Oblomov bir köhneliğin romanıdır. Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında hüküm süren bir anlamsızlığın romanıdır. Hangi işe yaradığını ne tarihin ne de kendisinin bilmediği bir soylunun romanıdır. Kendine oturacak yer bulamayınca çekip giden adamların romanıdır. Oblomov, oblomovluğun romanıdır…
Gonçarov XIX. yüzyılın ortasında bu eseri kaleme
aldığında, Ekim Devrimi’nden bî-haber olan ve
Stalin’in sanayileşmiş Rusya’sından uzak bir konumda feodalizmin tüm
titreşimlerini içinde barındıran bir Rusya mevcûd idi.
Tahta çıkar çıkmaz liberalleşme gayesiyle reformlar başlatan Çar II.
Aleksandr’ın serfliği kaldırmak üzere hamle yaptığı, köylüye toprak dağıttığı;
moderniteye temâyülün, kapitalizme evrilmenin,
yani Batılılaşmanın deli gömleğini giyinmenin eşiğinde bir Rusya…
Romanın başkişisi olan Oblomov, babasından miras
kalan Oblomovka köyünün efendisi olan bir derebeyidir. Yükseköğrenim görmek
için kente gitmiş ama eğitimi pek önemsememiştir. Bir soyluya yaraşır biçimde
me’muriyete atılmış ama bürokratik saçmalıklar içinde bocalamaktan
sıkılmış, bırakmıştır. Modern dünyaya adımını atar atmaz “yaşamın ne zaman gerçekleşeceği” sorusuyla boğuşmaya başlarken, aslında önündeki çağın geleceğini okur gibidir: Tek düzelik, standartlaşma ve birbirinin aynısı zamanlar, mekânlar, ortamlar, olaylar… Üstelik şehirdeki sığ hayatın varlığından da rahatsız olmuştur. Cem’iyyet hayatı ve kadınların tuhaflıkları onu tedirgin etmiştir. Çiftliğindeki işleri ele almak istemiş, sonra bu angaryayı başkalarına bırakmıştır, ona bir gelir gelmesiyle yetinmiştir. Nihayetinde bir eve, hatta evin bir köşesine, yatağına kendini hapsetmiş kalmıştır.
sıkılmış, bırakmıştır. Modern dünyaya adımını atar atmaz “yaşamın ne zaman gerçekleşeceği” sorusuyla boğuşmaya başlarken, aslında önündeki çağın geleceğini okur gibidir: Tek düzelik, standartlaşma ve birbirinin aynısı zamanlar, mekânlar, ortamlar, olaylar… Üstelik şehirdeki sığ hayatın varlığından da rahatsız olmuştur. Cem’iyyet hayatı ve kadınların tuhaflıkları onu tedirgin etmiştir. Çiftliğindeki işleri ele almak istemiş, sonra bu angaryayı başkalarına bırakmıştır, ona bir gelir gelmesiyle yetinmiştir. Nihayetinde bir eve, hatta evin bir köşesine, yatağına kendini hapsetmiş kalmıştır.
“Aslında çok önemli
işler yapmaktadır, bunun için dinginliğe ve dinlenmeye ihtiyacı vardır. Eyleme
geçmeden önce düşünmesi ve hayal kurması gerekir. Bu aşama en önemli aşamadır.
Zaten neredeyse yaşamı boyunca bu aşamayı hiç geçememiştir. Aslında çok şey
yapmak istemiştir ama başlama noktasına gelmek için gerekli eyleme geçme
aşamasında sanki yüz yıllarca vakti varmış gibi sürekli erteleme yaşamıştır. O
hiç gelmeyen uygun zamanı kollama ve hayal aşaması Oblomov’un yaşamını
oluşturmuştur.” (Abacı,2011:57)
Gonçarov,
epeyi etki uyandırmış olan bu eseriyle gerek derin kişilik analizleriyle
yoğurduğu bölümler, gerek ilk yayımlanan parçası olan ve romana kaynaklık eden
“Oblomov’un Rüyası”nda doruğa ulaşan tasvir gücüyle büyük bir edib olduğunu
ispatlamıştır. Ayrıca bu kalın kitapla sosyolojik bir vakıayı da ele alıp san’atıyla
işleyerek bunun da altından kalkmayı başarmıştır. Bu vakıa, oblomovluk hâli ve kavramıdır. Zamanın meşhûr münekkidi Dobrolyubov’un tespit ettiği şekliyle oblomovluk;
“dünyada olup biten her şeye karşı duyumsamazlıktan
kaynaklanan tam bir atalet, hareketsizlik, ilgisizliktir.” (1987:30-39)
Tolstoy’un Savaş
ve Barış’ta anlattığı Napoléon Seferi sonrası derinleşen
Batıcılar-Slavcılar çatışmasında Rusya’ya ilişkin pek çok bilmecenin anahtarı
olarak görülen bu kavram, münekkide göre Gonçarov’u kendisinden önceki
yazarlardan ayırıp onlarla kıyaslanamayacak bir değere ulaştırıyor.
“(…) biz
böylece Oblomov tipinde ve genel olarak bütün oblomovlukta (…) Rus hayatını,
günümüz Rusya’sının eğilimini buluyoruz. (…) Burada önemli olan bu tipin,
hiçbir ciddi Rus sanatçısının görmezden gelemeyeceği, bizim bağrımızdan
kaynaklanan, bize özgü bir tip olduğudur.” (a.g.e.:29)
Dobrolyubov’un bu tesbiti, salt Rusya yâhût başka bir
coğrafya veya toplumla sınırlı değildir kuşkusuz: Oblomovluk, bir karakteristik
özellik olarak dünyanın pek çok yerinde ortaya çıkmış bir tabîattır. Nitekim belki de bu sebeple münekkid, romanda
önemli olanın “Oblomov değil oblomovluk”
(a.g.e.:43) olduğunu yazar.
Onu
sadece Doğuya, Rusya’ya ait görmek hatasını tekrar etmeden şu söylenmelidir ki Gonçarov’un
muhtemel derdi, toplumu için ele aldığı bir idealin karşıtını koyultup ön plana
çıkarmaktı. Çünkü kurgunun sosyolojik okumalara imkân tanıyan yapısının yanı
sıra yine aynı amaca hizmet eden mukayese vasfı ile yazar, farklı görüşleri
çatıştırır ve romanın sürekliliği için hikâye boyunca bir gerilim var eder.
Buna göre “eserde, Oblomov-Ştoltz,
Agafya-Olga ikilemleriyle eserin bir anlamda alt metni oluşturulmuştur.”
(Lidar,2011:51) Bu zıtlıkta bizim için esas olan husûs,
kişiliklerden ziyâde kişilerin temsîl ettiği değerlerdir. Bu değerler sisteminde zıddiyyet,
-iktisadî
anlamlarıyla- geleneksellik-modernlik hilâfı üzerine
kuruludur.
Okuyucu için Gonçarov’un ön plana çıkarmak ve bir
reçete gibi sunmak istediği ideali kısaca Ştoltz’un tavır ve davranışlarından
seçmek mümkündür. Ştoltz, Gonçarov’un rüyasıdır: Sürekli çalışmak, hareket
etmek, etrâfı durmadan kolaçan etmek, köhneliği
yıkıp yeniliğe sarılmak, üretmek, yenilenmek, güçlenmek ve kazanmak… “Her şeyi biliyorum, anlıyorum, ama ne gücüm
var, ne iradem. Bana güç ve irade ver, beni nereye istersen götür…” der bu
sebeple Oblomov Ştoltz’a biçarece. Onun tanıştırdığı Olga’nın dünyasını
renklendirişinin, rûhuna hareket getirdiğinin
farkına varır ama aşk da oblomovluğun kurbânı
olmaktan kurtulamaz. Ayrılırlar…
* * *
“(…)
İlya İlyiç kim?”
“Oblomov;
sana ondan çok bahsetmiştim.”
“Evet,
hatırladım; senin bir dostun, bir okul arkadaşın. Ne oldu?”
“Öldü,
hayatı yok yere harcandı gitti.”
Ştoltz
içini çekti biraz daldıktan sonra:
“Zekâca
kimseden aşağı değildi,” dedi. “Tertemiz, billur gibi bir ruhu vardı. Asil
heyecanları olan bir insandı. Ama hiçbir şey yapmadı.”
“Niçin?
Ne yüzden?”
“Ne
yüzden mi?.. Oblomovluk?”
“Oblomovluk
mu? O da ne demek?”
“Biraz
zihnimi, anılarımı toparlayayım da anlatayım: sen de yazarsın; belki birisinin
işine yarar.”
Ştoltz
dostuna işte bu okuduğunuz hikâyeyi anlattı.
* * *
Bu roman Rus milliyetçiliğini, Slavcılığı ve elbette
moderniteden nasibini alan her yerdeki gibi bu geniş topraklarda da boy veren oblomovluğu
karşısına alan Gonçarov’un Ştoltz üzerinden Rusya’yı eleştirisidir. Ştoltz’un
idealize edilmiş kişiliğiyle geleceğin hayâlî Rusyasına dair işaretler sunulur, onun Oblomov’a
bakışıyla mevcûd vaz’iyyet tenkid edilir. Bu
yüzden yazarın tüm samimiyetine, sıcaklığına ve merhametine rağmen Oblomov, tarihî bir kalıntı olmanın yanı sıra bir trajediye de mahkûm
edilmiştir. Kaybetmiştir. Nihayetinde tüm hikâye Ştoltz’un bir dostuna
anlattıklarından ibarettir.
Kaynakça
Gonçarov, İvan (1983); Oblomov, Çev.:Sabahattin
Eyuboğlu-Erol Güney, Sosyal Yay., İstanbul.
Lidar, Veysel (2011); Oblomov: Doğulu Bir
Kaybeden, Kayıtsız Bir Düş Yolcusu, Roman
Kahramanları, Sayı:7, s.50-55
Dobrolyubov, N.A. (1987); Oblomovluk Nedir?, Çev.:Mazlum
Beyhan, Yön Yay., İstanbul.
Abacı, Figen (2011); Oblomov: Anne Karnının
Çağrısı, Roman Kahramanları, Sayı:7,
s.56-59
www.derindusunce.org'ta yayımlanmıştır.
Merak ettiğim bir kitaptı, iyi bir ön okuma oldu bu. Elinize sağlık diyeyim.
YanıtlaSil