5 Ağustos 2018 Pazar

Kant’ın Transandantal Felsefesi-II

“[M]addesel veya tinsel herhangi bir cisme ilişkin deneyimsel kavramımızdan, tecrübenin bize öğrettiği tüm hususiyetleri çıkarsak bile nesnenin özü olarak düşünülen veya özünde bulunduğu düşünülen şeyi ortadan kaldıramayız”

I. Kant, Saf Aklın Eleştirisi

Kant’ın felsefesinde bilme, fenomen dünyasına ilişkindir ve yani bilinebilir olan sadece görünüşlerdir. Bununla birlikte o, transandantal felsefe ile bilmede zorunlu olan a priori formları da inceler. Transandantal felsefesinin konuları şunlardır: Algının formlarını araştıran transandantal estetik, bilginin algı dışındaki ikinci unsuru olan düşünmeyi araştıran transandantal analitik, anlama yeteneğinin kavramlarını bir arada tutan iç bağlantıyı araştırdığı transandantal çıkarım ve metafiziği incelediği saf aklın esas kritiği olan transandantal diyalektik.

Transandantal Estetik

Kant felefesinde transandantal estetik, bilginin algılar (receptive) yönüyle meşguldür. Burada Kant, algıya veya duyulara konu olan (fenomenal) dünyayı nasıl bilebildiğimizi araştırır. Bu sebeple öncelikle duyulara dayanan algının formlarını araştırır. Bu araştırma ile her türlü algının ve duyulara dayanan bilginin iki formu olan zaman ve mekâna ulaşır. Zaman ve mekân, Kant’a göre algılarla edinilen bilgi maddesinin ön koşulu olan genel ve zorunlu formlardır. Transandantal estetiğin konusunun algıyla ilgili olması, kullanılan estetik sözcüğünün bağlamını da göstermektedir. Şöyle ki “aisthesis” sözcüğü Yunancada algıyla, duyularla kavrama demektir. Kant kitabında saf akıl ile ilgili olduğundan, yani tecrübî olan ile değil, deneyime bulaşmamış olanla ilgilendiğinden estetik sözcüğünü de duyum ve algıyla kavranan bilginin a priori incelemesine ilişkin görür.

Duyuların algılanmasının iki formu olan zaman ve mekân içsel ve dışsal algıların ön koşullarıdır. Alınan veriler bir zaman ve bir mekân içinde mümkün olmaktadırlar. Mekân, dışa bağlı duyuların, zaman ise içsel duyuların formudur. Ancak mekân içinde olan olaylar bir zaman içinde de olmaktadırlar. Bu iki form, a priori algılar veya saf algılardır. Yani duyulara bağlı değiller, fakat duyular onlara bağlıdır.

Bu yönden değerlendirildiğinde Kant’ın, matematik ve geometri bilgisinin neden analitik değil de sentetik yargılardan oluştuklarını düşündüğü de anlaşılır olmaktadır: Geometri, mekâna bağlı bir algıyı gerektirmektedir ve ondaki kanıtlamalar kavram çözümlemesi değildir. Geometri bilgisi mekân ile ilişkisi itibariyle sentetik olmak durumundadır. Bununla birlikte geometrik kanıtlamalar, mekâna bağlı duyusal algılamalardan çıkarılamazlar, yani a prioridirler. Matematiksel bilgide olduğu gibi geometri bilgisinde de genel ve zorunlu bir bilgi söz konusudur, algının ardında bulunan saf (a priori) algıya dayanırlar. Bu nedenle matematiksel ve geometrik yargılar da sentetik a priori yargılardır.

Transandantal Analitik

Bilginin algıdan başka ikinci kaynağı olan düşünme, transandantal analitiğin konusunu oluşturur. Düşünme, algıdaki edilginliğin aksine etkin olmak, bağlantılar kurmakla ilgilidir. Düşünme, anlama yeteneğine dair olduğu için aynı zamanda Aristoteles’ten beri araştırılmış olan kategorilerle de ilgilidir. Fakat Aristoteles için anlama yeteneğinin bu formları, bir yasa düzeni olarak sonuç çıkarmalarda uyulması gereken mantık kurallarıyla ilgilidir. Oysa Kant bu çerçevede mantığa değil, şeyler arasındaki bağlantıların kavranmasında rol alan anlama yeteneğinin formlarına, düşünmenin temel işlevlerine odaklanmıştır.

Kant’a göre düşünme, gelen duyu verilerinin arasında bağlantı kurmaktan ibaret değildir. Henüz algıda, algının alınmasında da düşünme etkilidir. Descartes’ın örneklediği balmumunu ele alırsak, onun ateşte erimesine rağmen anlama yeteneği değişimle birlikte onun değişmez olarak algılanmasında da etkindir. Kant’ın “Kavramsız algılar kördür.” demesi de sürekli gerçekleşen değişime rağmen nesneyi tanımamıza olanak sağlayan şeyin, duyu verilerinde düzen kuran bağlantı formlarının önemini işaret eder.

Düşünme eylemi, a priori kavramlarla bağlantı kurarak deneyimde gerçekleşen değişimi bir özdeşlik içerisinde değerlendirir. Balmumu örneği yanı sıra güneşin altında ısınan taş örneği de benzer şekilde farklı algı verilerinin arasında a priori kavramlar aracılığıyla kurulan bağlantının bir örneğidir. Taşın ısınması bir nedene bağlı olarak, Güneş’in yaydığı ısıdan kaynaklanmaktadır. Güneş’in yaydığı ısı ile taşın ısınması arasındaki bağlantı, Kant’a göre Hume’un ileri sürdüğü gibi sadece iki olgunun öznel olarak bir birleştirmesi veya düşünme alışkanlığı değil, nesnel bir bağlantıdır. Bu, neden-sonuç bağlantısının kavramı, yani olgunun içeriğini biçimlendiren, düşünme aracılığıyla belirlenmiş a priori bağlantıdır.

Transandantal estetik yanında yer alan ve anlama yeteneğinin a priori kavramlarını, temel formlarını ve işlevlerini araştıran transandantal mantık ile Kant, nesneler hakkındaki bilginin nesnel bağlantılarının kavranmasının dayandığı kavramlara ulaşır. Saf anlama yeteneğinin bu temel kavramları hem düşünmenin formları hem de bilgi ve deneyimin yönetici ilkeleridir. Kant bu kavramalara kategoriler der. Ancak kategorileri ilk olarak ortaya koyan Aristoteles’ten farklı bir şekilde değerlendirir onları: Aristoteles’e göre kategoriler bizim ifademizde yer aldıkları gibi aynı zamanda varlıkta da (nesnelerde) mevcutturlar. Oysa Kant’a göre tıpkı zaman ve mekân gibi kategoriler de sadece bizde bulunan, anlama yeteneğimizin birer unsurudurlar. Bununla birlikte zaman ve mekânı birer kategori değildirler. Bu ikisi algının formlarıdır, bu sebeple anlama yeteneğinin işlevleri olan kategoriler gibi değildirler.

Bu kategoriler; Nicelik (çokluk, birlik, bütünlük), Nitelik (gerçeklik, olumsuzlama, sınırlandırma), Bağlantı (substans, neden-sonuç, karşılıklı bağlılık), Modalite (olanak, varolma, zorunluluk)’tir.

Transandantal Çıkarım

Kant, anlama yeteneğinin temel kavramlarını birlik halinde tutan zorunlu bir iç bağlantı araştırırken bunu transandantal çıkarım başlığı altında yapar. Söz konusu zorunlu iç bağlantı bilen öznededir. Bilen öznenin veya düşünmenin “ben”i, “kavramanın/apperception’un transandantal birliğidir. Kavramanın transandantal birliği olarak ben, bilginin maddesi olan duyu verilerini algılamanın a priori ön koşuludur.”

Descartes’ın, “ben”in düşünme edimiyle beslendiği fikrine Kant, düşünmenin sentetik edimleri olduğunu ekler. Bu, bilince, sentetik edimlerle bağlanmayan bir şeyin giremeyeceği anlamına gelmektedir. Sentetik yargıları ve bilgiyi mümkün kılan kategoriler, duyulur dünyayı kavranabilir kılan zorunluluklarıdır. Tıpkı algılamanın, ön koşulu olan zaman ve mekânın birer form olmaları gibi düşünmenin, yani nesnelerin kavranmasının temel formlarının da kategoriler olması söz konusudur. Ancak algı dünyası ile doğrudan ilgili olmayan kategorilere dayanan düşünme, boş bir düşünme olacaktır. Bu, Kant’ın “Algısız kavramlar boştur.” sözüne karşılık gelir. Bilgi için duyularımızla anlama yeteneğinin bir arada olması gerekmektedir. Saf Aklın Eleştirisi’nin Giriş bölümünde Kant’ın tecrübeyi her türlü bilginin başlangıcı olarak ele alma sebebi de budur. Algı ve tecrübe bilginin başlangıcında yer alırlar, çünkü bunlar sentetik yargıların da ilk koşuludurlar. Aksi durumda, salt kavramlara dayanan bir düşünme yalnızca kavram çözümlemesi olarak analitik yargılar verecektir. Buradan çıkan bir sonuç şudur: şayet bilgi alınmak isteniyorsa metafiziğin de sentetik yargılarla çalışması gerekmektedir.

Bir yargının sentetik olması, aralarında bağ kurulacak olan verili şeylerin önceden var olmalarını gerektirir. Bu durumdaysa zaman ve mekân koşulu ortaya çıkmaktadır. Öyleyse sentetik bilgi, zaman ve mekânın a priori koşulları altında mümkündür ki Kant bunu fenomen bilgisi olarak adlandırır. Bu koşulu sağlamayan numen hakkında herhangi bir bilgi mümkün olmamaktadır. Bunun bir sonucu, kategorilerin de yalnızca tecrübe dünyasındaki bilgiyle sınırlanmış olmalarıdır.

Kant’ın ulaştığı bir diğer sonuç da şudur: Saf anlama yeteneğinin kavramları ile algının saf formlarının zaman ile birlikte “doğa bilimlerinin a apriori ilkeleri”ni vermesidir. Önemli bir nokta, bu bilgi ilkelerinin doğanın kendisinin de ilkeleri olmalarıdır. Çünkü doğa da ancak bizim bilebildiğimiz kadarıyla bir fenomendir. İnsan bilgisi ile doğa arasında bu sebepten dolayı bir uygunluk vardır. -Ancak bu uygunluk mutlak değil, görelidir.

Kant’a göre söz konusu a priori sentetik ilkeleri bize sağlayan yine kategorilerdir. Çünkü bu ilkelerin kategorilerin görünüş dünyasına uygulanması demektir. Bununla birlikte bu ilkeler Aristoteles’in varlıkta tanımladığı gibi kurucu değil, (anlamayla ilgili) düzenleyici ilkeler olduklarından geçerlilikleri tecrübe yoluyla kanıtlanmaya muhtaçtır.

Salt anlama yeteneğinin, kategorilerin duyulur dünyaya uygulanması demek olan ilkeleri şöyle sıralanır:

* Zaman ve mekâna bağlı algının aksiyomları: Algılanan her şey boyutsaldır, ölçülebilir ve sayılabilirdir.

* Algının antisipation’u: Algılanan her şeyin öznel olarak beliren bir yoğunluğu mevcuttur. Tecrübe yoluyla yapılacak bir dereceleme, matematiğin kullanımıyla nesnel bir bilgiyi mümkün kılar.

* Deneyimlerin analojileri: Anlama yeteneğinin bağlantı kategorisindeki kavramları, gelen veriler yığınını işleyerek birbirlerine bağlayabildiği için doğa yasaları adı verilen genel bağlantıları oluşturmak mümkündür. Zamanın üç modu, analojinin de üç ilkesidir: Zamanın ilk modu, “substans’ın sürekliliği” ilkesidir: Zaman içinde olup biten tüm değişmelere rağmen değişmeyen bir şey vardır ve bu, a priori olarak bilinir. Bu ilke, doğa bilimlerinin metafizik ön koşuludur.

Zamanın ikinci modu, neden-sonuç ilkesidir: Bütün değişmeler nedensellik bağı içinde gerçekleşir.

Zamanın üçüncü modu, birlikte ortaya çıkmaya dayanan karşılıklı etkidir.

* Modalite kategorisi ilkeleri (deneyime dayalı düşünmenin postulatları): Modalite kategorisindeki kavramlar; olanak, gerçeklik, zorunluluktur. Buna göre tecrübenin form koşulları olan zaman ve mekâna uygun olan her şey doğada olanaklıdır. Gerçeklik ise tecrübenin maddî koşulları olan algının içeriğine uygun her şeyi kapsar. Yani duyu verilerinin sağladıkları, gerçekliğin koşuludur. Kendi başına var olanın mutlak zorunluluğunun aksine duyu dünyasındaki zorunluluk, olguların birbirini takip etmesi olarak izafî bir zorunluluktur.

Transandantal Diyalektik

Transandantal mantığın iki büyük bölümünden ilki olan transandantal analitikte Kant; kategoriler teorisi, doğanın temel yasaları ve salt doğa bilimlerinin ilkeleri olan salt anlama yeteneğinin ilkelerini inceler. Bu bölümlerde Kant, bilgi ve bilim teorilerini ele almış, anlama yeteneği ile algı verilerinin ilişkisine odaklanmıştır. Transandantal mantığın sonraki bölümündeyse saf aklın esas kritiğine başlar. Burada transandantal diyalektik ile metafiziği ve onun geçerliliğini araştırır.

Saf anlama yeteneğinin kategorileri temel kavramlar olarak kendinde taşıması gibi akıl da Kant’ın ideler adını verdiği bazı a priori kavramlar taşımaktadır. Aklın kendisinde bulunan söz konusu idelerle güvenilir bilgiye ulaşılmak istenirse ortaya çıkacak hatayı işaret eden Kant, bu bölümde başvurduğu diyalektik kavramıyla da insanın kaçınamayacağı aklî dinamizme vurgu yapar.

Anlama yeteneği, neden-sonuç bağlantılarıyla kurulmuş bir koşullar yığını içinde dolaşırken akıl, tüm bunları aşarak bütünü kavramaya çalışır. Bütünü kavramak için başvurulan ideler ise esasında bir nesne değil aklın bir referansıdırlar. Örneğin evren, tüm nesneleri içeren bir bütün olarak deneyimlenemez bir şey olmasına rağmen sadece aklın bir idesi olarak mevcuttur. Tek tek var olan oluşları birbirine bağlayan anlama yetisi, bunu evren kavramıyla genişletmekte ve bu da hiçbir koşula bağlı olmayan, koşulların üzerinde bir bütün olarak kavranmak istenmektedir. Kant’a göre bu genişletme bir hayaldir. Her türlü koşulun ötesinde bir şey düşünebilsek bile böyle bir şeyi bilmenin bir olanağı yoktur.

Düşünme yeteneğinin bu durumu, evrenin yapısı ve varlık biçimi hakkında teorilere yol açmakta ve metafiziğin sapması da burada ortaya çıkmaktadır. Örneğin bir tez olarak Spinoza’nın tüm evreni neden-sonuç bağıntısı içerisinde açıklamasıyla ulaştığı sonsuz düşüncesi ve bir karşı tez olarak Aristoteles’in tüm nedenlerin ilki olan hareket ettiriciye ulaşması bu türden metafizik teorilerdir. Evren idesinin hakkında bir bilgi sahibi olunamayacağı için bu tür metafizik düşünmede kavramlar algısız kaldıklarından Kant’a göre boş olmaktadırlar.

Saf aklın üç idesi; ruh, evren ve tanrıdır ve Kant bunları bazan tanrı, ölümsüzlük ve özgürlük olarak ele alır. Transandantal diyalektikte incelenen bu üç ide hakkında hiçbir bilgimizin olmadığı için Kant, bunlar aracılığıyla düşünme yeteneğimizin koşulsuz kavramlarının boş olduklarını gösterir: Algının koşulları olan zaman ve mekân insanı sonsuza götürürse de mutlak olan hakkında bir yargıya varma hakkı vermez. Çünkü koşullara bağlı olmayan hakkında bir bilgiye ulaşmak istediğimizde sadece yanılsama ortaya çıkacaktır. Nihayetinde hepsi, temelini aklın varlık yapısında bulmaktadır.

Sonuç olarak ifade edilirse Kant’ın bilgiyi araştırması, bilginin insan için nasıl mümkün olduğu meselesiyle başlamaktır. Ona göre dış dünya duyuma neden olmakta, insan zihni de dış dünyadan gelen duyum malzemesini bir düzene sokmaktadır. Duyuma kaynaklık eden şeyin kendiliğini (numen) bilinemez olarak niteleyen Kant, dış dünyadan gelen bilgiyi işleyen zihnin algı aygıtının formları olan zaman ve mekânın da birer kavram değil, sezinlemenin iki formu ve öznel olduklarını düşünür. Buradan çıkarılacak bir sonuç, insanın bilgi kapasitesinin dış dünya hakkında öznel bir donanıma sahip olduğu ve yani Kant’ın numen olarak adlandırdığı kendinde şeyin nesnel bir bilinme imkânının bulunmadığıdır. Buna göre insanın bilme yetisi, fenomenlerle sınırlıdır. Bu da metafiziğin imkânını sorgulamak için bir başlangıçtır.

Resim: Salvador Dali, "Hafızanın Azmi"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder