24 Aralık 2015 Perşembe

Kendini Bil

"Bilicisi Delphoi'deki Tanrı
ne söyler
ne gizler meramını.
Gösterir."

Herakleitos, Kırık Taşlar

Sokrates'le ilgili bir rivayete göre Delphoi'deki kâhin Pythie, onun kendini bilmesi nedeniyle Atina'nın en bilgesi olduğunu açıklamıştır. Sokrates'in hikmeti, "hiçbir şeyin bilinemeyecek olduğunu" idrak etmesiydi ki bu, kendini bilmesinin doğal sonucu olan bir ifade gibi görünür: Her ân yeniden var olmaları itibariyle ve yani durmayan değişim nedeniyle şeylerin durağan bilgisi olamayacaktır. Üstelik bilginin şeye içkin değil onu bilende bulunduğu ve bilenin de sürekli değişime maruz kaldığı gerçeği, hiçbir şey bilmemekle kendini bilmek arasındaki mütekabiliyetin bir gereğidir. Yine de bunun o "sinsi, hin oğlu hin", saadet va'zedicisi Sokrates'in bir hikmeti olduğunu hemen söylemek güç. Zira (Pisagor da ayrıca hesaba katılmak üzere) "Güneş her gün yeni" diyen Herakleitos, ondan evvel Delphoi'deki kâhinin -metafizik bilginin dile getirilemeyeceği gerçeğini de dikkate alarak meramını "gösterdiği"nden söz eder. -Başka bir versiyonda Apollon tapınağının kapısında "Kendini bil" şeklinde yazılı olduğu da söylenir. Sonuç olarak aynı şeyden bahsettikleri aşikârdır. Zaten Guénon, bu deyişin her türden felsefeden üstünlüğünü vurgulayarak kime atfedildiğinin önemsizliğinden söz etmiştir.

Bu sözün, iyileşmenin koşulu olarak insana benzer katışıksız bir yığın olmaktan kurtuluş için yola çıkanların muhatap olacağı bir uyarı olduğunu belirtir Nietzsche. İyileşmenin o son noktasında yeniden insan olmakla tıpkı Yunanların vaktinde yaptıkları gibi yavaş yavaş kaosa düzen vermek öğrenilecektir. Hatırlatılmalı ki kaosa düzen vermek olarak kozmos, Herakleitos'un bilgeliğe atfettiği bir anlayıştır: "Herkeste bulunan" diye söz ettiği Logos, -fenomenal bir "şey"den söz edilmediği unutulmaksızın söylenmeli ki bilindiği ölçüde kaosu kozmosa dönüştüren İlke'dir. -Burada dönüştürme işinin izafen söylendiği de vurgulanmalı; bir hamurun yoğrulması ve yeniden biçimlendirilmesi gibi bir akt değil, ama anlayışın farklılaşması -ki simyacılığın meşgâlesi olan bir iştir bu dönüştürme.

"Beni değil
        Logos'u dinlemek bilgelik

 

Uyuşmak
          her şeyin
                 Bir olduğunda."

Anlaşılır ki Herakleitos'un her şeyin sürekli değiştiğinden söz ederken bir "düzen"den bahsetmesi saçma olurdu. -Ki gayet düzenli şehir hayatını terk edip bir mağarada ölmeyi tercih etmiştir, mantıksal yasanın gereği olan tedaviyi reddederek bedeni ödemlerle kaplı biçimde üstelik. Bu çerçevede kozmos ile kastedilenin, Logos vasıtasıyla şeylerin Bir olan doğasını idrak etme anlamına geldiği söylenmelidir. Bu cümle şöyle de kurulabilirdi: Kozmos ile kastedilen, ayna vasıtasıyla gözün gördüğü şeyleri gerçekliğin -kendisi değil, yansıması olarak bilmesi neticesinde kavradığı bütünlüktür. (Bu sebepten ötürü felsefeye giren Logos sözcüğünün sonraları Hıristiyan Mistisizmi içerisinde -yaratılmış ve yaratılmamış şeklinde ikili kavranılma düzeyinin tasavvuftaki -tekli İnsan-ı Kâmil'e karşılık geldiğini ve bunlarla -hem İsa hem de Muhammedî hakikat dolayımında bir kişiden, tarihsel bir şahıstan söz edilmediğini, aksine şahıslarla vücut bulmuş/tahakkuk ettirilmiş bir anlamın/düzeyin imlendiğini izah ettik. İlave edilebilir ki Ruh diye anılan da kartezyen ilâhiyatta zannedildiği gibi madde veya bedenin karşıtı (tikel) bir unsura veya bireysel bir mânâya değil, tam olarak aynı şeye (Tümel'e) karşılık gelir: Düzenin Simyası: Herakleitos'ta Logos Kavramı Üzerine.) Diğer yönden Logos ile kozmosun bilinir olması, özü itibariyle makrokozmik olanın mikrokozmik "ölçü" içerisinde değerlendirilmesi ve yani dil/bilinç vasıtasıyla kavranılabilir düzeye tahvil edilmesidir. -Tüm bunlar Logos sözcüğünün neden akıl, ölçü, dil, mantık gibi farklı anlamları muhtevi olduğunu da gösterir. İki kozmik düzey arasındaki varoluşu itibariyle insana Buda, kendi kendine ışık olmayı tavsiye etmiştir: "Kendiniz kendinize ışık olun. Dışınızda olan, dışınızdan gelebilecek hiçbir şeyden destek, dayanak aramayın. Kendinize yalnız gerçeği ışık yapın." -Bu ışık bütünüyle gözden çıkar, görüşte/bakıştadır ve yani kitaplarla ilgili değil, okumakla ilgilidir: Hikmet İçin İkinci Fasıl: Bilgelerin Şenliği

"Kendini bil" ifadesinin, ışığın ve Güneş'in tanrısı olan Apollon kültüyle bu kadar ilişkili olmasının, halidî hikmetin zaman ve mekân ötesi dili olan sembolizmle anlam kazandığı açıktır. Tam olarak bu sebepten ötürü -kendi kitabına kapanmış olup sembolik olanın görüş dışı kaldığı için okunamadığı insan biçimlilikte, hikmete de diğer bazı kelimelere de tuhaf anlamlar yüklenmekte. Bu yüzden, insana benzer katışıksız yığın için hiçbir şey ifade etmeyen "kendini bil" sözü, Nietzsche'nin de dediği gibi gerçekten pek güç bir sözdür. Güç olması, imkân dahilinde olmasıyla birlikte fiilen gerçekleşemeyeceğinden ileri gelir. Kast edilen anlamıyla fiilen insanın kendini bilme olasılığı yoktur, olmayı (Varlık-Bilgi düzeyini) gerektirir: Bu söz, yozlaşmış kavrayıştaki özdenetimle tam olarak aynı olmadığı gibi içkinlik düzeyinde de birey için işaret ettiği anlam onu kuşatıcı değildir. "Kendini bil" sözünün kavranması aşkınlığa dair metafizik tahakkukla ilgilidir. Birkaç defa vurgulandığı üzere aşkınlığın varoluşla (mümkün'le) en ufak bir alâkası bulunmamaktayken metafizik sonsuz'un imlediği anlamda imkân'la ilgisi bulunmaktadır: Mümkün'ü ifade eden fenomenal varoluş, süreksizlik niteliği ve hadis olması (sonradanlık niteliği) yönünden imkân'ı ifade eden metafizik sonsuz için bir içkinliğe karşılık gelse bile zorunlu olmaması itibariyle "bilme" konusu (objesi) olamamaktadır. İnsanın tüm bilişleri gibi kendini bilmesi de esasında sadece bir kanaatten ibaret olacaktır. Bu yüzden "kendini bil" sözü üzerinden kendisini bildiğini beyan eden kişi sadece bir yanılgı içerisinde demektir. Ne kast edilirse edilsin bu, zan ile konuşmak olur: Söz konusu bilgi, gayr-i insanî doğası itibariyle yazı ile kayıtlanamayacağı gibi bütün olarak dil ile de kayıtlanamaz: Bilen söylemez, söyleyen bilmez. Zira Guénon'un vurguladığı gibi bu söz, formel bilginin kişinin kendinde bulacağı gerçek bilgiyi karşılayamayacağının da ifadesidir. Budacılık içerisinde söylendiği şekliyle formel yolla bilmek, soğanın özünü bulmak için kabuğu soymak işine benzetilebilir ki tüm kabuklar soyulsa bile ennihaye hiçbir şey bulunamayacaktır.

Bu noktada Logos'u bilmek ve her şeyin Bir olduğuyla uyuşmak yönü, bir hâl olarak onu nesnel olarak bilmenin anlamını aşmaktadır: Mümkün'ün bilinmesi ve hatta tüm mümkün'lerin bilinmesi ile imkân'ın bilinmesinin farkı, tüm kırmızıları bilmekle kırmızı ideasını bilmek arasındaki farka tekabül etmektedir. Platon'un episteme'yi akılla hiçbir suretle ilişkilendirilemeyecek şekilde idealara ilişkin olarak nitelemesinin sebeb-i hikmeti hatırlanırsa, şeylere ait tüm bilgileri -ki bu nesnel ve öznel bilgiye karşılık gelir, doxa kabul etmesi; onunla aşkın niteliği olmayan bilgiden fazlasını kastettiği de fark edilebilir.

Bir hadiste "Kendine ârif olan rabbine ârif olur" şeklinde ifade edilen ile Logos'u bilmenin Herakleitosça ifadesi arasındaki koşutluk, nesnel bilginin olanaksızlığı üzerinden bir değer taşımaktadır: Bu anlamda her şeyin Bir olan doğasını görebilmenin koşulu, görenin de kayıtlandığı şeylik'in görmesinin üzerinde olma hâli'dir -ki bu, görenin de kendi doğasını bilmesi diye ifade edilmiştir. -Bhagavad-Gita'da geçen "Gövdeleri giyen ölümsüz" hatırlanabilir. Doğa sözcüğüne başvururken bunun yozlaşmış doğacılıkla ilgisizliğini de yineleyerek şunu ilave etmek gerekir: İlâhiyatın çarpık öğretileriyle çeşitlenmiş yaradılış anlayışı, insanın ve şeylerin doğası ifadesini, bütünüyle formel olarak kavramakta ve bunun sonucu olarak hiç'ten yaratmayı da yok'tan yaratma biçiminde tasavvur etmektedir ki bu, şeylerin doğası olan yokluk hâli ile -aşkınlık nedeniyle asla dönemeyecekleri hiçlik durumu'nu birbirine karıştırmalarına yol açmaktadır. Oysa kendini bilme hâli, doğrudan doğruya kendiliğin doğası olarak yokluk tecrübesinden başka bir anlam ifade etmemektedir. Yani ki Öz'ün imkân düzeyinde kavranması olarak kendini bilmek, Varlık'ı bilmek yönünden aşkın bir tecrübeye işâret eder -ki bilen kendisidir. Hatırlanmalı ki Varlık'ın varoluşa indirgenememe sebebi, onun varoluşu kuşatan metafizik sonsuz olması itibariyle imkân'ı bütün olarak içermesiydi ki aşkınlık sözcüğü "ötelerde" olmaya değil, bu imkân'a dairdir. Aristoteles'in deyişiyle "Varlık'ta olan her şey onun tüm bildikleridir." Fakat bu düşünülürken sözü edilen bilginin de fenomenal bilgiyi "aştığı" göz önünde tutulmalıdır: O hâlde gövdeyi bilen, gövdeyi giyineni de böylece bilebilecektir.
Kendini Bil-II: Logos ve Tezekkür

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder