“
‘Hakikat’, insani bir ‘Özne’ aracılığı ile bir ‘nesne’ hakkında açıklamada
bulunan ve hangi alanda olduğu bilinmeyen herhangi bir yerde ‘geçerli’ olan
doğru önermenin bir özelliği değildir; bilakis ‘hakikat’ varolanın, bir
açıklığın mevcudiyetini sağlayan açığa çıkartılmasıdır. Tüm insani duruş ve bu
duruşun eylemesi, bu açığa çıkartmanın açıklığına salınmıştır. Bu nedenle
insan, var-oluş [Eksistenz] anlamında
[var]dır.”
M.
Heidegger, “Hakikatin Özü Üzerine”
(Burada olgu, gerçek, gerçeklik ve hakikat kavramları konu edilmektedir.)
Dil bir işaret/gösterge sistemi olarak anlaşıldığında bir iletişim aracı konumundadır. Bir araç olarak belki böyledir ama dilin amacı, göstermek değil, yapmaktır. Oluşturucu, biçimlendirici niteliği itibariyle dil inşâ içindir. Ürettiği gerçekliktir (dünya) ve ham maddesi varlıktır.
Gerçeklik ya da varlık hakkındaki önermelerin doğruluğunu ifade eden hakikat, Aristoteles’in ifadesiyle sadece dilde mevcuttur. Varlığın hakikatinden söz edilemez. Bu nedenle Heidegger’in sözü, gerçeklik için doğruyken hakikat hakkında yanlıştır: “ ‘[H]akikat’in asıl yurdu tümce değildir.” denilirken ontolojik ve epistemolojik olan uygunsuzca kaynaştırılmıştır. Gerçeğin (ontolojik) aksine, gerçeklik (ontik) ve hakikat (epistemolojik) saf değildir çünkü. Ancak yine de hakikat için bir keyfilikten söz edilebilirse de kurgu değildir, çünkü o da dile içkin olmak bakımından insana aşkındır.
Gerçeklik üretilen (zihince inşâ edilen) bir şeyse gerçeğin aşkınlığı ne anlama gelir? Bu tür bir sorunun cevaplanması için üç kavramın tanımı gerekir: gerçek (vaki), gerçeklik (şeniyet), doğruluk (hakikat).
Aşkınlıkla ilgili olarak önce şu belirtilmeli belki; bir şeyin aşkın olması, o şeye dair zihinsel erişimin olmadığı anlamına gelmek zorunda değildir. Örneğin tanrıya zihinsel olarak erişim mümkün olmayabilir ama bu, aşkınlığın bununla sınırlanmasını gerektirmez; duyusal tecrübelerin nesnelerine zihinsel erişim (duyu organları aracılığıyla) mümkünse bile söz konusu nesneler yine de aşkındır. (Farklı aşkınlık kavrayışları vardır ve burada söz edilecek olan hakikat hakkındaki aşkınlık da ontolojik değil, epistemolojik aşkınlıktır. Konuyla ilgisi bakımından Kant felsefesinde “transandant” ile “transandantal” ayrımı için bknz.: Kant: Bilgi Teorisi veMetafiziğin İmkânı)
Epistemolojik kapsamda aşkınlık, bazan dinî tecrübenin veya doğrudan metafizik yargının konusu olarak ele alınabilmekle birlikte genel anlamda özne için bir verilmişliği ima eder. Örneğin Aristoteles’te “varlık” kavramı, tüm kategorileri aşan bir yüklemdir. Her ne kadar onun için varlık, var olanlara (form olarak) içkin olsa da bu içkinlik tözselliğe ve dolayısıyla nedenselliğe yol açan bir imkân olarak söz konusudur. Oysa aşkın anlamıyla varlık, mümkün değil zorunludur. Öz olarak şeylere aşkın olan en azından bir varlık zorunlu olarak mevcuttur. (Metafiziğin, var olanları varlık olarak inceleme amacı, söz konusu formun zorunlu yönüyle ilgilidir.) Bu kapsamda varlık niteliği şeylere verilmiştir.
Eşyaya ilişkin bu verilmişlik durumu (aşkınlık), varlığın yüklem olarak bilinmesine de imkân tanır. Eşya hakkında bilgi talep eden kişi, “Şu masa vardır.” türünden bir önermeye ulaşmasını sağlayacak araştırma ile masanın yüklemi hakkında bir bilgi edinebilir. Masanın varlık yüklemi empirik bir yolla araştırılamaz, diğer bir deyişle duyu deneyimi aldatıcı olduğu için masanın var olup olmadığı hakkında bir “kesinlik” içermez. Masanın varlık olmak bakımından araştırılması metafiziğin işidir. Metafiziğin varlık hakkında olması, onun aynı zamanda gerçek hakkında olması demektir. Metafizik gerçeği ve böylece kesinliği araştırır. Anlaşılacağı üzere gerçek aşkındır, çünkü eşyaya dair izlenimden de fikirden de bağımsızca var olan gerçek diye nitelenir. Yani şeyin, zihin aracılığıyla tasarımlanan (rasyonel) veya duyum aracılığıyla alınabilen (empirik) niteliklerinden ayrı olarak var olması gerçeği işaret eder.
Masanın var olmak bakımından incelenmesindeki kesinlik bilgisi, masanın mavi olmak bakımından incelenmesinde yoktur: mavilik geçici bir yüklemdir. Bu, gerçek ile gerçeklik arasındaki ayrımın bir aşamasıdır. Gerçeklik, olgular (facts) aracılığıyla kurulan bir şeydir. Olgu, modern bilime konu olmak bakımından fenomenden farklı bir niteliğe sahiptir: olgular, dilsel inşalar olan kuram aracılığıyla belirlenmiş ve yarı kültürel yarı nesnesel var olanlardır –hatta gözlemlenemeyen atom, elektron, gen gibi olgular bütünüyle kuramsaldır. Kuram olmaksızın gözlemlenecek bir olgu bulunamaz. Kuram ise bir açıklamanın ifadesidir ve böylece olguyla birlikte kuram da bir açıklamaya dayanır. Kuram nasıl ki bir açıklamanın ifadesiyse gerçeklik de bir kuramın tasvirinden ibarettir, olgular gibi onun da (öznelerarası) mutabakata dayalı olması söz konusudur.
Açıklama => Kuram => Olgu => Gerçeklik
Şu hâlde gerçeklik hakkında bir ifade doğruluk (hakikat) değeri taşıyabilir: şayet bir önerme bir gerçeklik durumu ile uygunsa o bir hakikat olabilir. “Her madde atomlardan oluşmuştur.” ifadesi bir hakikat olabilir. Bunun böyle olup olmadığını kanıtlayamayız, çünkü “Her bütün kendinden küçük parçalardan oluşmuştur.” önermesi gibi aklın zorunlu bir doğrusu değildir. Ancak ifade, bir gerçeklik resmiyle uyuştuğu ölçüde bir hakikati verir. Öyleyse hakikat de öznelerarası olabilir. Bir önermenin doğruluğu demek olan hakikat, gerçekle (ontolojik) ilgili değil, gerçeklikle ilgili (ontik ve) epistemolojik bir meseledir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder