”On beş gündür kuru ekmek yiyorum.
Odamda ateş yok. Kitabımın kopya masraflarını karşılamak için
elbiselerimi de sattım. İlim aşkı, insanlığı mutluluğa kavuşturmak,
Avrupa’yı buhrandan kurtarmak arzusu beni bu hale düşürdü. Niçin yüzüm
kızarsın, eserimi tamlamak için yardım istiyorum…”
Çaresizlik içinde yazılmış bu satırlar fakirlikten boğulan bir
mütefekkirin, Saint-Simon’un kalemindendir. Ömrünü adadığı fikirlerini,
yazılarını, kitaplarını bastırmak için çabalamış durmuştur. Tıpkı,
Türkiye’de bir asır daha yazılmayacağına inandığı bu düşünürü anlatma
ihtiyacı hisseden Cemil Meriç’in uğraşları gibi. O da kitabını
yayımlayabilmek için benzer sıkıntılar
yaşar: Ümit Meriç’ten öğrendiğimize göre kimse kitabı basmak istemez,
kendisi bastırmaya niyetlenir, sonra Vedat Günyol talip olur, dili
tırpanlar, üslûbu yok eder, epeyi uğraşır velhasıl…
İlham verici bir fikir adamı olan Lütfi Bergen, belki de buradan
hareketle bir yazısında Meriç’le Saint-Simon arasındaki bazı
benzerliklere değinir. “Sefalet, işsizlik, ilim adamı yalnızlığı…” [1]
Bu durum, esasında bu iki önemli düşünürün kaderlerinin ve eserlerinin
menfî ve müşterek paydasıdır. Nitekim ümitsizlikten intihar eden ve bir
gözünü kaybeden Saint-Simon’un çıkardığı Endüstri Sistemi için Meriç
şöyle yazar: “Hep aynı düşmanca sessizlik, hep aynı rezil ilgisizlik…”
İlginç birisidir Saint-Simon: Bir Malta şövalyesiyken geleneklere
meydan okuyup liberal öğretilere sarılır, asker olur, Amerikan
Bağımsızlık Savaşı’na katılır, yaralanır, dönüşte Meksika’da iki
okyanusu birleştirecek bir proje hazırlar ama ilgi görmez, 1789′da
köylülerden yana devrim safındadır, kontluğundan feragat eder, satın
aldığı toprakları köylülere dağıtır, ömrü boyunca aç biilaç yaşar,
dergilerini çıkaran liberal finansörlerle sosyalist fikirleri yüzünden
arası açılır, sosyolojinin ilmî temellerini atar, fikirleri uğruna
karısından ayrılır.
”Bütün velîler gibi tanınmadan yaşadı, küçümsendi ve ölünce ışık oldu…”
İlk sosyolog
Sosyoloji Notları’nda Cemil Meriç’in “Araplarla gelen müsbet ilimlerin kilisenin duvarlarında gedikler açması“na
dayandırdığı Fransız Devrimi, Giddens tarafından çağımızın politik
dönüşümlerinin bir sembolü olarak kabul edilir. Çünkü Devrim’le beraber
toplum baştan aşağı yeniden şekillenmektedir. Batı, feodalizmden
kapitalizme ya da gelenekselden moderne doğru bir evrim geçirmektedir.
Tarihte ilk defa olarak “sanayi” vasfıyla tesmiye ettiği bu toplumu,
içinde bocaladığı anarşiden kurtarmak ister Saint-Simon. Bunu yaparken,
Durkheim’e göre XVIII. asrın filozoflarının hayalî, ütopik sistemleri
yerine hakikati inceleyip geleceği sezmeye çalışır, devrimden sonra
Fransa’yı hangi sosyal düzenin huzura kavuşturacağını araştırır.
Metafizik felsefenin şekilci genellemeleriyle bilimlerin dar uzmanlık
alanları arasında yeni bir düşünceye yer açılabileceğini ilk olarak
Saint-Simon’un öne sürdüğünü yazar. Umumî kültürle, manevî düzeni tesis
etmek, sonra pozitif metodu kullanarak, toplumu doğa bilimlerinin bir
nesnesi gibi ele alarak yeniden inşa etmek amacındadır. Böylece madde
ilimleriyle insan ilimleri arasında fark kalmayacaktır. Bu yüzden
Durkheim’e göre, sosyolojinin kurucusu olarak pozitif sosyoloji
yönteminin Comte’a atfedilmesi bir hatadır: “Yeni bir tarihî metod, pozitif felsefe, sosyalizm… Hepsini tek kelimede toplamıştı Saint-Simon: Endüstriyalizm.” O, bu yeni ilme “sosyal fizyoloji” der. Sonra talebesi Comte tarafından adı sosyoloji diye ilan edilir.
Meriç’e göre Saint-Simon Endüstri Devrimi’nin ve sosyalizmin
ideologu olmakla beraber sosyolojinin kurucu düşünürleri olan Comte,
Durkheim ve Marx’ın da hocasıdır. Bazıları tarafından Saint-Simon’un
gerçek devamcıları olarak Proudhon ve Marx anılır yalnız. Onlar Comte’u
pek hayrla anmazlar: Birisinin “okudukça midemi bulandıran hayvan“, ikincisinin “ilmine saygım yok” dediği Aguste Comte da hocasını saygıyla anmaz. Saint-Simon için “hiçbir borcum yok o adama, kendisinden hiçbir şey öğrenmedim”
diye yazar. Ama bu Meriç’i tatmin etmez. Ona göre, düşünce tarihinde
Ödip kompleksinin en şaheser örneği ya da bir Yahuda İskaryot olan
Comte, ölünceye kadar aynı vehmin kurbanı olarak kalır: Orijinal
değildir, belki üslûp onundur ama fikirler Saint-Simon’undur.
On dokuz yaşında mühendislik okulundan kovulan Comte, ümitsiz ve
işsizken sığınır Saint-Simon’a. Önce sekreteridir, sonra yazı arkadaşı
olur, üstadın yıllardır tekrar ettiği fikriyatını geliştirir, beraber
yeni bir felsefe geliştirmeye gayret ederler, ceza mahkemesinde
beraberce müdafaa hazırlarlar. Yolun başındayken yazdığı mektuplarda, “tanıdığım en olgun insan, tutarlı, âlicenap, er geç anlaşılacak bir düşünür” diye metheder hocasını. Sonraları, “hayâsız cambaz, her türlü değerden mahrûm bir şarlatan” diye yazar…
”Tarihin çökmeye mahkûm ettiği müesseseleri yerle bir eden Fransız Devrimi”
ve endüstriyle ilgili incelemeler yapan Saint-Simon, çağdaş toplumu
endüstriye dayanarak yorumlayan sosyal bir felsefe kurmak amacındaydı.
Tüm hedefi, ilmî metod olarak kabul ettiği pozitivizmi sosyal hayata
uygulamak ve bu ilme dayanan bir politika kurmaktı.
Meriç, Saint-Simon’u incelerken onun sosyolojinin de çekirdeğini
oluşturacak araştırmalarının odağına bakar, ütopik sosyalistlere. Yani
en iyimser yaklaşımla, Saint-Simon kadar ütopist olan ve çağdaş Batı
düşüncesini belli bir sınıfın belli bir dönemdeki ihtiyaçlarına göre
ayıklayan ve aktaran bir fikir adamı olan Marx’tan önceki tüm
sosyalistlere…
İlk sosyalist
Saint-Simon da diğer sosyalistler gibi doğuştan gelen hiçbir imtiyazı
kabul etmez; endüstriyel eşitliği savunur, herkesi topluma kattığı
değer ölçüsünde kıymetlendirir. Marx’tan evvel “mülkiyette değişiklik yapılmadan toplum düzeninde herhangi bir değişiklik yapılamaz”
diye yazar. Mülkiyet çalışanların olacaktır ve herkes çalıştığı
kadarıyla yetinecektir. Vatandaş kavramını soyut bulur, bunun yerine
toplumu üreticilerden müteşekkil görür. Toplum, bal arıları ve eşek
arılarından oluşmaktadır ona göre. Çalışan sınıfı ön plana çıkarır ve
aylaklar olarak nitelediği toprak sahipleri ve askerleri mülkiyetten
mahrûm eder. Rekabetin yerine işbirliğini koyar, tüketimi üretimin
emrine verir. Bu sebeple iktisada yeni bir vazife yükler ve fakirleri
göz önünde bulundurarak toplumu yeni baştan düzenlemek ister.
Toplumun her yönden yenilenmesi icap etmektedir ona göre. Önceki
asrın filozoflarının inançları yıkmaktaki aceleciliği manevî temeli
çökertmiş ve toplum darmadağın olmuştur çünkü. Endüstriyalizmin manevî
bir arka plana da ihtiyacı vardır. Bu sebeple modern ilimlerle çatışan
Hıristiyanlığın çökeceğini söyleyip toplumu etik temelinde yeni bir
Hıristiyanlık anlayışına davet eder, hümanist bir panteizmdir bu
aslında…
Meriç’e göre, kendi tarihiyle hesaplaşan Batı’nın derslerine kulak
verilen iki hocası vardır, Proudhon ve Saint-Simon. Çağımızın gerçek
habercisi dediği Saint-Simon’un yaşamı ve düşüncelerine odaklanma
sebebiyse, onu bir asrı dolduran düşünce olarak nitelemesidir, çünkü
çağımız onunla başlamaktadır. Ona göre, “Saint-Simon’a kadar hiç
kimse insanın iktisadî ve sosyal faaliyeti üzerinde böylesine ısrarla
durmamış, emeği öylesine yüceltmemiş, aylaklığı yermemiştir.”
Ki kendisi de Kırk Ambar’da Saint-Simon’la ilgili bu eseri, devrim
sonrası Fransası gibi bir fetret dönemi yaşayan Türkiye’nin alt üst
olmuş değerler levhasına bir katkı, bir aydının Batı düşüncesine,
düşünceye uzanışı olarak niteler.
Alper Gürkan
28 Kasım 2011
www.derindusunce.org'ta yayımlanmıştır.
* Cemil MERİÇ, Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist; İletişim Yay.,İstanbul, 1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder