17 Haziran 2017 Cumartesi

Üç Bilme Biçimi: Zann, Vehim ve Yakîn

"İlmin malûmda eseri yoktur. Belki âlimde malûmun eseri vardır.

İbn Arâbî, “Füsûs’ul Hikem”

Fahreddin Râzî (İbn Kesir’in aktardığına göre) ilim lafzıyla eş anlamlı otuz kavram sıralar. (İdrak, şuur, marifet, fehm... vs). Bunların içinde elde edilme yollarına göre gayrete tâbi kesbî ilim usulleri de hibeye tâbi vehbî ilim usulleri de mevcut. Maksada bağlı olarak farklı tasnif biçimlerine göre bilgi türleri sıralanabilir. Bu bilgi türlerini aklın kullanım biçimleri açısından nazarî/teorik-amelî/pratik, nesnel-öznel gibi bugünkü anlayış çerçevesinde sınıflamak da mümkün. Ancak bunu felasifeye uyarak etkin ve edilgin aklın tasavvur nesnesi olarak bilgi tasnifi biçiminde sıralamak, aklın kullanım biçimleri için bir sadeliği mümkün kılar:

Öz olarak üç tür bilgi -daha isabetle bilme tarzı- mevcut: Zann, vehim ve yakîn. Bu kavramlar için yine Râzi’ye bakılırsa:

Zann: Tercih edilmiş olan inançtır.

Vehim: Tercih edilmemiş inançtır.

(Üç dereceli olarak) Yakîn: Bir şeye inanılması ve onun dışında bir başka durumun bulunmayacağının kabulü.

İlim sahipleri zann ve yakînin hem birbirlerine zıt hem de aynı mânâya geldiklerini beyan ederler. Şöyle ki zann da yakîn gibi bir kesinlik içerir. Ne ki zann, yakînden farklı olarak yanlış olabilir. Ya da Fârâbî’nin kavramlarıyla yakîn, tam ve doğru tasdik olurken zann, yanlış tasavvura, vehimse eksik tasavvura dayanır.

Bu tasnif üzerinden ifade edilirse iki tip inanma söz konusudur: Eksik ve/veya yanlış tasavvura dayalı inanç (kabul, itikat) ve tam ve doğru tasdike dayalı iman. O hâlde inanma/kanma, bir kabul etme biçimi olarak aklın edilginliğine karşılık gelir. Akıl, sahip olduğu tasavvura “bağlı olarak” bir şeyi bilir. Bu bilmede bilginin sıhhati tasavvurun durumuna “göre”dir, tasavvur eksik ya da yanlış ise bilme de eksik veya yanlış olur. Esas olan, belirleyici olan bilendeki tasavvurdur. -Râzi tasavvuru, mânânın idrak edilmesi; idraki de akledici gücün akledilenin mahiyetine ulaşması diye tanımlar.

Fakat bazan tasavvur yanlış olsa bile bilme doğru olabilir: Örneğin kavram olarak iyinin ne olduğunu yanlış bilse de bir kişi Tanrı’nın iyi olduğunu yine de bilebilir. –İyi’ye yanlış bir anlam vererek Tanrı’yı onunla vasfedebilir. Bu bilme, derece bakımından Tanrı’yı iyi zannetmeye karşılık gelir. “Ben kulumun zannı üzereyim.” beyanından ötürü bu zann her hâlükârda doğrudur. (Matta İncili’ndeki “Ne ile hüküm verirseniz onunla hükmolunacaksınız” ifadesinin anlamı da böyledir.) Zannın, akıl yönünden edilgin olması, bu bilginin tümellere değil, tikellere/zorunlu değil mümkün olana göre bilinmesinden gelir. İyinin doğru olarak ne olduğunun bilinmemesi, bilginin tikellere ilişkin olmasından dolayıdır. “Hayr olanı şer, şer olanı hayr zannetmek” böyledir örneğin. Bazan hayr olanı hayr olarak bilmek/zannetmek (doğru kanı) mümkünse de bu, hayr tümelini bilmekten değil, aksine (zorunlu olmadığı için) yanlış bilmekten de olabilir.

Benzer şekilde vehim de tikellerin bilgisinden ileri geldiği için eksik tasavvura dayanır ve aklın edilginliğinden türer. Akıl, sahip olduğu “tasavvura bağlı olarak” bir şeyi bilir. Râzi’nin vehim tanımının sadeleştirmesi şöyle: “Duyularla kavranamayan şeylerle ilgili tikeller hakkında hüküm vermek”. Zanndan farklı olarak vehim, “tasavvurda bulunmayan”, aklın kavramına sahip olmadığı bir konu hakkındaki hükümdür; akıl tasavvura göre bildiği için tasavvurda bulunmayan şeyin bilgisi de olmaz. Bu sebepten vehim kuruntudan ibarettir. İblis’in Âdem’in (insan kavramının) mahiyetine sahip olmamasından dolayı vehme kapılıp kendini üstün görmesi buna bir örnektir: Vehimde mevcut olan ve olmayan, gerçek ile gerçek olmayan bilinmek bakımından yer değiştirir. Bu sebepten Cehennem İblis’in doğasına uygun yerdir; Cehennem sözcüğü de o ortamda bulunan boğucu duman “yahmum” ve kaynar su “hamim” de vehim ile aynı kökten gelen Kur’ânî (Vâkı’a, 42-43) sözcüklerdir...

Duyulur dünyanın bilgisi ancak tikellerin bilgisi olacağı için ya zanndır ya da vehim -zorunlu değildir. Tikeller değiştiği için onlara dair ilim makbul görülmemiştir. Ayrıca akıl bu bilme tarzında edilgin olup bilgi nesnesi olan tikeli genel olarak kabul eder, ona inanır. –Değişebilir olanı, değişmez sayar. Yakîn ise tümeller/kavramlar ve kavramların kavramı olarak Tanrı “kavramı”nı bilmekle ilgilidir. Bunda eksiklik ya da yanlışlık olmayacağı için yakîn denilmiştir, yani kesinlik ifade eder. O’nunla ilgili tam ve eksiksiz tasavvur sadece O’na aittir, hakikat olarak kendini sadece O tam ve eksiksiz bilir; insan ise onu kavram olarak tikelden sıyrılmış etkin akılla Hakk/Gerçek olarak bilir/tasdik eder. O nesne/şey değildir; değişmez, bozulmaz, bölünmez ve yok olmaz. Bu kesinlik nedeniyle iman, bir inanma biçimi olarak edilgin bir kabul değil, etkin/faal bir şahitlik/şehadet ile ilgilidir. Bilinmeyen bir şeye şahitlik, dolayısıyla iman olmaz. Bu sebeple Thomas Aquinas: “İman için biliyorum.” der.

Ayrıca "yakîn" ve dereceleri için şu iki yazıya bakılabilir:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder