22 Mayıs 2018 Salı

Deleuze: Zaman Problemi Olarak Bergsoncu İçgörü

“Siz sezgiyle ilgili kuramım üzerinde süre kuramımdan çok daha fazla duruyorsunuz. Oysa ancak süre kuramının ardından sezgi benim gözümde açık hale geldi.”

H. Bergson

“[Z]amanı istediğiniz kadar bölün ve böldüğünüzü yeniden bölün, hareket hep somut bir süre içinde oluşacaktır, böylece her hareketin kendi niteliksel süresi olacaktır.”

G. Deleuze, “Hareket-İmge”

Varoluşu, içkinlik düzleminde sabitesi olmayan bir akış ve oluş olarak, tekillikleri sonsuz olanaklar için eğilimler olarak alan Deleuze’ün felsefî araştırmada Bergson ile bazı kesişim noktalarının olması olağandır. İmge ve hareket üzerinden gidilen, uzanımında algı ve belleğin bulunduğu bir süre felsefesi, oluşa dayalı bir metafizik için imkân araştırması ikisi için de buluşmaya uygun noktalardır. Bu araştırma Bergson için oluşu sürede kavrama meselesi olduğundan zaman probleminden kaynaklanır ve bulunan çözüm içgörü (sezgi, intuition)’dür. Ancak içgörü, süre kavranmaksızın kavranamaz Bergson’a göre. Süre, zahirî ve matematiksel bir zaman değildir; daha ziyade nitelikseldir ve zamanın geçmiş, gelecek ve şimdi şeklinde üç kipi mevcutken süre geçmişi bir tecrübe olarak içerir ve sonsuza özgürce açılırken geri çevrilemez bir akıştır bilinç için. Süre, bu sebepten dolayı Bergson’da başka kavramlarla da ilgili: hayat hamlesi, irade ve hürriyet… gibi. Bu kavramlarla ifade edilen realite, zekâya konu olamayacak, analiz için parçalara ayrılamayacak nitelikte olduğundan dolayı içgörünün konusudur. Oluşu kavramadaki zaman problemi buradan neşet eder: Russell’ın ifadesiyle bir mekân biçimi olan matematik zaman, parçalara ayrılmış bir yapaylıktır ve uzayla beraber süreyi de parçalara ayırarak, onu mekânsallaştırarak kavramak aldatıcıdır. Zamanın yapaylığına karşın süre saf ve halistir.

Bergson’un süre kavrayışı Varlık’a atfettiği dinamizm ile ilgilidir. Deleuze için olduğu gibi aşkın ve değişmez bir sabite olarak da diyalektiğe uygun bir bütün olarak da kavranamayacak, sonsuz bir akış ve süreklilik olarak Varlık’tır bu. Bergson, Elea filozoflarından beri süren Varlık’ın değişmez ve değişebilir katmanları olduğu düşüncesini dinamik kavrayışıyla aşmak ister: Değişmez, statik bir Varlık yoktur; her şey oluştur, bitimsiz, sürekli bir akıştır. Fakat bu, mutlak bir bilgiyi imkândışı bırakmaz; aksine o, Varlık’ı statik olarak kavrayan filozoflardan öte olarak madde dünyasının da mutlak bilgisinin elde edilebileceği fikrindedir. Varlığın farklı katmanlarına uygun farklı bilme tarzları vardır ve hayat ile ruhu bilen içgörünün bilgisinin mutlaklığı yanı sıra madde ve bedeni bilen zekânın da (kendi konusuna dair) bilgisi mutlaktır.

Bergson’un problemlerinden birisi olan felsefede kesinlik, her Varlık katmanı için mutlak ve apaçık bilgiyi getiren içgörü aracılığıyla mümkün olduğu için Deleuze “Bergsonculuk”ta içgörüyü yöntem olarak niteler. Bu yöntem; problemin tespiti, bilgi nesnelerinin doğa farklılıkları ve gerçek zamanın kavranışının işlenmesiyle uygulanır.


“Problem tespiti”nde problem, neyin problem olup olmadığı konusunda karar verme özgürlüğüyle ilgilidir Deleuze’e göre; bu da onun toplumsal bir alışkanlıktan ileri geldiğini gösterir. (Bu problem Bergson’un ahlâk anlayışıyla da örtüşen bir alan açar: karar verme özgürlüğü ve irade, Aristoteles’te olduğu gibi onda da ahlâkın temelinde yatmaktadır.) Problemi ortaya koymak ve problem olmayanı ayıklamak gerekir. Problem, entelektüel bir mesele olmaktan önce büyük bir biyolojik öneme sahiptir: Her şeyin başlangıcında bulunan ve bir şuur sahibi olan Hayat hamlesi, karşısına başta madde olmak üzere çeşitli engeller çıkararak ilerler çünkü. Bu engeller aşıldıkça hayat ilerler. Organizmanın oluşumu da bir problem ortaya koymak olduğu gibi onu çözmek demektir de. Belki bununla ilgili olarak, problemleri ortaya koymak zekânın işlevleri arasında görülür. Çözüm içgörüde olsa da biyolojik/bedensel zemini sayesinde zekâ, doğru ve yanlış problemleri belirler. Fakat bunların çözümleri yanı sıra doğru ya da yanlış olmaları içgörü tarafından tespit edilebilirdir yine de.

Bergson için yanlış problemin iki tipi mevcut: Birincisi, varlık ve bilgi temelli problemlerde gözlenen; yokluk, düzensizlik ve olanaklılık problemleridir. Bu yanlış problemlerde eksi (olmayanı niteleyen) olarak alınan şey esasen bir artı (olanı niteleyen) ile kurulmuştur: Yokluğu bir eksi olarak değil, varlık artı varlığın olumsuzlaması olarak kurmak gibi –tasavvurda varlıktan yola çıkılması. Bu bir algı sorunu oluşturur: Sanki Varlık yokluğun, düzen düzensizliğin, olanak fiilî olanın üzerini örtmüştür, böylece artı (yokluk, düzensizlik ve olanak) eksiymiş gibi alınır. İkinci tür yanlış problemlerse doğaları bakımında farklı şeylerin bir arada tasnif edilmesiyle ilgilidir. Bir başka ifadeyle mahiyet farkının gözetilmeden rastgele tasnifler yapılması. Bu nedenle Deleuze’e göre birinci türden yanlış problemler de aslında ikinci türden yanlış problemler olarak kurulmuşlar ve yani artı ve eksi, doğaları bakımından farklı şeyleri aynı mahiyette kavramaktan ileri gelmektedir; örneğin yokluğu varlık ile aynı mahiyette kavramak gibi.

Doğa farklılıkları, Bergson’un ikiliklerinin temelindeki kavrayışla ilgilidir: süre-uzay, nitelik-nicelik, heterojen-homojen, sürekli-süreksiz, iki çokluk, bellek-madde, anı-algı, sıkışma-gevşeme, içgüdü-zekâ, iki kaynak vs. Bu ikilikler, Deleuze’e göre Platoncu ruha sadık bir bölme işlemine tabidir: İdeal ve olan. Bu ikisi esasen olguda/nesnede hep birliktedirler, her şey bir karışım olarak vardır. Burada Bergson, içgörü aracılığıyla özsel olanın olmayandan ayrılabileceğini düşünür. Yine de Platon için ideal ile olan (mevcut), tecrübeyle ilgili değildir; aksine, ideal zaten saf olanı vereceği için onda tecrübeye ihtiyaç yoktur –ki bu ikisi birbirine olguda karıştığı için olguya inmeden idealin tanınması gerekir. Oysa Bergson için tecrübe, ideali tanımanın yoludur ancak bu tecrübe sürede gerçekleşmezse elde edilecek olan sadece psikolojik bir anlam olacaktır. Bu nedenle ideal ve olan ayrımı onun için tecrübenin koşulları ile tecrübe arasındaki ayrımda gizlidir.

Örneğin mekân ve süre birbirine karıştırılmıştır filozoflarca. Aristoteles’te mekân zamanda bir açılma, zaman ise mekânda bir gerilmedir; bu ikisi iç içedir. Platon’da ideanın zaman ve mekân dışı tasavvuru, mutlağı, bunları aşarak bilmeyi gerektirir. Bergson içinse sözü edilen zaman, mekansallaştırılarak kavranan süredir. Mutlağın bilgisi de ancak sürede olası olduğundan zamana da mekâna da aşkındır.

Doğru tasnifin yapılması aracılığıyla problemlerin uzaydan çok zaman ile ilgili değerlendirilmeleri gerektiği de ortaya çıkar. Bu yüzden Bergson için tüm ikilikleri içeren temel ikilik süre-uzay ikiliğidir. Bu kapsayıcılığın nedeni; sürenin bütün doğa farklılıklarında, uzayın ise bütün derece farklılıklarında esas etmen olmasından ileri gelir. Deleuze’e göre bu durumda süre ve uzay arasında bir doğa farkı da olamayacaktır, çünkü o, taraflardan birinde, sürededir bütünüyle.

Doğa farkları tamamen bir zaman problemi olarak, sürede bilinebilecek olduğundan ve (Deleuze’e göre Platon’un bölme biçimindeki muğlaklığı da aşan) gerçek bir tasnif ile varlığa yönelme imkânı sağlayan içgörünün konusu olduğundan, süre kavranmaksızın içgörü de kavranamayacaktır. Böylece, Deleuze’ün en başta sorduğu iki soru da bir ölçüde yanıtlanmıştır: Dolaysız bir bilgi yolu olarak “içgörünün yöntem olması”nın anlamı nedir? Bir yöntem olarak içgörünün içinde yer alan problemin tespiti, bilgi nesnelerinin doğa farklılıkları ve gerçek zamanın kavranışı ile “içgörünün yalın bir yöntem olması” nasıl olanaklıdır? Her iki soru da sürenin kavranmasıyla ilgili bir zaman probleminden ortaya çıkar denilebilir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder