"Ölümlü gözlerle akla bakmak ve yeterince anlamak için yanıt ararken, Güneş’e
bakar gibi öğle zamanı gece karanlığı yaratmayalım...”
Platon, Yasalar
Türkçeye Arapçadan giren akıl kelimesi etimolojik köken itibariyle (ukla) dizginlemek/denetim anlamından türer. Yakın bir semantik ağ içerisinde Avrupa dillerine de geçtiği Latincedeki ratio kökünde bulunan hesaplama/oranlama ve tabiî bunun amacı olarak denetim anlamı esastır. Bu esas üzerinden dile getirirsek bir meleke olarak aklın çalışma prensibinin şeyler üzerindeki kontrolün kaynağı olarak (kıyas, hesap, oran, ölçü için gerekli) nedensellik bağını kurmakla ilişkili olması maddî yönüyle ilgilidir. Aklîleştirme yönelimi içerisinde olmaması itibariyle ve kendini aşkın bir ilkeye bağlaması anlamında "ilkel" diye anılan insanın aksine modern insan, bağımsızlaşma gücünü doğayı nedensellik düzlemi içinde kavrama yetisinden almaktadır. Aşkınlıktan kopuşla hâkimiyet kazanan akıl, doğada bulduğu mekanizmi çözümlediği oranda kendi kurallarını koymaya ve böylece tüm varoluşa hükmederek onu denetim altına almaya çalışmaktadır.

Bir anomali olarak ortaya çıkan modern dünyayı “az çok bütünüyle bilebildiklerimiz içinde tamamen maddi yönde gelişmiş tek uygarlık ” diye niteler Guénon. Onun taşıyıcısı olarak Avrupa'da beliren ve dünyaya yayılan uygarlık biçimi, şeyleri onların hiçbir aşkın bağı yokmuş gibi kavrarken her gün yeniden tecrübe edilmektedir ki insana da sadece maddî dünya için bir değer taşıyormuş gibi yaklaşır. Bu anlayışın doğal sonucu olarak baskınlığı giderek artan ve yaygınlaşan tüketim kültürü, insanların maddeye ve eşyaya bağımlılığı vasıtasıyla yoğun bir dünyevîleşme biçiminde zuhûr eder: Hayatın her ânını ve sahasını işgâl eden modernlik; giyim-kuşamdan yaşam tarzına, yeme-içme alışkanlıklarından topyekun tüketime, düşünceden hissedişe, bireysel varoluştan sosyal bütünlüğe, ahlâktan dine uzanan bir yelpazede geçerli tek bir değerler silsilesini hâkim kılmak istikametindedir. Bu değerler, maddesel olmayanın tamamen reddedilmesiyle biçimlenmekte, iktisaden liberal paradigmayla bağlantılı olarak farklılaşma, bireyselleşme ve çeşitlilik adı altında ortaya konulan tuhaf bir tektipleşmeyle karakterize olmaktadır. Uygarlıkların genişlemesine bağlı olarak tarih boyunca yeşeren kültürel çeşitliliğin aksine tüm hayatın standartlaşma eğilimine sürüklendiği modern dönemde, dünyanın iki ucundaki insanlar aynı şekilde giyinip aynı yemeği yemekte, onlarla beraber şehirler de sanki insanlarla beraber inançları, ahlâkları, kültürleri ve dünyaya yükledikleri anlamlar aynıymış gibi şekil alıp, yollarını aynı istikamete tevcih etmekteler.
Bu çalışmada, zihin dünyamızın tersyüz edilmişliğinin ürünleri aracılığıyla ne olduğunu anlayabildiğimiz modernlik tecrübesinin kurucu temeli olan akılsallığı göstermek amaçlanmaktadır. Bu yapılırken modern dünyanın varoluşunu yalnızca dinsellikten uzaklaşmayla veya kültürel modernleşmeyle sınırlamayıp bu uzaklaşmanın anlamının daha geniş bir perspektifte gösterilmesine gayret edilmektedir.
Kültürün zihin için ancak bir gösterge değeri taşıdığı, fakat modernleşmenin de kültür dolayımında hayat bulan bir dönüşüm süreci olduğu söylenebilir. Bu açıdan modernleşme; kapitalizmden, endüstriyalizmden ve demokrasiden bağımsız değerlendirilmesi mümkün olmayan bütüncül bir zihniyet farklılaşması olarak tezahür etmiştir. Bilginin insan aklı kaynaklı tanımlanması ve evrenin açıklanmasında dinin sunduğu anlam ve değerlerin yadsınması, dünyayı yalnızca kültürel ve ahlâkî bir sapmaya değil; Geleneksel dünyada bir bütün olarak kavranan tabiat, birey, aile, toplumsal durum, siyaset, ekonomi, sanat gibi unsur ve kurumları insan aklının hesapçılığından ve faydacılığından ötesini göremeyen bir bakışa mahkûm etti. Bu bakış, insanı ve anlamını dünya yaşamını merkeze alma zaafıyla tarihsel yönden Rönesans’tan itibaren baskın bir güç olarak ortaya çıkmış bulunan “Dünyevî Akıl” diye adlandırdığımız bir akletme modelinin sonucudur.
Bu zihin modelinin öncelikle felsefe ve özellikle epistemoloji alanında, sonrasında da bu temele bağlı olarak dinî, sanatsal, kültürel, ekonomik ve siyasî alanlarda ortaya çıkardığı sapma ve tahrifatı görünür kılması ve böylece Geleneği yeniden düşünebilme olanağı sunması, bu kitabın nihaî maksadını oluşturmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder