8 Kasım 2015 Pazar

Düzenin Simyası: Herakleitos'ta Logos Kavramı Üzerine


"Başlangıçta Logos vardı. Logos Tanrı'yla beraberdi ve Logos Tanrı'ydı.
Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu,
var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı."
Yuhanna,1:1-5

"İyileşmelerinin o son noktasında yeniden 'insan' olacaklar ve insana benzer katışıksız yığın olmaları sona ermiş olacak -bu da bir şeydir! Bundandır henüz ümitler! Yüreğimiz sevinçten taşmıyor mu, siz ey ümit edenler? Peki, nasıl varacağız bu ereğe? diye soracaksınız. O ereğe doğru yola çıkışınızın hemen başında Delphoi tanrısı size şu ünlü sözü ile seslenir: 'kendini tanı!' Bu pek güç bir sözdür: Çünkü o tanrı, Herakleitos'un dediği gibi, 'hiçbir şeyi gizlemez ve hiçbir şeyi bildirmez, tam tersine yalnızca gösterir.' Peki neyi gösterir size?"
Nietzsche, Tarih Üzerine

Arza yerleşme ve kök salma, bedenle özdeşleşip etleşme hâlinin tezahürünü resmetmek için Dionysosça dillenirken (Çarmıhtakine Karşı Dionysos'ta) şöyle denildi: "Kaosa karşı kozmik olan, evrensele karşı sosyal olan, akışa karşı mekanik olan, ruha karşı benliksel olan, içgüdüye karşı zihinsel olan, coşkuya karşı hesaplı olan, doğaya karşı insancıl olan, yaradılışa karşı ahlâksal olan, gerçeğe karşı doğru olan." Manzara budur arzî eğilimlerde: Düzenli, mekanik, benliksel, zihnî, hesaplı, ahlâkî, doğru, toplumsal -yani insancıl, insanmerkezli, var oluşu insan üzerinden "oku"yan bir sapma.

Onlar için hakikat bu manzaraya müteveccih; şöyle derler bu yüzden "Düzen olsun da nasıl olursa olsun". Dinin bu dünya için düzen fikri içeren bir ideolojisi varmış gibi davrananlar böyle derler. Esasta bir işbirliğinin işaretidir bu: Hikmetini sadece kendilerinin bildiği iksirlerle hazırladıkları çorbayı beraber karıştırdıkları devleti meşrulaştırmak için müderris takımının başvurduğu bir zırvalama biçimi: Moderniteyle birlikte toplumcu sürü eğilimlerini, sosyalizmleri meşrulaştıran -Lenin'in isimlendirmesiyle namuslu aydınların, kendilerinden önce uydurulmuş kutsallıkları baş aşağı çevirerek yeryüzünde vaadettikleri profan cennet ile bir farkı olmadığı açık: Müderris ya da aydın, çorbadan başka bir şey düşünememenin okumuş hâlidir. Devlet (asker, örgütlenme), ruhban (kurumsallaşmış din, maneviyat) ve entelektüalizmin (kültür aracılığı) zevkle kaşıkladığı aynı çorbadır bu: Düzen çorbası.

Beri yandan ne demişti filozof mübrem: "Hakikat olsun da varsın yaşam son bulsun."

Şenlik ateşi yakmak için en uygun zamanlamayla şaraplık üzümlerin hasat döneminde eti ayaklar altında çiğnemek, insanın yakıcı ve baş döndüren özsuyuna erişmek için düzeni kurcalamak, düzeni düzenli yapanın ne olduğunu anlamak, at sineğinin aldığı vahiyle damarları bir bir kontrol etmek...

I.

Önce bütün felsefesi "Kendimi aradım" sözüyle özetlenebilecek Herakleitos'un pozisyonu görülmeli. Toplumdan, devletten ve bunlarca örgütlenmiş kent yaşamından tiksinerek bir mağaraya çekilen bilge kişiliği anlaşılmalı.

"Dinlediklerimden birisi yok ki anlamış olsun: Bilgelik ayrı düşmektir her şeyden."

Pers tehdidi altında kent devletlerinin birlik ideolojisine uygun olarak zamanla Yunan politizasyonunun bir aracı hâline gelen felsefenin ve -sonrasında Sokrates'in mecbur kalışıyla zirveye ulaşan mutluluğu amaç edinmiş vulgarize erdem söylemlerinin olanca yozlaşmışlığı dışındadır o.

"Beni değil Logos'u dinlemek[tir] bilgelik. Uyuşmak her şeyin Bir olduğunda."

Onu sadece bu ifadesi üzerinden tanımak mümkün esasen. Ama bazı sözleri anlaşılır kılınarak uyarlanmalı belki:

"Bir her şeyden doğar, her şey Bir'den", "Çemberde baş, son bir", "Değişmek: Uymak yazgılı-zorun'a", "Bütündür karşıtlar: karşıtımız iyi bize".

Özü şudur onun sözünün: "Yukarı, aşağı yol: Bir, aynı. İyi, kötü: Bir, aynı. Biri olur öbürü, öbürü biri."

Herakleitos, Buda ile çağdaştır. Platonculuğun -ve Platon'a düşülen dipnotlar yığını olarak felsefe ile Platonculuğun yozlaşmış ifadeleriyle bütünleşik metafizik dışı dinsel izahların sahiplerinin kafalarına girmeyecek bir şeyi öğretirler: Var oluşun dışında ona kaynaklık eden veya tüm oluşu ayakta tutan hariçten bir güç yoktur. Sadece metafizik sonsuz vardır ve bu sonsuzun bir izahı, tanımlanması yoktur, belki anlaşılırlığı için eldeki tek imge akış hâlidir: Başlangıçsızlığı ve bitimsizliğiyle aklın kesinlikle dışında, mekânsallık/sûret-ötesi ya da aşkınlığı nedeniyle zamanın kavrayamayacağı bir ve tek Var-lık hâli. Oluş denilen veya nesneler şeklinde bilinçte görülenler nedir? Hepsi kozmostur. Fakat bu kozmos, hemen ilk elden anlaşıldığı biçimiyle evren veya akılla kavranılıveren bir düzen anlamına gelmez. Kozmos; insan bilincinin, akıl melekesi vasıtasıyla akış hâline dair edindiği bir fikir'den ibarettir: Özü itibariyle orada öylece duran, içinde nefes alınıp verilen bir somut gerçeklik değil, bir fikir -yani insanî bir etiketlemedir.

Buda basit bir şey söyler: Hakikate ermek istiyorsan ateşin sönmesi gibi sönmelisin. Nirvana der buna, nirvana sönmek demektir: Hakikat bir menzil ya da erişilecek bir nesne değildir, onunla sen arasındaki tek perde senin ben-lik bilincindir; acı ve ıstıraba yol açan şey istek ve arzulardır, bilge kişi sadece istek ve arzularla inşa edilmiş ben-liği söndüren kişidir.

Buda'nın sözleri Herakleitos'un var oluşu açıklamasıyla paralel: Oluşun dışında onu var eden, ayakta tutan bir hakikat yoktur; oluş, Varlık'ın "dil"e gelişinden ibarettir. "Dil"e gelmek nedir? İşte Herakleitos burada Logos sözcüğünü kullanır.

"Bir Logos var ruhta, kendini çoğaltan."

Logos birçok şekilde çevrilebilir, çevrilmiştir; sözcükle değil anlamla meşgul olunmalı: Logos bir tercüme biçimidir özünde; kaosu kozmosa dönüştürme iradesi -bu yüzden ölçü diye de anlaşılmıştır, akışı bir anlama/bakışa dahil etme, kaba gerçekliği bir biçime sokma: Değişmez olanı -diyelim Yasa, değişebilir olana tahvil etme.

O hâlde varoluştan, yani değişebilir olandan yola çıkılması makul: Yapma/iş/eylem ya da hareket (yaratım ya da oluş) zamana bağlılıkla nitelenir. Hareket ya da olmak (fiil) ancak bir zamansallık içinde mümkündür. Bu sebeple oluş, zamana ve mekâna bağlı bir bilmeye tabidir; ancak belirli bir süre içerisinde yapma vardır ve bilmek, bu süre içerisinde iki farklı nokta -ya da frekans aralığı- arasındaki değişimin ölçümünü hesaplamakla sınırlıdır. Yaygın olarak nesneleri (özne haricini) gözlem, bilgi olarak adlandırılsa da özünde bir bilgi içermez. Sadece gözlemlenen şeyin belirli bir zaman aralığı içerisinde -fenomenal düzeyde görünüşüne dair bir kayıt sunar: Nesne, nesnenin görünüşü (ya da algılanışı)'nden ayrı olarak değerlendirildiğinde gözlem, sadece nesnenin görünüşüne dair bir kayıt olarak kalır. Herakleitos'un "Aynı nehirde iki defa yıkanamama"ktan söz etmesinin sebebi budur: Öznel bilinç -ve onu bütünleyen duyumsama, nesnenin kendisine değil sadece görünüşüne/imgesine erişebilir ve bu erişim bir zaman zarfı ile sınırlıdır. Bu sebepten öznel bilinç vasıtasıyla bir şeyin özünü bilmek teorik olarak imkândışıdır; bilmek yoktur, bilinenin belirli bir zaman zarfında belirli bir formuna dair kayıt (kanı) vardır: Bilindiği düşünülen nehir akıp gitmiştir; bilinç bir önceki formla bir sonraki formun aynı olduğuna inanmaya meyillidir. Bu inanma temayülü bilgeliği dışlar.

Herakleitos bunu dile getirir inanç konusunda:

"...(bilge kişi) tanınmaz inanca açlığından insanların."

Buradaki inanç, formların benzerliği çıkarımından anlamların da özdeşliği çıkarımına ulaşma temayülüdür. Oysa bilincin aynı nehirde yıkanma kabulü bir zandır.

Yapma ya da hareket -nehrin akışı, kendi oluşunun dışında ve onun öncesinde bir var oluşun -nehir olmanın formudur. Bunun formülasyonu şöyle yapılabilir:

[Varlık-bilgi düzlemi

*

Oluş-yapma (hareket) düzlemi.]

Bu ikilemelerin ilki özsel/cevherî ikincisi ise arızîdir. Ya da şöyle denebilir; ilki ontolojik ikincisi fenomenolojik. Hareket, bir kendindelik olmaktan önce bir sonuçtur; Varlık ise bir sonuç değil kendindelik olarak hareketin sebebidir ki sebep olma niteliği Varlık ve hareket arasındaki Logos düzeyine işâret eder. Demek ki bu iki ikilemenin arasında bir Logos vardır. Şöyle oldu şimdi:

[Varlık-bilgi düzlemi: Kaos

*

Logos

*
Oluş-yapma (hareket) düzlemi: Kozmos.]

O zaman şu açık: Kozmosu var eden Logos'tur. Bunun anlamı Logos'un kozmosu yarattığı veya yoktan var ettiği değildir; Logos, Varlık'ı oluşa getirir. Yukarıdaki ifadeye dönersek denildi ki "Oluş, Varlık'ın dile gelişidir", şimdi bu şöyle toparlanır: "Oluş, Varlık'ın Logos ile anlamlandırılmasıdır." Anlam dildedir sadece çünkü. Logos'un tercüme olduğu, tahvil edici olduğu daha açık oldu: Logos, ham gerçek olan Varlık'ı belirli bir biçimde düzenleyerek bilinç tarafından kavranmasını sağlayan bir vasıtadır, bu sayede kaos bilinç tarafından kozmos diye kavranılıp anılır.

Logos bu tabloda görüldüğü üzere -daha sonra Hıristiyan öğretisinde de yer bulacağı anlama paralel olarak- çift yönlü bir kavramdır: Bir taraftan Varlık'ın oluş'taki değişmez özünü temsil eder hem de değişebilir olanın düzenleyici ilkesidir. Hıristiyanlık örneği burada anlamı açık edecektir: İsa Logos'un şahsı olarak nitelenmiştir; O, bir yönden tanrının tezahürü olarak (yaratılmamış olarak) vücut bulmuştur, diğer yönden eti ve kanı olan (yaratılmış) bir insandır. "Logos insan olup aramızda yaşadı" (Yuhanna,1:14) demiştir vaftizci Yahya. (Bu itibarda Müslümanların doğrudan görünüşe bakarak İsa'nın Hıristiyanlık'ta taşıdığı anlamı kavramaları pek mümkün olmaz, ancak tasavvuf öğretisi içinde ilk yaratılan olarak Akl-ı Evvel veya Hakikat-i Muhammedî (yahut İbn Arabî terminolojisinde taayyün-ü evvel) gibi isimlerle anılan İnsan-ı kâmil ile kastedilen ve Hıristiyan mistisizmi içerisindeki Logos olarak İsa aynı düzeye işaret ederler: Hem Logos hem de Akl-ı evvel, akıl esasında aynı şey olmanın yanı sıra ilk yaratmanın da anlamını içerirler, ki İsa'nın "Ben Alfa ve Omega'yım" sözü bu anlamda ilk ve son olmaya işaret eder; ilktir Logos olarak ve sondur Mesih olarak. -Burada diğer dinlerde de kurucu nebilerin işlevinin aynı olduğunu Buda üzerinden izah eden William Stoddart'ı analım. Bu nokta aynı zamanda Hıristiyanlık'taki yaratılmamış Logos ve yaratılmış Logos kavramlarını da muhtevîdir.)

Logos'un ölçü, söz, mantık ve bilmeden sonra bir diğer anlamının akıl olduğu görülür: Biraz düşünülürse zaten hepsi aynı şeye işaret eden farklı yön levhalarıdır. Yukarıda "kaosu kozmosa çeviren düzenleyici ilke" denilirken kastedilen bunların hepsidir. Tasavvuf üzerinden dile getirilecekse Logos Mutlak olan Zât'ın ilmidir ya da "kendini bilmesi"dir: Tasavvufun ötesinde metafiziğin özü itibariyle Varlık ve Bilgi'nin aynı şey olması yaklaşımının özetidir de bu: "Varlık'ın/Vücud'un kendini bilmesi oluşu ortaya çıkarır." Yaratmak (halk etmek) fiili, insanbiçimli tanrı tasavvurunun başvurduğu "üretmek" fiiliyle ilgili bir şey değil, Varlık'ın kendini bilerek olması, oluşa inmesidir, tenezzüldür. Bu sebeple ayna metaforuna müracaat söz konusudur: İşte Tanrı'nın kendini seyrettiği o ayna Logos'tur ya da insan-ı kâmildir. -Oluş zamanın ötesinde bir bilme gerektirir, daha doğru bir ifadeyle olmak zamansal olarak bilinemeyecek bir düzeye işaret eder: "Ol" sözü, şeyleri oluşa çıkarır; söz/Logos/akıl, bilme (Zâtî ilim)'dir. (Burada belki idrak edilmesi umulur ki insan-ı kâmil diye işaret edilen, ya da Logos denilen insan/beşer değildir; belki "bir-insan" diye anılası olandır, fakat hiçbir şekilde prototip ya da ideal insan gibi bir anlamı yoktur; bu ortodoksların bir uydurmasıdır, İlke'dir o. Âdem diye anılan da böyledir...) Herakleitos'un dediği gibi "Bir'dir bilge."

Logos açılmışken düzen ve ahlâka dair bir bakış açısı hatırlanmalı. "Akıl ve Kozmos" notu ile bu yapıldı ama Logos'u merkeze alıp tekrar bakmalı; düzenin, hukukun ve ahlâkın simyasına...

II.

"Yapmaya giden yol olmaktan geçer."

Lao Tzu

Ahlâkı Logos'a ilişkin bir bilme tarzının içinde anlamlandırmalı. Ancak bir yol ayrımı siner yazgıya böylece: Bilinemez olan Varlık'a dönük Logos ile değiştirilemez olan oluşa dönük Logos ayrımı netleştirilmeli zihinde.

Anlam ne yöndedir? Bir bilme tarzından söz ediliyorsa oluşa dönük Logos'u kavramalı ilkin. Bu neden gerekli? Çünkü kainatın akışında bulunan düzen fikri (kozmos idesi) akla ait bir tespit, çıkarsama ya da çözümdür. Şöyle bir örnek izah edicidir: Nehrin fotoğrafını çekip onun nehir olduğu düşüncesi. Nesnenin kendisiyle görünüşünün (hatta görünüşünün de görünüşü) özdeş sayılması. Apaçık bir yanılgı. İşte toplumsal yaşamda ahlâk dedikleri şey de böyle bir yanılgı, illüzyon.

Nihayet ahlâk da kozmos dedikleri bu düzen fikri içerisinde bir "değer yönelimi" demektir; değerin kendisi değil, onun zamansal bir fotoğrafı, imgesi. Anlaşılır hemen, ahlâkın bir değer yönelimi olması insana dairdir. Ya da şöyle dense ahlâklı olmayı hep yüceltmiş naif bir zihne erişim daha olanaklı olabilir mi: Ahlâkın insana mahsus sayılması veya erdem niteliği taşıması, onun da düzen gibi insan aklına dair yapı içerisinde anlam taşıması demektir. -Bütün "değer"i budur işte. Ki dayatılan sosyal karakteri itibariyle ahlâkın; kültürün, yaşam tarzının bir bileşeni olarak kavranması -genel ahlâk tam olarak budur- onun güç, iktidar ve hâkimiyetin bir uzantısı olduğunu gösterir, -çünkü yapı demek güç demektir ve gücün biçimlendirdiği bütün demektir: Tıpkı hukuk gibi genel ahlâk da normatiftir ve tehdit içeren bir dayatma ile mümkündür. -Gücü ve onu temsil düzeyi olarak iktidarı norm belirleme yetkisi üzerinden tanımlıyoruz: Böylece kültür içerisinde tanımlanmış birer iktidar aracı olarak görülüyor her ikisi de; hem hukuk hem de ahlâk, bilgelerin o yumuşak, sâkin üslubundan uzakta tehdit, cezalandırma ve yaptırım kanalıyla dayatılır -ki gücün üslubu bu değil midir?

Burada aklımıza Guénon gelir: Ahlâk için (Doğu Düşüncesi'nde) akide ve ibadetle birlikte dinin üç unsurundan birisi olduğunu ve ahlâkın dinin sosyal yönüne işaret ettiğini yazan Guénon, (Kadim Bilimler'de) ahlâkın ancak iyi ve kötü yanılsaması içerisinde mümkün olduğunu belirtir. İkilik gözlenebilir bu ifadelerde, iyilik ve kötülük "yanılsaması" olduğu ölçüde var olan ahlâkın, dinin üç bileşeninden birisi sayılırken iki farklı düzeyde kavranmış olduğu açıktır. Bu iki düzey mutlak ve izafî düzeylerdir -ki Guénon, kötülüğü de ancak izafî olarak var saymaktadır: Yukarıda Logos'un iki yönü üzerinden söylersek -kültürel düzlemde kavranmış ve genel kabul edilen- ahlâk, düzen fikrine başvuran akla dair bir bileşendir. Bu sebepten ahlâka ilişkin en büyük problem onun sosyal bir düzende bir tutum ve davranış normu olarak kavranmasıdır. Açıktır ki bu kavrayış biçimi, sosyal düzenin iktidar tarafından biçimlendirilmesi ve dayatılması itibariyle sosyal maskeler üreten bir şartlanma biçimidir. Bu ahlâkın -hikmetle hiçbir ilişkisi olmaması sebebiyle bilgelerce kabul edilebilir bir tarafı olmamıştır.

Herakleitos'un nehrin akışı, kendi oluşunun dışında ve onun öncesinde bir varoluşun -nehir olmanın formudur diye çevirdiğimiz anlayışının özeti budur: Ahlâk da düzen de hukuk da yapılan işlerin birer nitelemesi değil, olma biçiminin/formun ifadeleridir; içerden, içgüdüden, içgörüden dışavurumudur özdekinin: Yapma, ol denildi bu yüzden.

Şu sorulsun: İnsan kendine rab diye, onu terbiye eden güç sahibi olarak kimi seçmiştir? -Bu seçim şu yönden önemli: Hadiste denmiştir ki "Kendini bilen rabbini bilir."
"Kendini Bil"

(Resim:  Johannes Moreelse, Heraclitus)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder