2 Eylül 2019 Pazartesi

Her Şeyin Ölçüsü

“Protagoras dedi ki ben kendi hesabıma mitolojideki Prometheus’u Epimetheus’tan üstün tutarım. İşte bu meseleleri incelerken hep Prometheus’u kendime örnek alıyorum. Onun uzağı görüşü benim bütün hareketlerim için bir ilham kaynağı oluyor.”

Platon, Protagoras

“Sokrates: […] Ben şu âna deyin, Delphoi tapınağının kapısındaki öğüt gereğince, henüz kendimi bilmiş değilim. Daha kendimi bilmezken, bana yabancı şeyleri bilmeye çalışmak bana gülünç geliyor. İşte bunun için bu gibi masallara kulak asmıyorum ve geleneğe bağlı kalıyorum. Demin de söyledim; ben efsaneleri değil, kendimi inceliyorum.”

Platon, Phaidon

Bugün epistemik görelilik olarak anılan ve bilginin bir ortama veya bağlama göreli olduğunu savunan yaklaşım Protagoras ile başlatılır. Platon’un Theaetetus’unda Sokrates’in bilginin tanımına ulaşmak için yaptığı sorgulamada “İnsan her şeyin ölçüsüdür” teziyle Protagoras da zikredilir.

Protagoras, duyulur âlemdeki değişme nedeniyle duyuların değişmez bilgiyi veremeyeceğine dair Herakleitos’un tezini kabul etmiştir. Bu onu, duyuların bilgi için güvenilir bir kaynak olmadığı sonucuna ulaştırmıştır. Diğer taraftan da Demokritos’un düşünceyi duyumun bir uzantısından ibaret sayan görüşünü de benimsemiştir. Sonuç, mutlak bir şüpheciliktir. Ama yine de Protagoras’ın bilgi imkânını tümüyle reddetmediği görülür. Onun çözümü, ne kadar kişi varsa o kadar hakikat/doğru olduğu, doğrunun ve yanlışın ölçüsünün de fert olduğu şeklindedir. Buna göre küllî (universal) hakikatler ve genel ilkeler olamaz. Her şeyin ölçüsü insandır (homo mensura).

Bu konuda Sokrates’in, diyaloğun sonunda anlaşıldığına göre kesin bir yargıya ulaşması mümkün olmaz. Platon’un ömrünün sonuna doğru matematiğin formel yapısı dışında episteme araştırmasına girmemesi de en azından bilgi konusunda Protagoras’a verilebilecek bir cevabın bulunamaması olarak yorumlanabilir. Fakat bir ahlâk filozofu olarak gördüğümüz Sokrates’in en azından “iyinin ölçüsü”nün fert olmadığını, ahlâka ve erdeme ilişkin genel kavramların mümkün olduğunu savunduğu da aşikâr. O hâlde burada bir sorun var: örtük de olsa iki filozof arasında bir zıtlık yok mu acaba?

Aslında Weber’in de imâ ettiği gibi Sokrates ile Protagoras arasındaki bu zıtlık çok da belirgin değildir. (Tıpkı Epiküros’un hazcılığı gibi Protagoras’ın görececiliğinin de farklı bir bağlamının olabileceğine dikkat edilmiyor gibi gözüküyor.) Çünkü filozof insanı her şeyin ölçüsü sayarken sonrasında Sokrates’in söyleyeceği gibi “kendini bil”me meşguliyetinin de diğer tüm faaliyetlerden daha mühim olduğu mesajını da veriyor. Felsefe kendini araştırmaktır. Ölçü ferdin kendisiyse olan her şey ferdin standartlarıyla ilgili bir olgudan ibarettir. Tıpkı yüzyıllar sonra Guye’un tespit edeceği “olguyu yaratanın ölçek olması” gerçeğinde olduğu gibi bu görüş, dünyaya nasıl bakmak gerektiği meselesi üzerinden -hiç de ayıplanamayacak türden- bir ahlâkî göreliliği de mümkün kılabilmektedir.

Nihayetinde epistemik görelilik açısından bilgi ve doğruluğun göreli sayılma nedeni, bilginin değerlendirilmesi için kabul edilen farklı ilke ve standart kümelerinin bulunmadığı varsayımıdır. Buna göre birbirine alternatif standart kümeleri arasında tarafsız bir seçim yapma yöntemi, yani üst bir standart (meta-standard) mevcut değildir. (Bu yaklaşıma dair bazı eleştiriler için: "Bilginin Toplumsallığı ve Rölativizm Sorunu" ) Nous, kaosu kozmosa çevirir, hepsi bu! Elde olan yalnızca Nous, yani formdur… Şüpheci bir bakış açısından hareket edildiğinde daimî bir bozulmaya/yozlaşmaya mahkûm olan dışarıda ahlâk için bir kaynak bulmak olanağı da yoktur. Ya da içeriyi (ölçeği) bilmeden dışarıyı bilmeye çalışmak gibi içeride bulunamayan iyinin dışarıda aranması da gülünçtür.

İnsanın kendisiyle meşgul olması, ona neyin neden doğru veya yanlış, neyin neden iyi veya kötü “göründüğü” hakkında ipuçları sağlayacaktır. Bu ipuçları da olguyu (görüneni) var eden ölçek veya standartların geçerli olup olmadıklarını fark etmeyi sağlayacaktır. “Bana göre yanlış veya kötü olan” demek, “olanda ölçeğime göre doğru veya iyi yok” demektir. Çünkü kötü, kendi başına yoktur; o iyiliğin olmamasıyla tanımlanmış (negatif) bir kavramdır; tıpkı cehalet ve karanlık gibi. -Ama tıpkı fotoğrafın negatifi gibi bizi asıl olana götürecek olan da bu negatiftir. Sokrates de bu nedenle “iyi olanı bize birisinin söylemesine ihtiyacımız olmadığı” fikrinde değil midir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder