1 Kasım 2015 Pazar

Bilmenin Olanaklılığı İçin Metod: Fenomenoloji


"Kanılarımızın başka başka olması bazılarımızın ötekilerden daha akıllı olmasından değil, sadece düşüncelerimizi ayrı ayrı yollardan götürmemizden ve aynı şeyleri göz önünde bulundurmamamızdan ileri gelir."

Descartes, Metot Üzerine Konuşma

Nietzsche'nin demesiyle gerçek denilen, gerçekten çok gücün bir fonksiyonu olarak üstün gelendir. Ki gerçek diye ne biliyoruz? Sonsuz bir akış hâlindeki evrenin daracık bir kıyısında sayısı "belirli" deney ve gözlemlerimizin değerlendirilmesi tüm bilgi denilen. -Gerçek de bu bilgilerden üretilen. Üstelik türsel bir değerlendirme bunlar; kategorilere, formlara tamamen insan aklının çıkarımlarına/yasalarına tabidir. -Bu sonsuzluğun akışkanlığına inat kafatasına sıkışmış katı bir sümükümsü elektriksel yapıdaki değerlendirilmeler hepsi, varoluştaki gerçekle ilgisi nedir? Bunlardan fazla elimizde ne var? Sınırlı ve epey dar bir algıya dayalı girdi-çıktı işleri, fayda-zarar gözetmeye odaklı muhasabe kayıtları -ki vergi kaçakçılığıyla meşhur bir primat türü olduğumuz gerçeği de göz önüne alınınca evrenin bilgelere öğrettiği şaka hakkında bir fikir belirebilir: "Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir." Bilmediğini bilmek, anlamanın başlangıcı. Neyi anlamanın? Akışın bilinemeyeceğini anlamanın ilk adımda.

"Bilgi, kendinde şeyler olarak varolanlara uygun olduğundan nasıl emin olabilir?" diye sorar Husserl, bilginin ne olduğu araştırmasını temellendirirken: Bir şeyin kendisi ile ona dair bilgi arasındaki mutlak uyum nasıl anlaşılır? Bir atla atın insan zihnindeki bilgisi birebir uyumlu mudur mesela?

Bu soru da buhranlı dönemlerde sıçrama yapan felsefenin yeni bir imkânı olmuştur -ve dikkatli gözlere ilham verir; zor zamanlar bir şeye hazırlık zamanlarıdır daima, bir doğum gerçekleşecektir: Dinsel, ideolojik, toplumsal, ahlâkî uyuşturucular fayda etmez bazan, bir yıldız doğacaktır, sancıyı sadece doğuracak olan duyar, o ter içinde kıvranırken diğerleri muhasebe kayıtlarıyla iştigale devam ederler ama kim örtebilir ki yıldız doğuracak olanın ışığını?


19. ve 20. asırların üzerinde ağır bir yük var: Modernlik deneyimi kalıplanmıştır artık; Sanayi Devrimi bu kalıbı kullanarak seri üretim, kentleşme, tektipleşme ve savaş -ya da pazar kavgası için çokluk üretmenin yollarını bulmuştur. Nasıl bulmuştur? Bilimle: Bacon'ın "tabiata işkence ederek sökmek"ten söz ettiği bilgi, nesnellikle inşâ edilmiştir ki bu ilerlemiş hümanizmdir -20. asırla tükenme sinyalleri verir. Evet nesnellik, evet bilgi... Ama nasıl mümkündür nesnel bilgi? Husserl'in çabası hümanizmden bilgi adına bir kopma uğraşı gibi görülebilir; asistanı Heidegger'nın üzerindeki olumlu ve Sartre'ın üzerindeki olumsuz etkileri hümanizm dolayımında okunmalı sanki: İlki insan varoluşunu, ikincisi doğrudan varoluşu fenomenolojiyi kullanarak kurarlar. -Şu da eklenmeli ki Mannheim'ın bilgi sosyolojisi için temel gereksinimi olan toplumsal koşulların bilgiyi yapılandırması kavrayışına da yön vermiştir, Mannheim'ı Hegel ile anarız ama onun nesnenin kendi gerçekliğine yönelmesi değil de bilgiyle fenomen olarak ilgilenmesindeki etkisi açıktır. Husserl nesneleri saf bir şekilde, yüklemsiz veya özsellik içinde nasıl kavrayacağız diye yola çıkar bu çökmüş nesnellik ruhunun artıklarını aşmak için.

Fenomen nedir?

Hemen şu hatırlatılmalı: Husserl'in fenomenoloji ile kastı yaygın olarak bu kelimeye başvurmuş olan Kant'taki anlamının (numen-fenomen tutarsızlığının yahut numen'in kendinde şey olarak bilinemez saltık gerçekliği ile onun görünüşünü sunan fenomen ilişkisinin) ve Hegel'deki duyusallıktan mutlak olana doğru bilginin bilinç ile ilişkisinin ileri götürülmesi olabilir. Ancak Husserl'in özgün bir anlamda kullandığı tartışılmazdır. Görünenin kendiliği için kullanır. Açılabilir: Fenomenoloji bir yöntem olarak "bilinç felsefesi"dir; Husserl dışsal gerçekliği gerçeklik olarak kabul etmez ama idealizmin nesneyi zihinde tanımlamasıyla da ilgilenmez, -böyle anlaşıldığından yakınmıştır ki nesneye ilişkin bilgi bilinçtedir ona göre, idealizmle burada ayrışmıştır. (Yalnız nesne değil nesneye ilişkin bilgidir bilinçte olan ve bu nesne ile aynı değildir.) Hatta onun varolan şeyi verilmişlik'le nitelemesi de bu ayrışmışlığı göstermeyi amaçlar sanki: Varolan'ı verilmiş diye tesmiye ederek onun bilincin dışındaki dünyadan bilince verilmişliğini kasteder; yani bilincin dışında bir aşkınlık vardır ve bunun unsurları bilince verilmiştir. Ama verilmiş olanın tam olarak ne olduğunu anlamak gerekir fenomenolojinin derdini anlamak için: Verilen nedir? Husserl nesneyi ve nesnenin imgesini birbirinden ayırır; bir nesne olarak ağaç ile o ağacın çeşitli algılar vasıtasıyla bilince ulaşan imgesi özdeş değildir. Görünen şey (nesne) ve görünüş (imge) diye ayırır bunu. "Phainomenon aslında görünüşe gelen demektir; ancak öncelikle görünenin kendisi için, yani (psikolojinin yanlış anlamaya açık olan bu ifadesi kullanılabilirse) öznel fenomen için kullanılır." der. Saussure'ın dil ve söz arasında kurduğu ilişkiyle bunu kavramak mümkün, zira Husserl de sesle belirli bir andaki ses fenomeni arasındaki ilişkiyi örnekler (-elbette aynı şeyden söz etmiyorlar ama ilişkinin kurulması içindir bu anımsatma). Sesin (ya da nesnenin) bir şimdi'si yoktur ama bir fenomen olarak belirli bir sürede algılanan imgesi vardır, yani şimdi'de algılanan sesin kendisi değil bir görünüş (işitim imgesi)'tür. Nesneyi verilmişlik olarak nitelemesine dönersek, Husserl'in gayreti saf bilgiye ulaşabilmek için nesne üzerinden bir ikilik yaratmaktır: Nesnenin varlığı bilinçten bağımsız olarak kaimken bilinç açısından aşkındır, bilincin nesne ile ilişkisi bu sebepten -aşkın olanın imgesinin verilmesi dolayısıyla bir verilmişlik ilişkisidir. -Burada söz edilen görünüş ya da imge özneye bağlı olarak anlam ve değer kazandığı için bilgi'yi Husserl, bilinçte tanımlar.

Descartesçı Meditasyon: Düşünen Ben

Sebep? 
Descartes Metot Üzerine Konuşma'da -bir kaç yerde bunun eleştirisini yazdık ama amaç Husserl'i anlamak, onun amacı da emin olunabilecek bilginin ne olduğunu anlamaktır; yani amaç aynıdır -ki bundan fazla ne arayabilir ki aklı başında birisi? Ne biliyoruz, nereden biliyoruz, nasıl biliyoruz? Bildiğimizi iddia ettiğimiz şeylerin bir kanaat ya da yüzeysel bir çıkarım, ezberlenmiş bir veri vs. olmadığından nasıl emin olabiliyoruz? En realist yöntem olarak empirizm bile evrenin karmakarışık yapısı için basit araçlarla ve acz içindeki insan aklının algı kapılarından girenlerle sınırlı: Bilgi, kategoriler üzerinden ancak bulunuyor ve bu kategorilerin tamamı aklî şablonlardan ibaret...

Descartes mantığı açığa çıkaran bir sürü kural ya da yasa yerine kendi yöntemini oluşturmaya, işe sıfır noktasından başlamaya karar verince şu ilkeye başvurur: "Doğruluğunu apaçık olarak bilmediğim hiçbir şeyi doğru kabul etmemek". Düşünür sonra, insan neyin doğruluğunu apaçık bilebilir diye? Siyasetçilerin, sanatçıların, din adamlarının ve diğer fantezi imalatçılarının sunduğu bir sürü -evet bir sürü "doğru" vardır. Ama bunların doğruluğunu ben nasıl bilebilirim -apaçık olarak? Bilinir ki bu sorgulama filozofu "Ego cogito, ergo sum." sonucuna iletir: "Düşünüyorum, öyleyse varım hakikatinin şüphecilerin en acayip varsayımlarının bile sarsmaya gücü yetmeyecek derece sağlam ve güvenilir olduğunu görerek, bu hakikati aradığım felsefenin ilk ilkesi olarak kabul etmeye tereddütsüz karar verdim." Dediğinin özeti şudur: Düşündüğüne göre bu ben'in olması gerekir, (Çevirmenin notudur bu) var ki düşünüyor.

Husserl de bu yöntemi bir başlangıç olarak alır: "Cogitationun varlığından, zihinsel yaşantı sırasındaki ve yaşantı üzerine yalın refleksiyondaki yaşantının varlığından şüphe edilemez" diye yazar. Cogitationes yani düşünmeler, düşünce; bilince ilk verilmişliktir; yani varolan ile bilincin ilk teması budur. (Burada refleksiyon sorunu var Türkçe için: Düşünce ediminin failinin kendisini nesne hâline getirip düşünmesi. Cevizci de Hançerlioğlu da sözcüğe dokunmamışlar. Düşünümsellik diye bir çeviri sosyalbilimlerde yaygınlaştı ama şüpheli bir çeviri bu: Kelimenin orijinindeki yansıtım fikri yerine düşünce fikri oturtularak olmaz, ki cogitasyon ve refleksiyon bir arada nasıl kullanılacak?) Yukarıda sözü edilen verilmiş olanın aşkınlığı gibi burada Husserl içkinlikten söz açar: Cogitasyonun/düşüncenin gören bilgisi içkindir; "ben bilincinde real gerçeklik gibi, bilgi nesnesi yer alır" der. Burada içkin olan benim içimde aşkın olan dışımdadır gibi bir çıkarsama yapılamaz: (Reel) İçkin, kendinden başka hiçbir şeyi göstermez, kendinden başka hiçbir şeyi kastetmez; bu, bilinçte olup da dışarıya gönderme yapanı ondan ayırır, çünkü dışarıya işaret eden doğal olarak verilmiştir. Filozofun kullanacağı içkinlik düzeyi de budur ki apaçık olan sadece odur zaten.

Fenomenolojik İndirgeme ve Epoche

Husserl gerçeğe ya da nesnenin kendinde gerçeğine erişmek için ona dair bilgilerimizin temizlenmesi gerektiğine değinir. Şöyle der: "Kendinde şeyleri, bizim düşünüşlerimiz ve onları düzenleyen mantık kuralları ne ilgilendirir ki? Bu kurallar bizim düşünüş yasalarımızdır, psikolojik yasalardır -biyolojizm, uyum yasaları olarak psikolojiye ilişkin yasalar." Şöyle özetlenebilir: Bir şeyi bilincimizin kavraması, o şeye ilişkin geliştirdiğimiz formel düşünce kalıplarına onu oturtmasıyla mümkün olur. -Bunu demişken şöyle demiş olmuyor muyuz: Şeye ilişkin bilgimiz onu kendi bilinç kalıplarımıza uydurmamız demektir. Evet, uyduruyoruz ve buna bilgi diyoruz. -Yaygın anlamıyla uydurmak fiili -ki Husserl'ın psikolojizmden söz ederken uyum yasaları olarak biyolojizme atfı bu sebepledir, -uyuyoruz diyelim çok anlamlılık olsun: Bilinç, algıladıklarını hazır kategorilerle ilişkilendirerek, onlara uydurarak şeyi kavrar. Fenomenoloji, bu kalıpların -bilimsel, kültürel, ekonomik, dinî, estetik vs. bilince sundukları tanım ilişkisellikten ayıklamak amacı taşır.

Cogitasyonun/düşüncenin varlığı, onun kendi kendine verilmişliği (onun kendini aşkın bir var olan olarak görüşü) saf apaçıklıkla mümkündür, aksi hâlde kendini refleksiyona sokamaz. Bilincin saflığına erişmek için aşkın olanı, yani bilince verilmiş olanı sıfırlamak gerekmektedir; Husserl'in "bilgi kuramı asla doğal bilimler üzerine kurulamaz" hatırlatmasıyla doğa bilimleri, nesnel bilimler, matematik, kanılar, sağduyu bilgisi ve diğer tüm var olan veriler reddedilerek -daha doğru ifadeyle geçerli doğrular olarak değil de salt birer fenomen olarak ele alınmak suretiyle kabul dışı bırakılmalıdırlar: Fenomenolojik indirgemenin özü budur. Var olan bir şey olarak sunulmuş her aşkın şeyi dışlar ve saf olarak verilmiş olana yönelir: Kendi kendini kavrayan saltık gören apaçıklığa kavramak içindir bu. Çünkü amaç bilgiye ulaşmak ve bilgi, insan zihninin formlarına (kategoriler, yasalar, kıyaslar vs.) bağlıdır ve bilen öznenin bilgisidir; bilgi ile bilginin nesnesi aynı şey değildir ve bilgi, şeyin kendisine ulaşamaz. Aynı ilişki refleksiyonla kendini -kendi düşünmesini- nesneleştiren bilincin cogitasyonunda da geçerlidir; kendini nesneleştirdiğinde kendiliğin doğasına ulaşamaz. Fakat fenomenolojik indirgeme sayesinde kendisi ve kendilik hakkındaki bilgileri de saf dışına iterse bilinç apaçıklıkla kendini kavrayabilir.

Bu indirgemenin yöntemi ise paranteze alma ya da epochedir: Şeyi etrafındaki perdelerden arındırma yöntemi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder