6 Temmuz 2017 Perşembe

İlke, Evrim ve Düşüş


Bugün, hayvanlar âleminde türleri ve cinsleri piyasa için bir tercih konusu olarak belirlemiş olanlar insan cinsleri konusunda konuşmayı “suç” sayabiliyorlar. “İnsanlık” diye uydurulan genel kategori adına böyle tasnifler “ırkçılık” olarak görülüyor. Nihayetinde hayaletlere tapınmak, onları yüceltmek kolaydır; hümanizmin tanrısı olan insan da cinssiz, saf, bölünemez, tek bir idealdir diğer tanrılar gibi. Öyleyse “Ne mutlu insanım diyene!” sözü de modern liberal hümanistin “ene’l Hakk”ı olsa gerek…

* * *

Nietzsche bir yerlerde Almanlardan söz ederken “Hegel olmasaydı da biz zaten Hegelci olurduk” der. Bu bir anlamda, Nietzsche’nin kendini kurtaramadığı anlamsız natüralizmi ile Avrupa’nın bilim felsefesinin vazgeçilmez bir dogmasına dönüşen “gelişme” söyleminin ortak zeminini de gösterir: Tanrı ile maymun arasında bir gerilimin orta yerinde insan, “übermensch”e doğru “tedricen” yönelecektir. Hegel’in burada katkısı, kurduğu devasa düşünsel sistemle saltık bir idealizm uğruna metafiziğin içini boşaltırken insana atfettiği roller aracılığıyla da “tinin yürüyüşü”, “tarihin anlamı”, “ilerleme” gibi kavramları toplumsal dünyanın kozmolojiden koparılmış anlamlandırılmasında merkeze yerleştirmesiydi. –Bunun sosyolojik olanakları da müsaitti. Burjuvazinin kitlelere vaatleri neden makûl görüldüyse, Hegel’in söylediklerinin de “modern filozoflara” aynı sebepten makûl geldiği aşikâr: Hümanistlerin yüzlerce yıldır kafalara santim santim kazıdıkları ve din aracılığıyla meşrulaştırılır meşrulaştırılmaz eşitlikçi ideolojilerin can simidi gibi sarıldıkları insan-merkezci dünya görüşü, tarihin anlamını da apaçık etmişti. Mesela gelişme, medeniyet, ilerleme, eşitlik gibi kavramların Türkiye’de de gerçek birer Rönesansçı olan -bu hiç iyi bir şey değildir- İslâmcıların bütünleştirmek istedikleri din ve dünya görüşlerini yapılandırmış olması “rastgele” bir şey değildi bu yüzden. “İnsanlık coşkun bir sel gibi terakki ummanına atılmak için alabildiğine akıyor. Bu selin önünde durulamaz. İşte biz de ya boğulacağız, ya o sel ile beraber gideceğiz. Görüyorsunuz ki bütün insan milletleri ileriye gidiyor…” diyen M. Âkif bu konuda ne kadar da dogmatiktir örneğin: Dogmatiktir, çünkü coşkun bir sel filan gördüğü yoktur Âkif’in, kafasındaki “görüş”, hayâldir hepsi –ki sonra sel gibi aktığı için övdüğü bu gölgeye canavar benzetmesi yapmıştır…

Öyleyse, “Hegel olmasaydı da bu çağ yine Hegelci olacaktı” zaten. Bunun, “dört devir” nazariyesiyle ifade edilen sürekli yozlaşma ya da düşüş ile ilgisi açık: Teorik olarak eksik olandan tam (kâmil), kötü olandan iyi, aşağı olandan yüksek… çıkmaz. Her şeyin arketipi, bir ve kâmil olandadır. Her şey bir ilkeden gelir ve her ilke de tek İlke’den gelir. O, kendini sadece kendisi bilendir. Böylece O hiç tezahür etmemiş/zahirîleşmemiş, görünürleşmemiştir. Öyleyse o daima bilkuvvedir: Zaten bilfiil var olan ancak bilkuvve olandan (her "şey" İmkân’dan) bir mümkün olarak çıkar. Ortaya çıkan mümkün de ortaya çıkışı/meydana gelişi açısından değil fakat tecelli (karanlıktaki bir şeyin ışıması, görünmesi) (manifestation) açısından yine bir İmkân olur ve ondan da mümkünler çıkar ki bu, tohumdan çıkan ağaçtan tohum çıkması aracılığıyla “görünürleşen” sonsuz-döngünün işleyişidir. Birden iki çıktığında olduğu gibi… Buradaki incelik, Varlık’ın daima bilkuvve (karanlık, Hiç) olduğu fakat asla tezahür etmediğidir (aşkındır) –oluşa inmemiş, hiç olmamıştır O -ki bu sebepten (hareket etmediğinden) tarihsel ya da lojik değildir; tezahürden (ya da bir bilgi objesinden) söz edildiği ân, bilfiil olandan, bir olasılıktan, bir görünüşten (fenomenden), bir anlayıştan söz edilmektedir: Lao Tzu’nun dediği gibi Tao isimlendirilemeyendir. Tarihin içinde dönenler kadar tarihin kendisinin de öyle “statik” bir anlamı olamayacağı, hatta sabit bir yönünün bulunmayacağı ve işte bu nesnelerin her gözde yeniden tasarımlanacağı da bu yüzden mühim: İlim diye seçilen/söz edilen objelerin ânlık değişimlerine rağmen insanlar başlarında bir hâle hayâl ettikleri birilerine hiç değişmeyecek ilimler verildiği fikrine çok yatkınlar –çünkü böylesi yüce bir insanı anlayacak yüceliktedir kendileri de, aşağıdaki yukarıdakini ne bilsin işte…

* * *

Bugün insanlar tektipleşiyor denildiğinde kast edilen şu: insanlık kategorisi altında (sanki cinssiz, denk şeylermiş gibi) bir çuvala dolduruluyor insanlar -demokrasi neden bu kadar yüceldi? Birbirlerini taklit etme, tahkikat yapmadan bir şeyleri inanç ya da bilim sayma, nadiren bit ayıklama amacı içerse de aşırı sosyalleşme, iletişim olanaklarının giderek artışı ve güce karşı aşk bu çuvaldaki bazı değerler… En somut anlamıyla insan genlerindeki fazlalık, insanı bazı türlerden yetkin/kâmil kılıyordu “yetkin bir ân”da…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder