafizik değildir...

Bergson'un bilgi anlayışı için Metafizik Nedir?'de iki farklı bilme tarzı olduğu vurgusu erken açıklanmış bir sonuç gibi: İlki bilinen şeyin/nesnenin etrafında dolaşır, bilenin konumu ve bakış açısı itibariyle izafîdir. İkincisi onun içine girilerek edinilir, bakış açısı ve temsiller yoktur, mutlaka yani mükemmeliyete ilişkin bilgi budur.

Bundan önce Bergson'un Varlık'ı nasıl yorumladığı hatırlatılmalı: Evreni madde ve yaşam olarak ayırır -gündelik yaşam değil bu, maddenin katılığını aşan, cisimlerin arasında geçen özgür bir itilim. Ama bu esasta bir ayrım değil analitik bir kavrayış yoludur: Yaşamı maddenin karşısına koyar ve onu maddenin aşağı inişi/yoğunlaşmasına karşıt bir direnç olarak görür. Yaşam yukarı doğru bir eğilimdedir ve bir huni tasavvur ederek zirvede Mutlak'ı bulur. (Bu Mutlak, Hegel'in hayâl ettiği değildir tabi.)

Bergson'da bilgi meselesi -yani felsefî temel- akıl-içgüdü ayrımında belirir: Madde-yaşam ikiliği burada içgüdü kaynaklı olarak içgörü ve akıl arasındaki ikiliğe vücut verir. Akıl, sürekli değişim içinde olan tecrübî dünyayı kavrama aracıdır, ancak kullanabildiği malzeme olan fenomenlerdeki sürekli değişim onu zayıf kılar. Bu yüzden gerçek bilgi için sezgiye/içgörüye ihtiyaç vardır ve bunu içgüdü sağlar. (Sezgi çevirisi tartışmalı: intuition. Daha evvel Topçu, Tanpınar vs. sezgi dediği için böyle kullanılagelmiş ama çevirmen kelimenin Latincedeki "dikkatle bakma, tefekkür" olan anlamlarından hareketle içgörü'yü teklif etmede: Sezgi'nin kesinlikten ve açıklıktan uzak bir anlamı taşıdığı dikkate alınırsa içgörü'nün doğrudanlığı -ve aracısızlığı- daha makul ona göre.)

Maddesellik ve yaşamsallık ayrımının temeli bilginin ne olduğuna ilişkindir. İçgörünün edindiği bilgi, dolaysız ve aracısızdır; analizin belirli temsilleri kullanmasının aksine o doğrudan olması itibariyle -ve metafizik bilginin kendisi olması nedeniyle, metafizik, simgeleri aşma iddiasında bir bilimdir: Zihin, zihinle doğrudan doğruya görülür. Çünkü esas olarak var olan süredir Bergson'a göre, (süre, yaşamın madde karşısında ilerleyişidir; ya da özetle oluşun akışıdır. Bu, Herkalit'in ateşle sembolize ettiği oluş-akıştır; yoktur, sadece etki olarak bilinç tarafından duyulur ve bir sebebe bağlı olarak ortaya çıkıp, sonra yok olur. Bu onu var kılan niteliğidir; yokluğa bağlı bir var olmak: Koşullu olması sebebiyle (gövdeden ayrıdır) özsel değildir.

Hatırla:

"Bu dünya ki her şey için aynı

Ne tanrı yapısı ne kul

Hep var idi, var, var olacak:

Bir ölümsüz ateş ki

ölçüyle alevlenip

ölçüyle sönen." (35. Parça)

Ya da şunu söylemiştir Heraklit:

"Ruh ki bir soluk veriştir, kavrayan

Gövdeden ayrı, sürekli akan." (60. Parça) Herakleitos, Kırık Taşlar.)

Süre olarak zaman bütüncüldür, parçalanamaz ve başı sonu bulunamaz Bergson'a göre; onu parçalayan bilinçtir. -Deleuze'un (Bergsonculuk) sürenin iki niteliği olarak süreklilik ve heterojenlikten söz ederken sürenin bir deneyim olmaktan ötede deneyimin koşulu olduğundan söz etmesi gerçek-mutlak koşutluğu kapsamında Bergson felsefesinin Varlık'ı tanımlamasının anahtarıdır: Madde-yaşam ikiliği üzerinden dillendirilirse; uzayın aksine süre maddesel değil yaşamsaldır; bu onun mutlaklığından ileri gelir. - Onun bu bütünlüğü ya da olgular açısından mutlaklığı ânı gerektirir ve âna ilişkin kavramayı; bu kavrayış içgörüdür, bu sebepten bilgi -ya da gerçek- -zamansal olarak- sonsuz olması yönünden âna içkin olarak bilinebilir, -burada bellek girer konuya. Rasyonel düşüncenin zamanı mekân ile açıklaması ve onun varlığını uzaya bağlaması -koşullaması- yanıltıcıdır ve böylece zaman maddeleştirilmektedir. Zaman koşulsuz olarak var iken onun bir değişken olan mekân ile tanımı zamanın koşula bağlanması anlamına gelir. Rasyonel düşüncenin bu temel hatası bilgiyi sakatlar. Örneğin madde sadece görünümdür; içgörü, akıl gibi maddenin değişikliği içinde analizlerle uğraşmaz, o yaşamsal olarak şeyleri kavrar ve tanır. Süreye verilen bu değer açısından -yani gerçek o ise- ancak süreyle bütünlük gerekir. İçgörü, şeylerin bitimsiz döngüsü içerisindeki hareketi kavramanın tek yoludur ki akıl eşyayı statik olarak değerlendirme yolu olduğu için hareketi/süreyi kavrayamaz: Akıl, nesneyi bir fotoğraf gibi an içinde dondurup kavrayabilir sadece, bilimselliğin tüm yöntemi bununla sınırlıdır. Sonraki hâl için de aynını yaparak sayısı belirli (?) hâller zincirini gözlemleyerek hareketi anlamlandırır. (Analiz ile içgörü arasındaki kesin fark harekete ilişkin durumdur; analiz hareketsizlikle mümkünken içgörü süre olarak harekette konumlanır.) Süreden kopuş ise bilgiyi imkânsız kılar çünkü hareket ve değişim sonsuzdur. Nihayetinde rasyonalizmin erişebileceği bilgi deneysel ve gözlemsel olarak hariçtendir ve ne kadar nesnel olduğu değerlendirilse değerlendirilsin belirli bir anlam çevreni içindeki bir yorumdan fazla değeri yoktur. Bir görünüştür çünkü o.

(Burada Nietzsche hatırlanabilir, onun bilimsel bilginin nesnelliğini, (tümüyle kavramsal özne-nesne karşıtlığını) savuruşu önemli: "-nesnellik 'yan tutmaz bakış' olarak değil de (bu, kavranamaz ve saçma bir şeydir), sorunun olumsuz ya da olumlu yanlarını denetleyebilme ve bunları ortaya koyabilme yetisi olarak anlaşıldığında: İnsan, değişik bakış açılarını ve duygusal yorumları bilginin hizmetinde kullanmasını bilecektir." Nietzsche, -başta Kant'ın "kendinde şey" kategorizasyonundan türettiği ''kendi başına bilgi" kavramının ya da Hegel'in "Mutlak Tinsellik"i olmak üzere- düşünceye dair mutlak akıl kavrayışının -olgulara ve nesneye ilişkin- çelişkisini göstererek etkin ve yorumlayıcı olmaktan azade bir bakışa sahip -çelişki burada- bir göz fikrinin saçmalığına işaret eder: "Oysa, yalnızca belli bir açıdan görme vardır, yalnızca belli bir açıdan 'bilme'; bir şeyin üzerinde ne denli etkili konuşmamıza izin verilirse, o denli çok gözlere, farklı gözlere gerek vardır; o denli araştırdığımız nesnenin içine girip 'kavramamızı' nesnel kılarız." Bakma isteğini yadsımak olarak nesnellik zihni iğdiş etmek olacaktır. (Ahlakın Soykütüğü Üzerine)

Bergson bu konuda sistem sözcüğüne başvurur. Nesnelliğin iddia düzeyinde kalan kavrayış biçimi esasta olguyu belirli bir yapının içinde anlamlandırmaya dayanmak zorundadır. -Çünkü kavram herhangi bir şeyi diğerlerinden soyutlarken aynı zamanda onu anlamayı mümkün kılacak bir bütünlük içinde genellemek zorundadır da; anlam olmadığı taktirde olgunun işlevi olmayacaktır ve anlam olgunun kendinde olan bir değer değil, atıftır: her şey kavramlardan hangisine ağırlık verdiğimize bağlı olacaktır... İncelenen realiteye ne kadar dışarıdan bakış açısı ya da onu kapsayacak ne kadar daha geniş çember varsa bir o kadar da farklı sistem türeyecektir.

Nihayet, rasyonel düşünce şeyleri kendiliklerine ait değer ile ele alamaz, onu ancak akıl vasıtasıyla kategorize ederek, belirlenmiş müşterek nitelikler yönünde tasnifle kavrayabilir. (Şöyle der; analiz etmek, bir şeyi o olmayan şeye göre ifade etmekten ibarettir. Bu çaba bakış açılarının sonsuzca çoğalmasından başka bir şeye yaramayacaktır.) Rasyonel düşüncenin "pozitivist bakış"la ilişkisi zorunludur; şeyler, sebep-sonuç arasındaki değişim olasılıkları kapsamında yani olgusal olarak bilinebilirler buna göre. Oluşu ancak bir durumlar dizisi olarak kavrayan aklın analitiği şeyleri birbirinin dışında -ya da mekânsal sözcükle- uzaklık içinde görür, bu görüş Bergson'a göre yaşamı kavrama konusunda bir yeteneksizliğe işaret eder; geometri ve mantık ile katı cisimleri anlamak dışında bir işe yaramaz. (Bu üç esas -geometri, mantık, katılık- insan zihni tarafından türetilen temel kategori olan "düzen" fikrini de içermesi nedeniyle ilgiye değer; var oluş bir amaç içermemesi yönünden kesin bir rastgelelik içindedir -kaos da denilegelmiştir buna- ancak akıl, kendi amaçları -temelde var olma amacı olmak üzere- bir tasnife ihtiyaç duymuştur, nizam-ı âlem de tamamen aklîdir ve bir fikirden ibarettir bu sebeple. Budacı düşüncenin bu sebeple kozmolojiyi yadsıması, Logos'un Hıristiyanlıktaki işleviyle İslâm şeriatının aklı ön şart kabul etmesi arasındaki bağıntı düşünmeye değer.)

Burada Bergson'un madde ile akıl arasında kesin bir bağdaşım kurması söz konusudur. -Mollaer'in hatırlattığı gibi (Anadolu Sosyalizmine Bir Katkı) Bergson felsefesi bir çatışmanın ortasında doğmuştur: Metafizik ve pozitivizm arasındaki bu çatışma bilginin neliği ve değeri üzerinden gitmekle birlikte birlikte tek hatlı iki yaklaşımdan çok birbirine girişi çıkışı olan karışık bağlantılar içerir: Maddeyi cisimleştiren akıldır, oysa evren olarak var oluş sadece bir akıştır -sonsuz olasılıklar dalgası? Madde ve us arasında birbirini gerektirme ilişkisi olduğu fikrini -Bergson'u olumlamayan ve bir analitikçi olan- Russell da ustaca bulur: "Zekâ biçimlendikçe dış çizgiler ve yollar ortaya çıkmış ve ilkel akış, ayrı çizgilere bölünmüştür. Zekâ, etleri parçalayan bir kasaba benzetilebilir." (Batı Felsefesi Tarihi) -Bu noktada nesnelliğin durumuna ilişkin anlayışı verebilecektir; nitelik olarak ele aldıkları şey, esas itibariyle değişime açıklığı yönünden tam olarak niceldir. Zaten Bergson, gerçeği mutlakla ilişkili olarak ele alarak bilme yöntemi olarak rasyonalizmin analitiğini aşmada içgörü ile tutarlı bir yol izler, gerçeklikle mutlak arasında kurduğu koşutluk itibariyle tradisyonel bilgiye yakındır. (Bu konuda özellikle Schuon'un bilgi tanımı (Varlık, Bilgi, Din) kapsamında tartışılmaya açıktır. -Zihni bilginin ötesinde oluşun kendini mutlaka dahil etmesi meselesi. Ki Bergson içgörüyü bir empati olarak kurgular, bir şeyin oluşunda sadece ona ait olan esas ile kurulabilecek bir yakınlık veya bütünleşme/katılım/taşınım (bunu karşılıyacak doğru bir kelime yok belki. Bergson, metafizik bütünleştirici tecrübedir; der, bu tespit onun süre olarak aldığı Varlık ile bilgi arasındaki totaliteyi de özetler mahiyette.)

Deleuze, bir yöntem olarak içgörüyü felsefenin en gelişmiş yöntemlerinden birisi sayar; onun bir yöntem olarak içgörü tartışmasını bilginin ne olduğuna dair problemden ötede "bilginin imkânı" odağında ayrıca ele almak gerekli gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder