9 Nisan 2016 Cumartesi

Varlık ve Aşkınlık


Teolojik Yanılgı, Sahte Metafizikler ve Spiritüalist Sapma Üzerine


"Ruhlarımız bedenlerimiz, bedenlerimizse ruhlarımızdır."

(Farsî deyiş)

"[Spiritüalistler] herhangi bir yöntemin, alışılagelmiş dünyalarını aşmak ve daha yüksek bir düzeye erişmek için onlara -nereden kaynaklandığı belli olmayan- bir avantaj sağlayacağını zannederler. İçlerinde ne zaman 'başkalık' ihtiyacı, kaçış içgüdüsü baş gösterse, kişilik olarak insan yörüngesine ne kadar girdiklerinin farkında bile olmadan, hangi yol olursa seçmeye hazırdırlar."

Julius Evola


Hatırlatma: Temel olarak manevî ve psişik arasında bir ayrım olduğunun farkında olmamak, bu ikisinin ve etkilerinin aynı olduğu zannıyla birlikte köklü sapmalara yol açar ki Evola'nın Çağdaş Ruhçuluğun Maske ve Yüzleri eseri ile Guénon'un iki kitabı (İnisiyasyona Toplu Bakışlar ve Manevî İlimlere Giriş) bu konuyu odağa alarak uyarılarla doludurlar. Söz konusu çalışmaların esas vurguları, modern dünyanın -refah ve maddî tatminle su yüzüne çıkan bunalımı içerisinde çıkış/felah arayan kitlelerin kolayca yönelebilecekleri birçok yolun çıkmazlarını gösterebilmek için başvurdukları metafizik temel ve ilkeler üzerinedir. (Siyasal anlamda kitlelerin refah ile temasları sonucunun Avrupa'da başlayan öğrenci hareketleriyle de ilişkili olarak gelişen beat/neobeat söylemleri, yeşil/ekolojik hareketler ve daha köklü ideolojiler olarak sosyalizm, anarşizm, feminizm, veganizm vb. olduğu gibi liberalizmle töreciliğin sosyal refahta uzlaşma biçimi olan yeni muhafazakârlığın da bu eğilimlerden birisi olduğuna dair değerlendirme için: Yeni Muhafazakârlık) İdeolojilerin dışında sözü edilen metafizik ilkelerden bîhaber olarak yapılanıp örgütlenen ruhçu/spiritüalist eğilimlerse daha bireyci öğretiler olmak bakımından siyasal alandan uzak kalmakla birlikte aynı refah toplumu içinde neşet edecek karakterdedirler ki yoksul toplumsallıklardan ziyade arka planlarında belirli bir ekonomik doygunluk direkt dikkat çeker. Gerek ideolojik gerekse de -uyuşturucuyla da ilgili olan spiritüalist söylemlerin -sosyalizmin, veganizmin ya da neo-spiritüalizmin, bazı konularda kesin olarak doğru tespitlerle meşgul oldukları söylenebilirse de ilkesel düzeyde her biri modern sapmaların türevleridir, nadiren doğruyu söyleseler bile yanlış bir gerekçeden hareketle veya yanlış bir biçimde söylerler: İnsanın açgözlülüğünü eleştirirken doğacılık adına doğal besin zincirine itiraz etmek, gelişme adına insanın toplum için köleleştirilmesini teklif etmek ya da manevî gelişmeyi ilkesiz-yolsuz, bireyci bir başıboşluk gibi sunmak modern karakterleriyle ilgili yeterli ipuçlarını vermektedir. Son olarak, metafizik ilkeden yoksunluğun bir sonucu olması bakımından modern teolojik sapmaların köklendiği madde-mânâ ayrımı ve onun dile geliş biçimi olarak insanın beden ve ruh ikiliği temeline dayalı olarak, zamansallık değil mekânsallık ile kavradıkları bu dünya-öte dünya gibi zamanın ve mevcudiyetin kökten yanlış anlaşılmışlık biçimleri de yukarıdakilerle örtüşmektedirler.

Bunların her birinin ayrı ayrı üzerinde durmak zaman kaybı olmayacaksa da detaylandırıldıkça verdikleri rahatsızlık artacağı için hepsinin gayet uyumlu olduğu ve bunun için hem teist hem ateist söylemlerinin ortaya çıktığı Varoluşçu felsefenin, sözü edilen her bir ideolojiyi, spiritüalizmi ve ilahiyatı karakterize eden yönüne bakmak yeterlidir. Bu yön, her birinin ya temelden inkâr ettikleri ya da kavramın içeriğine uydurma/modern bir anlam yüklemek sûretiyle tahrif ettikleri "aşkınlık" ile ilgili yöndür.


I.


Nablusî -İbn Arâbî ekolünden olup Gerçek Varlık adlı eserinde metafiziğin modern temayülünü de karakterize eden bilgi tarzı konusunda kesin bir ikazda bulunur: "Sırf Varlık, hiçbir şekilde idrak edilemez" der. Bundan kastı, -doğrudan Varlık meselesini ve onunla ilgili ve dolaylı olarak bilgi meselesini temel sorunsal olarak inceleyen metafiziğin konusunun akıl ve his ile kavranamayacağıdır. Nitekim idrakin konusu, makûl/akledilebilir ve mahsus/hissedilebilir "şey"ler olmak yönünden nesnelerdir. -Ne var ki bu ikaz geneldir de; metafizik bilginin nesnelliğinden söz edilemeyeceği gibi öznel/özneye ilişkin bir değerlendirme içerdiği de söylenemez, çünkü öznel olan da akletme ve hissetmeye dayalıdır. Özne(l)-nesne(l) ayrımı -metafizik bilgi yönünden önemsiz bir ayrım olup modern bilginin aşama aşama aklîleşmesi ve pragmatizme doğru eğiliminden türemişlik yönünden tarihseldir.


Nablusî'nin Varlık'ın idrak edilemezliği ifadesinin zikredilmesi, Varlık'ın aşkın (müteal) olma hâline ilişkin bir izahat içindir. Aşkınlığı kavramanın başında bu yönü itibariyle Varlık'ın -nesnel anlamda bilinemez olduğu ortaya çıkarsa da bu sonuç hemen anlaşılacağı gibi agnostisizme değil, gnostisizme/marifete dayalı olarak böyledir. Yani, Kant'ın aşkınlık için, onun deney konusu yapılamaması itibariyle bilinemez olduğunu söylemesinden ayrı olarak bir bilinemezlikten söz edilmektedir. Bunun en meşhur örneği Cusa'lı Nicholas'ın aklın sınırlılığı ile Mutlak olanın sınırsızlığı arasındaki uyumsuzluk nedeniyle aklın Mutlak'ı kavrayamayacağı tespitidir. Bunun aksi olarak marifet ya da gnostisizmin anılma sebebiyse Nicholas'ın anlayışını da karakterize eden sokratik öğretinin bilgeliği fark edilmiş cehalet olarak nitelemesidir: Akıl vasıtasıyla bilgi edinen insan Mutlak olana doğru her bilgi adımında esasen daha fazla uzaklaşmış olacağı için Sokrates bilgeliği hiçbir şey bilmemek olarak nitelemiştir ki fark edilmiş cehaletten kasıt budur.

Varlık'ın idrak edilemezliği aklın bu menfi durumunda ortaya çıkar: Varlık'ı akıl yoluyla kavramaya çalışmak, metafizik bilgiyi akıl aracılığıyla edinme gayreti düşünsel bir egzersiz yapmış olmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı için -birkaç yerde logos-merkezlilik olarak nitelendi bu faaliyet, gerçek anlamıyla metafizikle ilişkili olmayacaktır. -Burada gerçeklik sıfatı, en azından felsefe tarihi açısından antik filozoflarda (Sokrates, Platon, Pisagor, Herakleitos vs.) gözlemlenen (deneycilik değil) "tecrübe" ile ilişkili bir anlamda kullanılmaktadır. Modern zihniyet tarafından Sokrates'in kimi hâllerine atfedilen hastalık/kriz etiketi dahi anlayış düzeyini göterir nitelikte olmakta birlikte, onun kâhinlerle ilişkisi, Platon ve Pisagor'un Mısır ve Hind seyahatleri, Herakleitos'un zühd hayatı ve her birinin temelde uyumlulukları metafiziğin tecrübesi için ipuçları vermektedir. Metafizik açısından Varlık akıl yoluyla kavranamazsa da onun bilinemeyeceğini bilmek için akıl bir vasıta olarak kullanılıp belli bir noktaya kadar gidilmesi içindir ki Mevlânâ'nın deyişiyle "Sultan'ın sarayına kadar gelmek için eşeğe muhtaçtın ama onun huzuruna çıkabilmek için artık bu vasıtadan inmek gerekir. Nedeni, nasılı bir kenara bırakmalı." İnilmediği taktirde Mecnun'un devesi gibi akıl da kontrol edilmediği zamanlarda insanı sürekli geriye götürecektir...

Nablusî'nin ikazı aklın ve hissiyatın Varlık'ı sadece bir yönden tanıyabileceklerine ilişkindir. Bu yön itibariyle Varlık'ın Zahir ismi ile isimlendiğini ve fakat zahir olanı bilmenin Varlık'ı bilmek demek olmayıp onun aynı zamanda Bâtın ismi ile isimlenmiş olduğunu da anlamak gerektiği izahı "aşkınlık" meslesinin de girişidir. -Fakat sadece girişidir, zira Bâtın ismi aşkınlık vasfına bütünüyle işâret etmez.

II.

Metafizik Nedir'de Heidegger, metafizik tasarımlamanın varolanı varolan olarak gördüğünü yazar. Güzel bir teşbihe başvurarak bu görmede ışığın doğrudan Varlık olduğunu belirtir. Çünkü Varlık kendini bir açıklığa kavuşturmuş, ışık olarak kendini aydınlatmıştır. Sözkonusu açıklığa kavuşturma/ortaya çıkarma ya da kendini aydınlatma itibariyle varolanı tasarımlama imkânı metafiziğe kaynaklık eder. Özetle Heidegger'a göre metafizik, varolanı Varlık itibariyle varolan olarak görme işidir.

Bu noktada Tanrı ve Varlık arasında kurulabilecek muhtemel dolayımlama neticesinde -ki Varlık'ın bir yönü olarak ilâhî sıfat olmasının anlamı budur, metafiziğin din ile ilişkisi görünürleşir. -Ancak bu konuda ihtiyatlı davranmak ve metafiziği tarihsel insanî/aklî yorumları da ihtiva eden (sosyal anlamda) "din olgusu"na indirgememek gerekir. Din, metafiziksel olabilirse de bu durum aynı anlama geldikleri sonucunu çıkarmaz: Dinî hükümler, önce hüküm hâlini alıp sonra olgu hâline geçerler; oysa metafizik doğrudan olguyu problemleştirir ki bilindiği üzere, olguyu doğrudan kabul etmek/inanç metafiziğin yöntemi değildir, o sophia'yı arar ve sever, aradığı için sever, sevdiği için arar; bulunan/kabul edilen şey ise aranmaz.

Heidegger, varolanı Varlık itibariyle bilmeye değinirken Varlık'ın hakikati içinde düşünülemeyeceğini söyler. Bir nevi "kendinde şey" olarak Varlık yaklaşımı oldukça problemlidir: Hegel'de Tin ve fenomenolojisi, Kant'ta numen ve fenomen olarak da karşılaşılan bir ikilik türüdür. Bu ikiliklerdeki sorun Varlık'ın var olma sıfatı yönünden aşkınlaştırılmasıdır. Oysa ki Varlık'ın hakikati içinde düşünülememesini yani aşkınlık söylemini, bir hariçtenlik yahut dışsallık anlayışı olarak varolma niteliği üzerinden değerlendirmenin uygun olmayacağı açıktır. Aşkın Öz meselesinin varolma niteliği yönünden değil, bilgi/bilme yönünden kavranmasına ihtiyaç vardır. Varolma yönünde Öz ve şeyler arasında bir ayrım ya da aşkınlık perdesi çekilmesi temel bazı tasnif biçimlerini de belirler: "Şeylerin varolma yönünde kaynağı nedir?" sorusuna -atomculuk da dahil madde demekle, -tanımsız bir alan olarak ruh ya da bilinçtir demek arasında pek fark olduğu söylenemez. Her iki tözcü yaklaşım da idealizm ve materyalizm olarak sonuçsuz birer kısırdöngü var ederler. Bu nokta hesaba alınarak değerlendirilirse Varoluşçu felsefelerin cevabı hep erteleyen usluplarının modern zihin açısından cazibesini de görünür kılar: Kendi özünü inşâ eden öznenin, birer belirlenim olan fiiller aracılığıyla varolması... Bu felsefenin (Varoluşçuluğun) modern insanı -duyumsama, inanış, düşünüş ve öznellik itibariyle bu kadar iyi yansıtıyor olması bir sebep olarak değil, sonuç olarak kavranmasıyla anlaşılabilir: Özne, varoluşu açısından dünyayı deneyimledikçe her hamlesinde hem tasdike hem reddiyeye yönelir sürekli ve her hamlesinin ortaya çıkardığı sonuca göre bu tasdik ya da reddiye ya kendine ya da dünyaya dairdir; büyük ölçüde inşâ edilmiş öz olarak kendini gerçekleştirme tamamlandıkça bu gerçekleştirme gereğinin bir belirlenim sonucu olduğunu görmeye eşlik eden tatminsizlik kendini reddetmeye ya da dünyayı onaylamaya doğru genişler; bu genişleme daha fazlasına olan bir eğilimle "kaygı" olarak kendilikte filizlenir. Kendini gerçekleştirme aracılığıyla tecrübenin, kendini giderek daha fazla reddetmesine yol açtığını görmek, kendiliğine doğrudan bir saldırı olarak korku ve endişe üretir. -Bugün kadim gelenekte dillendirilen ile hiçbir ilgisi bulunmayan "kendini bilme" üzerine sözler söylenmesindeki sıklığın kaynağı da budur ki spiritüalist yanılgılar da buradadır: Kendiliğin boş ve hiç olduğuyla yüzleşme gerçeğinden beslenen bu kaygı, hâlâ daha kendi olarak inşâ edilmiş, belirlenmiş kendiliğin görülmesinden ileri gelir. Oysa kendini bilmek, kendini bir dil olarak bilmektir, bir öz olarak değildir (-ki kendini bilen öznenin imkânsızlığından söz edildi: Kendini Bil). Bir dil olarak kendini bilmek, rüya ile hayatın bütün olduğu gerçeklikte dilin dışında mevcudiyetin olmaması anlamında hiçleşmek demektir -ve yani, Guénon'un geometrik nokta dediği hiçlik ile metafizik nokta dediği Bütün'ün birliğini tecrübedir. Bunun için dilin kendini dil olarak fark etmesi, uyanması gerekir ki ilk aşama inşâ edilmiş kendiliğin reddi olmakla birlikte arzu ve beklentiler aracılığıyla görünür ben'den ayrışma demektir bu. -Benliğin arzu ve beklentileriyle meşgul olmamak ve akışa güvenip/teslim olup hayatı evetlemek/râzı olmak, tüm ezoterik geleneklerin temel tekâmül yoludur; ancak bugün hepsinin yerini -belirlenmiş olduğu anlaşılamadığı için özel olmak hissi eşliğinde bir kendini gerçekleştirme fikri almıştır. Varoluşçuluğun özü de buradadır zaten. -Buda'nın maddî dünyayı terk etmesinden sonra manevî dünyaya da sırt dönmesi pek anlaşılamamaktadır bu yüzden.

III.

Heidegger'in "Varlık kendi hakikati içerisinde düşünülemez" yargısından hareketle, Varlık ve varolan arasındaki ilişkinin varolma yönünden düşünülmesinin bu sonucu doğurduğu ve aşkınlığın da bu yönden kavrandığı açıktır. Oysa uygun olan, aşkınlığın bilme yönünden kavranmasıdır. Aksi taktirde "ben ve öteki" sorunu çözülemeyecek ve kısırdöngüden çıkılamayacaktır.

Varlık'ın aşkınlığının bilgi yönünden kavranmasının anlamı şudur: Sürekli yinelediğimiz bir şey, metafizikte Varlık ve bilginin aynı şeyin iki farklı ifade biçimi olduğudur. Burada farklılıktan kasıt bu sayede görünürleşir: Varlık ve varolan, var olmak yönünden aynıysalar da Varlık ile aynı anlama gelen bilgi yönünden aynı değildirler. Varlık tüm varolanı içerir, bu itibarla varolanlar da var olmak yönünden tüm varolanları içerirler (-Zerre küllün aynıdır). Ancak varolanın Varlık'a ilişkin bilgisi Varlık'ın varolana ilişkin bilgisiyle aynı değildir -hatta kıyas dahi edilmeleri uygun düşmez. Varolan Varlık'ı sadece bir potansiyelde, bir mümkün olarak bilirken (Nablusî'nin zâhir ismiyle kastı budur), Varlık tüm potansiyeli ile tüm mümkünleri bilir. İslâm metafiziği açısından söylersek Vücud/Varlık, bu sebeple Vacib/Zorunlu'dur, varolanlar ise belirli bir İmkân'a yönelerek Varlık'ı sadece o vech ile bilmek itibariyle mümkündürler ve belirli bir zamansallıkla bilmek yönünden hadistirler ve Vücud ile belirli bir yönden ilişkili oldukları için mevcutturlar.

Varlık'a ilişkin sıklıkla İmkân kelimesine müracaatımızın sebebi de Varlık ile varolanın ilişkisinin ifade edilebilmesi içindir: Varolan bir mümkün olmak yönünden Varlık ile ilişkisinde var olmak itibariyle değil, Varlık'ı bilmek itibariyle ondan farklıdır: Varolan ancak Varlık'ın İmkân'ına ilişkin bir gerçeklenme, Varlık'ı bir İmkân'da/İmkân olarak bilme ile vardır ki bu ifade esası itibariyle Varlık'ın kendini belirli bir İmkân ile bilmesi demektir. Yani, Varlık'ın kendini bilmesi, varolanın var olabilmesidir ki Heidegger'in varolanı Varlık'ın ışığında görmesi de bu anlama gelir. Şu hâlde kendini bilmek de varolanın bir işi olamaz ancak onun üzerinden Varlık kendini bilir -varolan bu sebeple onun aracı/âletidir sadece; bu, fiil ve iradenin neden O'na ait olduğunun da izahını içerir. Ezoterik gelenekte "kendini bil" ikazı, varolanın kendisini bilen Varlık'ın varolan olarak kendini bilmesi yönünde bir anlama gelir. Bu yüzden Hacı Bayram, "Bayram özünü bildi, bilen ol kendi oldu" der. Özetle kendini bilen Varlık'tır, özne/varolan değil -spiritüalist yanılgının özeti de budur.

O hâlde Varlık'ın aşkınlığından kasıt, onun ayrı bir var olan anlamında bir öteki olması değil Varlık'ın tüm mümkünleri -ki bunların gerçekleşeni de gerçkleşmeyeni de mevcut vasfı kazanır, içeren sonsuz İmkân olmasıdır. Bu sebeple Guénon, modern insanın (ilahiyatın) tanrı anlayışını tuhaf bulduğunu, varolanı sonsuz olanın dışında tanımlayan bir mantık hatası içerdiğini yazar: Sonsuz olanın dışında ne olabilir ki? Sonsuzluk (metafizik nokta), Varlık'ın İmkân yönü olup var olan ve var olmayan her şeyi içererek -varolan için aşkınlık anlamına gelmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder