21 Temmuz 2018 Cumartesi

Kant’ın Transandantal Felsefesi

[A] priori bilgiyle, bu veya şu tecrübeden bağımsız bilgiyi değil, fakat saf bir biçimde tüm tecrübelerden bağımsız bilgiyi anlayacağız. Buna karşıt olan, sadece a posteriori mümkün olan tecrübî bilgi, deneyim aracılığıyla edinilen bilgidir. Bilginin a priori hâlleri, hiçbir deneyim karışımının olmadığı zaman saf olarak adlandırılmıştır. Bu sebeple örneğin “Her değişimin bir nedeni vardır.” önermesi a priori bir önermeyken saf bir önerme değildir; çünkü değişim, yalnızca tecrübeden türetilebilir bir kavramdır.”

I. Kant, Saf Aklın Eleştirisi

Bilgi felsefesi açısından modern bilgi kuramlarına en fazla etki eden filozoflardan olan Immanuel Kant’ın felsefesi, bilginin imkânı ile bilimlerin temellerinin oluşturulması ve metafiziğin anlamı üzerine birçok önemli katkı sunmuştur. Saf Aklın Eleştirisi’nde Kant; duyulara verileni, deneyimi ve deneyim aracılığıyla bilinebilir olanı aşmak isteyen veya özetle metafizik yapmak isteyen insanın bilgisinin sınırlarını yoklamaktadır. Burada Kant metafizik ile özellikle Descartes ile başlayan rasyonalist varlık kuramının başvurduğu spekülatif bilgi alanını ele alır ve eleştirir.

Bununla birlikte Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’ndeki amacı metafiziğin gereksizliğini göstermek değildir, fakat insan varlığındaki teoriler kuran aklın gücünün ve yapısının araştırılmasıdır. Bu araştırma vesilesiyle aklın, her türden varlığı bilme gücüne sahip olduğuna inanan rasyonalist dogmatizmi eleştirir. Bu yönden ifade edilirse düşünme yetisinin ve aklın kullanımı kitap için önem arz eden bir konudur.

Her ne kadar insanda tek akıl bulunsa da aklın teorik yönü yanı sıra ayrı bir işlem alanı olarak bir de pratik yönü mevcuttur. İnsanın ne yapması gerektiği gibi ahlâk bilgisiyle de ilişki olan pratik akıl, bilginin açıklığını ve kesinliğini kendinde taşımakta, içermektedir. Kant aklın teorik ve pratik kullanımlarının farklı yasalara tabi olmalarının aşılması ve bir uyum içinde olmaları gerektiği sonucuna ulaştığından, insanın kaçınamayacağı metafizik soruların da uygun bir biçimde ele alınmaları gerektiği fikrindedir. Düşünme kapasitesinin sınırlarına dair bir muğlaklık olması sebebiyle daha önce metafizik sorunlar alanında başıboş kalan akıl, hem tanrıya ve dine ilişkin dogmatik neticelere hem de ahlâka karşı inançsızlığa da ulaşmıştır. Bunun bir sonucu olarak metafizik ile hem maddeciliğe hem de ruhun mevcudiyeti sonuçlarına ulaşılabilir olmuştur. Bu, Kant’ın kurduğu bir takım antinomilerin de konusunu oluşturmaktadır.

Bu konuyu kendi felsefesi içerisinde çözümleyerek metafiziği mümkün kılan aklî idelerin anlamı üzerine bir kuram oluşturan Kant, metafiziğe dair araştırmasını, onun spekülatif özelliği nedeniyle sonraya bırakır. Saf Aklın Eleştirisi’nde öncelikle saf aklın, açık ve kanıtlanabilir bilgi sağladığı mantık ve matematik bilimlerindeki yerini ele alır. Kant’a göre, mantık ve matematik saf akla dayanarak insan için kanıtlanabilir bilgiler sağlamaktadırlar. Aynı durum, teorik mekanik gibi bazı doğa bilimleri için de söz konusudur. Bu nedenle Kant, matematik ile ondan hareket eden bilimlerin bilgi sağlamalarında gözlenen sağlam yapı ile metafiziğin bilgi yapısı arasında bir karşıtlık olduğu sonucuna ulaşır ve bunun nedenini araştırmak ister. Bu anlamıyla Salt Aklın Eleştirisi temelde bu özel sorunla ilgilidir denilebilir.

Bilgi felsefesi tarihinde, bilginin kaynağına ilişkin olarak deneyimciler duyumu esas almışlardır. Ancak duyu bilgisinin sağlamlığı ve açıklığı şüphe içermiştir. Bir deneyimci olan Locke, duyum bilgisinin güvenilmezliğine kısmî bir çözüm olarak şeylerin koşullara bağlı nitelikleri ile koşullara bağlı olmayan nitelikleri arasında bir ayrıma gitmiştir. Locke’un yaptığı bu ayrıma göre birincil nitelikler şeyin nesnel özellikleriyken ikincil nitelikler koşullara ve özneye bağlı olarak farklılaşmaları itibariyle öznel niteliklerdir. Ne var ki Kant’a göre sadece ikincil nitelikler değil, birincil nitelikler de özneldirler. Çünkü ona göre şeylere ilişkin bilgimiz, şeylerin kendilerinden kaynaklanmakta, onlardan insan zihnine gelmektelerse bile gelen duyumlar, insan zihninin yapısına göreli olarak bir form kazanmaktadırlar. Bu sebeple insan için bilgi yalnızca kendi zihin yapısının koşullarıyla sınırlandırılmıştır. Bu bilgimizin, ancak bizim bilgi kapasitemizle biçimlenmesi ve sınırlanması anlamında gelmektedir. Bununla birlikte insan bilgisi için mümkün olanın da sadece fenomen (görünüş) bilgisi olduğu ve nesnenin kendiliğinin bilinme olanağı bulunmadığı da bir diğer sonuçtur. Bu sonuçlar dolayımında ifade edilirse Kant, bilgi felsefesini deneyimciler gibi deneyimle başlatmakta, fakat onlardan ayrı olarak gelen bilgi içeriğinin akıl tarafından işlenerek bilgi formu kazandığı sonucuna ulaşmaktadır.

Kant, tecrübî bilginin sadece duyu verilerinin bir yığılmasından, bir araya gelmelerinden ibaret olmadığını, bundan daha fazla bir şey olduğunu düşünür. Çünkü tecrübî bilgiler, tikel olgular hakkındadırlar ve fakat bunun ötesinde, insan aklını genellemelere ve yasalara götüren, öngörü veya tahminler üretmeyi sağlayacak türden –bilim için elverişli- bilgilerdir. Tecrübî bilginin, aklı genele ulaştıracak türden olmasının anlamı nedir? Kant’a göre bunun anlamı, tikele dair olsa da tecrübî bilginin aynı zamanda bir zorunluluğu da içeriyor olmasıdır. Bu zorunluluk, tecrübî bilginin maddesinden (içeriğinden) değil, fakat onun formundan gelmektedir. Bununla ilgili olarak Kant’ın ulaştığı bir diğer sonuç ise tikel olgulardan insan aklını yasalara ve genellemelere ulaştıran söz konusu zorunluluğu içeren formlar ile tecrübî bilginin maddesinin farklı kaynaklardan gelmeleridir. Yani, tecrübî bilginin duyu yetileri aracılığıyla nesneden gelen maddesinden veya içeriğinden ayrı olarak formlar, bu verilerin bilgiye dönüştürülmesinin bir ön koşulu olarak akla mündemiç durumdadır.

Transandantal Felsefe

Kant, tecrübî bilginin sadece duyu verilerini oluşturan maddesinden ibaret olmadığını, daha ziyade duyu verilerinin formu olan a priori ön koşula bağlı olduğunu ifade ettikten sonra insan aklındaki bu bilgi formlarını araştıran felsefeyi de “Transandantal Felsefe” olarak adlandırır. Bu adlandırmanın sebebi, insan bilgisinin a priori yönünü araştıran bilginin, transandantal bilgi olmasıdır. Sözü edilen a priori nitelik yanı sıra Kant, yargılar arasında gözettiği analitik ve sentetik ayrımı vesilesiyle yeni bilgiler edinmenin ancak sentetik yargılarla mümkün olacağı sonucuna ulaşarak transandantal felsefenin en önemli konusu olarak da onları inceler. Transandantal felsefe; matematik ve doğa bilimleri alanlarında olduğu gibi metafizik alanında da a priori sentetik yargılar ile meşgul olacaktır.

Kant’ın bilgi felsefesine göre analitik önermeler, “Bütün cisimler yer kaplar.” önermesinde olduğu gibi bir kavram çözümlemesi olup öznede örtük biçimde içerilen anlamların ortaya çıkarılmasıyla oluşturulan önermelerdir. Cisim sözcüğünün zaten uzayda yer kaplama durumuna karşılık gelmesi nedeniyle, bu ve benzeri önermeler yeni bir bilgi vermezler. Buna karşılık sentetik önermeler, “Bütün cisimlerin ağırlığı vardır.” önermesinde olduğu gibi birleşimsel yapıları gereği öznede örtük olan anlama ilave anlamlar yükleyerek bilgiyi genişletirler. Sözü edilen örnek üzerinden ifade edilirse cismin tanımında yer kaplama özelliği vardır, ancak bu bilgi cismin ağırlığının da bulunduğuna dair ilave bilgi ile birleştiği için önerme, özne hakkında yeni bir bilgi içermiş olmaktadır.

Kant bir şeyin bilgi olabilmesi için öncelikle algımıza gelmesi gerektiğini düşündüğünden dolayı Saf Aklın Eleştirisi’nin girişinde bilginin tecrübeyle başladığını ifade eder. Onun bu kavrayışı; hem rasyonalistlerin bilginin kaynağı olarak sadece aklı kabul etmelerine ve bilgiyi bir kavram çalışması olarak görmelerine hem de deneyimcilerin bilgiyi tecrübe ile sınırlamalarına bir itiraz olduğu gibi esasen her ikisini de kuşatıcı bir mahiyettedir. Kant’ın bilgi felsefesinin özgün tarafı, bilgide iki farklı yön bulunduğunu, bilgi için hem duyularla somut olarak algılanan yönün hem de anlama yetisinin düşünceyle bağlar kuran yönünün bir arada bulunduğunu değerlendirmesidir. Bu nedenle Kant’ın bu yaklaşımı onun, “Algısız kavramlar boş, kavramsız algılar kördür.” sözüyle özetlenebilir.

Bu yaklaşım ile Kant, genele götüren niteliğinden dolayı tecrübî bilginin sahip olduğu zorunluluğun onun maddesinden değil, formundan geldiğini ileri sürmüştü. Buna ilaveten algıya verilen duyu verilerinin tecrübî bilgi olabilmesi için de bir önkoşuldan söz eder: İnsan aklına yerleşik zorunlu formların mevcudiyeti. Duyu verilerinin algılanmasının iki a priori zorunlu formu, zaman ve mekândır. Algılanan veriler ancak bir zaman ve mekân formu ile bilgi için mümkün hâle gelebilmektedir. Bu iki form duyulara bağlı olmadıklarından dolayı a priori veya saf algılardır. Kant’ın bilgi felsefesinde a priori formlar, henüz tecrübe ile temas etmemiş oldukları için saftırlar. Kant, insan aklında bulunan bu bilgi formlarını transandantal bilgi olarak adlandırıp bilginin a priori yönünü oluşturduklarını ifade eder.

Transandantal felsefenin en önemli konusu ise a priori sentetik önermelerdir. Bunun sebebi, Kant’ın, a priori nitelik ile beraber yeni bilgiler edinmenin ancak sentetik yargılarla mümkün olacağı sonucuna ulaşmasıdır. Ona göre bu ayrımlar temelinde inşa edilen transandantal felsefe, matematik ve doğa bilimleri alanlarında olduğu gibi metafizik alanında da doğru bilgiye götürecek olduğu için a priori sentetik yargılar ile meşgul olacaktır.

Kant, bilimlerdeki bilgi probleminde matematik bilgilerin sağlamlığından hareket eder. Ona göre matematik bilgilerin sağlamlığının doğa bilimleri ve metafizik alanındaki bilgilerde de elde edilebilmesi için a priori sentetik yargılar kritik bir önemi haizdirler. Matematik yargılar tecrübeye başvurmadıkları için a priori’dirler. Bununla birlikte matematik yargılarda kavram/terim, yüklemi içerecek şekilde bulunmaz. Bunu 7+5=12 işlemi ile örnekleyen Kant’a göre, 12 sayısı 7’yi ve 5’i kendiliğinden vermez veya 7+5 birleşimi, bir çözümleme ile 12’den türetilemez. Bu sebeple matematik yargılar aynı zamanda sentetiktirler.

Yukarıda Kant’ın, tecrübî bilginin maddesinin ve formunun kaynakları arasında bir farklılık gözettiği belirtilmişti. Bu farklılık temelinde ifade edilirse, doğa bilimlerinin tikel verileri ile onlardan hareketle insan aklını genellemelere götüren akla içkin zorunlu a priori formların birlikteliği empirik bilgiyi mümkün kılmaktadır. Kant’a göre doğa bilimlerinde nedensellik veya etki-tepki gibi genellemeler veya yasalar, tikel veriler ile söz konusu zorunlu formların birlikteliği sayesinde mümkündür. Bu nedenle Kant, a priori sentetik yargıları, doğa bilimlerinde bulunan zorunlu ilkeler olarak değerlendirir. Bu yargılar veya ilkeler sayesinde tecrübî ve deneysel bilgi, yasalara ve genellemelere ulaşmayı sağlamaktadır.

Ayrıca Kant, a priori sentetik yargılara, bir bilim değil fakat disiplin olarak ele aldığı metafizikte de önemli bir yer verir. Şöyle ki metafiziksel yargıların eğer, matematik veya bazı doğa bilimleri gibi sağlam bir bilgi vermeleri isteniyorsa önermelerinin analitik değil, sentetik nitelikte olması gerektiğini düşünür. Kant’tan önce metafiziğe ilişkin yargıların analitik olmaları, yani yüklemin, öznenin çözümlenmesinin bir sonucu olması yeni bir bilgi vermediği gibi metafiziğin bir takım varsayımlara dayandırılmasından başka bir kıymet içermemesi sorununu doğurmuştur. Örneğin Descartes’ın ya da Spinoza’nın metafiziklerinde karşılaşılan sorun budur. Bu durumda metafizik, mantıksal kurgulamalar içerisinde bir kısırdöngüye yol açmaktadır. Bu sonuç Kant için, metafiziğin a priori olan ancak sentetik yargılar içermesi gerektiği sonucunu ortaya çıkarmıştır.

2 yorum:

  1. Bilmediğimi bilmemde kuşkumum kalmadığının tezahürü, giderek küçülüyorum:)

    YanıtlaSil
  2. Yazınız güzeldi. Konuyu açık,net, kolay anlaşılır şekilde anlatmış. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil