29 Kasım 2015 Pazar

Tradisyonel Bilginin Temel Karakteristiği: Schuon'da Varlık-Bilgi İlişkisi


"Biz söylevde boş ve uzak duran nesneleri kullanmayız. Biz Tao'nun gerçekliğini öğrenmek istediğimizde onu kendi varlığımızda arama gereğindeyiz. Her varlık, onun gerçek ilkesini özünde taşır; biz buna Tao'nun yolu diyoruz. Ancak Tao yoldan daha çoktur. 
O yoldur ve yolu açandır."

Chu-hsi

Bir bilgi bolluğu çağında yaşadığımız fikri baskın: Bilgi toplumu paradigması, bilgi bombardımanı, bilgiye erişim kolaylığı ya da kelimenin ima edilen yönü tarafından bir Aydınlanma çağı fikri sürekli tekrarlanmakta. Bu tür bir dolayımsız propagandanın gerçek bilgiyi iğfal ettiği ve bu yöntem vesilesiyle meşruiyet kazanan cehaletin bir bilgi biçimi gibi sunulduğu gözlemlenebilir: Bilgi bu çağ için piyasayı kuşatan metaların bir çeşidi olarak üretilmekte, arz edilmekte ve kullanım süresi dolunca kendiliğinden piyasadan çekilmektedir. Bir meta türü olarak bilginin işlevsellik (kullanım) değeri -modernlikle birlikte bir karşılık bulmaktayken bir ecinnî söylemleri yelpazesi olan postmodernlikle beraber piyasaya uygun biçimde bilginin de gösterge değeri ön plana çıkmıştır. -Bilginin kullanım değerinin, pragmatizm ve rasyonalizmle geliştiği de not edilsin. Piyasada metalar için talep bireysellik, farklılık veya -narsist kişilik bozukluğunun derecesine göre bir üstünlük söylemi kanalıyla inşâ edildiği gibi tüketicilerin bilgiyi talepleri de aynı kanalda biçimlenir.

Kimdir bu tüketiciler? Satın aldıkları Baudrillard kitabından ezberledikleri "hiper-gerçeklik" ifadesini dillerinden düşürmezken inşâ edilmiş gerçeklikler arasında telaşla koşuşturanlar olmasın? Farklı olmak için farklı bir tüketim nesnesine yönelmişlerdir sadece. Tuzağına düştükleri reklamcılığın farklı bir versiyonuyla büyülenmişlerdir. Eğitim ve kültür endüstrilerinin müşteri toplamak için verdikleri mesajlara kaba bir bakış, bilgi reklamcılığının vaatlerini de özetler: Sahiplik ve tatmin olma ilişkisi. Bu tatmin, tıpkı bir otomobil lastiğiyle mutluluk arasında kurulan enteresan bir korelasyonun versiyonu olabileceği gibi tüketiciye çeşitli biçimlerde haz ya da farklı hissetme ayrıcalığı sunma vesilesiyle de olabilecektir. Nihaî olarak homo economicus'un sosyal evriminin son modeli olarak tüketici insan bilgiyi satın alır, daha önce aldıklarıyla kombine eder ve ayna karşısında o muhteşem aksini seyrederek takıp takıştırır ve makyajını tamamlamış olarak dışarıya çıkar. -Bu dışarılık, bazan sadece fiberoptiksel bir mesafeye işaret etmektedir.

Modernlikle baskınlık kazanan, toplumsal tabakalaşmanın kodlayıcısı olan bilgi kavrayışı, iktidar (güç) ilişkileri ve bu ilişkiyi koşullayan üretim mantığıyla doğrudan ilintili olarak geleneksel bilginin aksine üretilen bir şeyi imler. Hammaddesi doğadan sökülen ve uygun laboratuvarlarda veya fabrikalarda işlenen bu üretilmiş bilginin aksine geleneksel bilgi Platon'un deyişiyle "hatırlanan bir şey"dir, edinilemez. Burada hatırlamaktan kasıt, bilgiye sadece -zaten bilen öznenin onu açığa çıkararak erişebileceği gerçeğidir: Bilgi ne üretilebilir ne de dışarıdan temin edilebilir; ona erişebilmenin tek yolu, kişinin onunla zaten hemhâl olduğunun farkındalığını engelleyen perdelerin yırtılabilmesidir. -Bedreddin'in Kahire'de Ahlatî'den tasavvuf terbiyesi almaya gittiği zaman tüm kitaplarını Nil Nehri'ne attığından söz edilmesi gibi inisiyatik bilgiye talip olanların mevcut (edinilmiş) bilgilerini terk etmek zorunda kalmaları, sözkonusu perdelerin yırtılmasıyla ilgilidir örneğin.

Açıktır ki bilginin özde güç ile temsil edilen pragmatik nesnelliği metafizik kavrayış açısından bir engele dönüşmektedir. Bu sebeple ilk filozoflardan itibaren episteme ve doxa ayrımına gidilerek bilme işi, yüksek düzeyde geçerliliği olmayan kanaatlerden ayrıştırılmak istenmiştir. Fârâbî, bilginin ne olduğuna ve nasıl delillendirilebileceğine dair yazdığı Kitab'ül Burhan'da modern öncesi filozofların yaptığını tekrar eder ve bilgiyi tasdik ve tasavvur şeklinde ikiye ayırır. Özü itibariyle tasdik, bir şeyin zihin dışındaki var oluşunun, öznenin şey hakkındaki hükmüne uygun biçimde zihindeki gibi olmasıdır. Tasdikî bilgi aynı zamanda yakîn diye adlandırılır ki bu da kesin olmak ve zorunlu olmak yönünden "bilgi/ilm" adını alandır. Tasavvur ise bilginin nesnesinin zihin dışındaki durumuyla uyumluluğuna dair eksik bir bilme tarzı olarak doxa'dır.

Bilme işinin şey ile zihin arasındaki bir ilişki biçimi olduğu değerlendirilirse -Fârâbî'nin yaklaşımıyla tasdikî bilginin ya da epistemenin yolunun; nesnenin (malûm), öznenin (âlim) zihninde -sadece görünüşüyle değil bütünüyle yer almasından geçeceği açıktır. Bu şart gerçekleşmediği taktirde tasdikî bilgi değil, nesneye ilişkin bir izlenim edinilmiş olacaktır: Şeylerin an be an durmaksızın değişim içinde olmaları, onlar hakkında bir bilgi edinmeyi de imkândışı bırakacaktır. -Herakleitos'un nehir metaforu bu gerçekliğe yaslanır. Şu hâlde öznenin kendi dışında bulduğu nesneden edindiği bilgi, mantıksal bir yığın olmaktan başka ne ifade eder? Hiç. Çünkü sadece belirli bir an ve konum itibariyle ortaya çıkan bilgi bir an sonrasında geçerliliğini yitirmektedir. Bergson'un analitik düşünceyi geçersiz kıldığı yöntemiyle dile getirilirse, rasyonalite tarafından öne sürülen bir nedensellik ya da belirlenim zinciri içerisine sokulan nesneye dair anlık görünüşler, sonu belirsiz sayıda fotoğraf materyalinin üst üste konularak hareketi yakaladığı izlenimi vermesi gibidir: Gerçekte ekranda görülen nasıl ki nesnenin kendisi değil de bir imajıysa analitik yolla elde edilen bilgide de gerçek değil bir imaj ve illüzyon söz konusudur.

Bu sebeple Schuon, Varlık'ın doğrudan bilgisi yerine analitik bilgiye müracaatın safsatayla sonuçlanacağını söyler. Şöyle ki Varlık'ı bir aşkınlık olarak değil de fenomenlerle sınırlı oluşların bütünü saymak -ki modern bilimin yolu budur, onda hazır bulunan tüm fenomenal potansiyeli de inkâr anlamı taşıdığı için temelden tutarsızdır. Şayet -zaman kavramıyla ilişkili olarak var oluşundan söz edilebilecek olan potansiyel (mümkün) bir gerçeklik taşımasaydı her şey olduğu gibi kalacak ve o zaman analitik bilgi bir anlam ifade edecekti. Oysa durumun böyle olmadığı, her an yeni bir imkânın kuvveden fiile çıktığı, var oluşun hareket kavramı ekseninde düşünüldüğünde aşikârdır: Hareket varsa bir sonraki hareket için imkân da var demektir ve bu metafizik sonsuza kadar devam edecek bir takiple görülebilir. (Bir gerçeklik düzeyi olarak imkânı içeren aşkınlığı itibariyle Varlık'ın bilgisi ise temelde özbilgi, yani Varlık'ın kendi kendini bilişidir; bu biliş, salt fenomenlerle sınırlı olmayıp imkânları da içermesi itibariyle zaman-ötesi olmak durumundadır da. Ki zaman, imkânın açığa çıkış sırası olduğu için Varlık kendini İlke düzeyinde bilir ve bu sebeple bilgisi her şeyi ihata etmiştir. Var oluşun değiştirilemez kelimelerle yazılmış bir kitap olmasının anlamı da buradadır: Onda her şey, ilkesel düzeyde zaten olup bitmiş, mürekkep kurumuştur...)

Modern insanın içinde yaşadığı bu katı âlemin esasta bir örümcek ağı kadar inceliği olduğunu bile fark edemediğini yazan Schuon, onun Cevher ile olan içsel bağlantısından habersiz olarak yaşadığını vurgular: Bu yabancılaşma durumu içerisinde insan varoluşun, Varlık ve hareketin anlık parçaları oluşunu göremez. Görebilmenin yolu, "değişmez merkezimize" çekilmektir. Ya da başka bir yerde dediği gibi beyin ile düşünmek yerine kalp ile görebilmektir. (Varlık, Bilgi ve Din) Şüphesiz burada kalp ile sûfîlerin kullandığı bir metafora müracaat söz konusudur: Buna göre kalp, yere göğe sığmayan Allâh'ın sığabildiği tek yerdir. Nesnelerin hakikatiyle bilinebilmesi için işaret edilen kalp metaforu, nesneleri var kılan niteliği imleyen Varlık'ın aynasıdır. Schuon'un "değişmez merkez"e çekilmekle kastı, kalbe dönüştür ve insan orada kendi varoluşunu da niteleyen Varlık'ın, yani Cevher'in görmesiyle görecek bu sayede ondan İlkesel düzeyde mevcut olan fenomenin aslî arketipini müşahede yoluyla bilecektir: Varlık zaten kendini bilmektedir.

İrfandan başka bir şey olmadığını vurguladığı esoterizmin (batınîlik) -ya da philosophia perennis'in nihaî amacının saf ve doğrudan nesnelliği gerçekleştirmek olduğunu yazarken Schuon'un nesnelliği modern felsefenin ötesinde ele aldığı da hatırlatılmalıdır. Ona göre nesnellik hem aşkınlığı hem de içkinliği içerir. Bir başka deyişle nesnellik hem yok oluştur hem de bütünleşmedir ya da o, nesne ile özneyi bir araya getiren Hakikat'tir. -Ki bizim postmodern safsataların "Hakikat yoktur" söylemine bir gönderme içeren "Hakikat'e erişilemez" ifademiz, öznenin ona erişmesinin öznenin yok oluşu anlamına geleceğini hatırlatma maksadına binaendir: Hakikat'i erişilebilecek bir nesne, hedef olarak görmek onu insanî anlayış derecesine indirmek, tahkir etmek olacaktır. Bu çerçevede Schuon'un nesnelliği bütünlük (totality) olarak ele aldığına dikkat edilirse özne onda önce yok olarak sonraysa onunla bütünleşerek -ama yine özne olmayarak, ilkesel düzeyde fenomeni bilebilecektir. -Bu geleneksel irfanda sıkça müracaat edilen damla ve deniz ilişkisinin bir boyutudur. Fenomenin ilkesel düzeyde, arketip olarak bilinmesi demek, zaman-ötesi ve değişimden müstakil olarak bilinmesi demektir ki tradisyonel bilgi yolunun, analitik bilgiye dair yönelttiği değişim böylece aşılmaktadır. (Bu konuda Bergson'un kullandığı içgörü kavramı da dikkate değerdir.)

Burada açık bir şekilde tradisyonel bilginin Varlık düzeyinde mümkün olduğu ifade edilmiştir: Bilen ancak o şeyin kendisi olarak onu bilebilecektir ki o şey olmak da onu ilkesel düzeyde kavramakla eşdeğerdir. İlkesel düzeyde, arketiplere ilişkin bir bilgi olmaması durumunda zaman ve koşullara göre şeyin değişken izlenimleriyle yetinilecektir. Platon da insanda her şeyin tümel bilgisinin (ideaların bilgisinin) bulunduğunu düşündüğü için gerçek bilgiyi hatırlamak olarak nitelemiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder