6 Ocak 2016 Çarşamba

Âşıklık İstidadı Olarak Felsefe: Eros ve Bilgi

"Vincit omnia veritas" (Hakikat her şeyi fetheder).

"Düşüncenin gözü ne zaman görmeye başlar?
Gözler keskinliğini kaybedince."
Sokrates

I.

Bir ifade ile o ifadenin işaret ettiği şeyin aynı (özdeş) olmadığı akılda tutulmalı. İfade, şey'in sadece belirli bir görünüşünü yansıtmak bakımından birkaç düzeyde sapma içerecektir: Öncelikle henüz şey'den dahi söz etmeden, ifade'nin onu kuranla sınırlandığı dikkate alınmalıdır; ifade edicinin belirli bir çevrende var olması bakımından algı ve değerlendirmesinin de bu çevrene mahkûmiyeti doğaldır. Bunun sonucunda, ifade edilen'in sınırlanmış olması, yani şey'in kendinde olduğu gibi ifade edilemeyeceği gerçeği doğar. İkinci olarak ifade edici'yle şey arasındaki kavrama (görme-görülme) ilişkisi, tek taraflı bir ilişki olarak sadece gören yönünden dikkate alınacağı için şey'in belirli bir konumdan, bir açıdan ve bir anlam ağı içerisinden görünüşünün ne olduğu dile getirilebilir.

Bu sapmalar iletişimi de bilgi gibi imkânsız kılar. Ancak toplumsal uylaşım adına dil üzerinden müşterek bir dünya yaratılarak bu aşılır ki bu dünyaya "toplumsal gerçeklik" denilmektedir. Bu durumda toplumsal gerçekliğin dilsel, yani lojik bir (öznel) gerçeklik olarak eşyanın (nesnel) gerçekliğinden farklı olduğu açıktır. Searle'ün bu konudaki örneği para ile bir dağın zirvesindeki kardır; altın rezervlerine yüklenen anlam karşılığında piyasada geçerli kağıt parçaları oluşturulur ve adına para denilerek hiçbir etkinliği olmamasına rağmen (sadece insan zihni için) toplumsal olarak güç içeren bir nesne üretilmiş olur. İnsanların ve banknotla mübadelenin olmadığı bir yerde paranın hükmü ve gücü yoktur. Şu hâlde toplumsal gerçeklik üretilen bir şeydir. Oysa dağın zirvesindeki kar, insan bilinci için ne anlam taşırsa taşısın olduğu gibi vardır. Searle'ün deyişiyle "Onu para yapan inançtır" ancak karı kar yapan inanç değildir. (Toplumsal Gerçekliğin İnşâsı, Litera Yay., 2005)

Bu sonucun, ifade (gösteren) ve şey (gösterilen) arasındaki ilişkinin uyumsuzluğu bağlamında değerlendirmesi -başta dil olmak üzere gösterge sistemlerinin genel yapısı hakkında şöyle bir fikre ulaştırır: Dil, bir iletişim aracı olmanın ötesinde kurucu bir işleve sahiptir ve ifade ile dile gelen de bu sebeple şey'in kendisi değil onun bir imgesi olduğu için esasen şey'in yeniden kurulmuş (zihinsel bir organizasyon içinde anlamlandırılmış) hâlidir. O hâlde zihnin dile mahkûmiyeti dolayısıyla şu hüküm geçerlidir: İstisnası yoktur ki her söz, ifade, söylem, anlatı ve izah bir kurgudur. (Kurgu kelimesi basit bir uydurma işi gibi değerlendirilemez elbette, ama kurulum fikri açıktır; o bir yapımdır.) Kurguyu gerçekliğin zıttı olan bir kavram gibi görmek yanlış olacaktır, zira yukarıda para örneği üzerinden bakılırsa gündelik hayatın neredeyse tamamı dil vasıtasıyla kurulmuştur; tam olarak gerçeklik diye algılanan şeylerdir bunlar.

Kurgu ve gerçeklik arasındaki farklılaşma ontolojik bir düzey farkına işaret eder sadece: En genel anlamıyla kurgudan kasıt öznel bir ontolojik gerçekliktir ki Berger ve Luckmann, Marx'ın başvurduğu şeyleşme olgusu üzerinden sözü edilen öznelliği toplumsal gerçekliğe uyarlarlar. -Şeyleşme, insan zihni tarafından üretilmiş soyutlukların sanki sahiden tarih boyunca varmış gibi algılanıp somutlaştırılmasıdır: Örneğin coğrafya algısı şeyleşmiş bir soyutluktan ibarettir; bugün bir coğrafya üzerinde yaşadığımız zannı insanlarca kesin bir gerçeklik hâlinde kabul edilmiştir. Yazarlar, toplumsal gerçekliği açarken kurumların salt insanî olan faaliyet ve anlamlardan bağımsızlaştırılarak şeyleştiklerinden ve ontolojik statü kazandıklarından söz ederler: İnsanî bir takım gereksinmelerin ürettiği sosyal kurumlar ve onların içinde anlamlanan rol ve statüler, doğa ile bütünleşik bir ontolojik düzeydeymiş gibi kabul edilerek şeyleşmişlerdir ve bunun sonucunda değiştirilemez bir zorunluluklar kümesi var ederler. Berger ve Luckmann'ın bu izahatları, kurumların meşrulaştırılma süreci itibariyle toplumların yaslandıkları simgesel evrenlerini ve bu evrenlerin kapsadığı anlamda bir gelenek gövdesinin gerçeklikle ilişkisini açmak içindir: Her toplum, belirli bir gelenek gövdesinden oluşmuş simgesel evrene "göre" şemalaştırılmış dil üzerinden gerçekliğini üretir. Bu kapsamda Comte'un toplumsal aşamalarını -onun sosyal fiziksel bakış açısıyla sınırlanmadan yinelerler: Mitolojik, teolojik ve bilimsel toplumsallıklar; ilksel, geleneksel ve modern toplumsallıkların karşılığını teşkil ederler. Burada yazarların Comte'un ilerleme fikrine itibar etmedikleri fakat toplumsal gerçekliği kuran bilgi nesnelerinin bu üç "farklı biçem"ini önemsedikleri akılda tutulmalı. (Gerçekliğin Sosyal İnşâsı, Paradigma Yay.,2008) Bunun anlamı, gerçekliği kurucu nesnelerin farklı açıklama tarzlarıyla izahına başvurulmasıdır ki bugün "eskilerin efsaneleri" diye yaftalanan meseller, özü itibariyle ilksel insan için salt gerçekliktir: Tıpkı bugünün insanı için kağıt parçasının gerçek bir güç olması gibi ilksel insan için de büyü gerçek bir güçtür.

Eliade'ın da ısrarla vurguladığı gibi mit ancak tam olarak olmuş bitmiş, gerçekten ortaya çıkmış bir şeye ilişkindir: "Mit, kutsal bir öykü olarak kabul edilir, öyleyse, 'gerçek bir öykü'dür, çünkü her zaman gerçekliklere başvurur. Kozmogoni miti 'gerçek'tir, çünkü Dünya'nın varlığı da bunu kanıtlamaktadır; ölümün kökeni miti de 'gerçek'tir, çünkü insanın ölümlülüğü bunu kanıtlamaktadır ve bu böyle sürüp gider." (Mitlerin Özellikleri, Om Yay., 2001) Mitlerin temel işlevi şudur: İnsana var olduğu bu evrenle ilişkisinin ne olduğunu izah etmek. Açıktır ki bugün modern insan için aynı işlev akıl yoluyla üretilen nesnel bilim aracılığıyla kurulmaktadır. Ancak modern insan, simyanın eskilerin kimyası olduğunu zannettiği gibi mitolojinin de eskilerin edebiyatı olduğu zannındadır ve sözü edilen tanrıları hayâl ürünü sayma eğilimindedir: Bu sebeple Eros'u da sağa sola ok atan bir aşk böceği zanneder ki bu sadece modern insanın aşkı da sağda solda arama yanılgısının bir dışavurumudur.

II.
"İzhâr eden aşkımı dilâ hep sen imişsin
Başa getüren bunca belâ hep sen imişsin"
Mevlevî Nazif Dede

İşte -ki kendini âlemin merkezi ve yüce amacı olarak tasavvur etme yanılgısının perdelediği gözlerin şaşılığı anlayış'ta neşet eder: Babil'de Güneş'in ne olduğu, dünyaya mesafesi yaklaşık olarak hesaplanabilmişken, onun dünyanın etrafında döndüğü fikri, modern zihniyet tarafından reddedilerken yapılan hata, insan'dan başlayarak yapılan kozmolojik tasvirleri idrak edemeyip insan-merkezli bir ilahiyata temayülde yapılan hata ile aynıdır. İnsan bir hiçtir, adının anılmadığı bir Dehr yok mudur ki o, tüm varoluş ondan açılır diye uydurur, orada kast edilen başka bir şeydir: Simgesel evrenden kopmuş bir bilinç o evrene ait bir anlamın gösterenini olduğu gibi alıp kendi simgesel evreni içinde yorumlayarak gerçekten anlamsız ve beyhude bir iş yapmaktadır.

Nihayet, Güneş her yerden doğsa da kendilerini Güneş'in doğduğu tek yerde zanneden bugünün bir kavmi, taşıdığı sıfat üzere, Güneş'in battığını zannettikleri tarafa doğru bakıp küfretme temayülünde sürekli. Bu durum, kendini hakikatin merkezi, aslı, orijinali, mükemmeliyetle biricik ifadesi zannetmekle ilgili olarak "civilization kurgusu"yla terennüm eden etnomerkezciliğin bir yansıması olmak bakımından "medeniyet kurgusu"ndan sûdur eden bir kuruntu muhakkak. Neyse ki Fârâbî, İbn Sina, İbn Rüşd, el Kındî... içlerinde hapsoldukları hınç duygusuyla "kendi değerlerimize bakalım" diye bir çukurun içine girmemişler ve Güneş'in konumuna bakıp durmak yerine Yunanî söylemlerin Güneş'inden istifade ederek onları tahlil ve şerh etmişler. -Bugün buna İslâm felsefesi deniliyor. Ki felsefe, bizdeki maî surette bulunan hakikati zerk etmemiz sayesinde gebe kalıp hakikatin katılaşmış öz evladını doğuran bir kadın değil, o kadını (Sophia'yı, yani hikmeti) sevme biçimidir ve işte Platon'un erotik taşkınlığa verdiği adın da ta kendisidir: Hikmeti aramak aşk iledir. Hakikat bir semboldür; atla, okla, yayla kapılarına dayanılıp işgâl edilebilecek, akılla kavranılabilecek bir şey değildir, çizilen sınırlara tamah etmez; Kierkegaard'ın dediği gibi bir tuzaktır o, mantık ele geçirdim zanneder sadece; üzerine çökmüşse ıstırap veriyordur insana, mecnun gibi dolandırır durur; yok kişiyi muhatap kabul etmiyorsa onu "buldum" diye huzur içinde uyutur: Mülk edinilemez, parsellenemez ve ki insanın zihinsel hudutları ile kayıtlanamaz; kısıtsız, kıstassız, kıyassızdır.

Sokrates'in ortodokslarca katlinden sonra Hind ilinden zencî diyarına, Sicilya'dan Anadolu'ya pek çok ülkeler gezdiği rivayet edilen Platon, Şölen'de Eros hakkında bir tartışmaya yer verir. Aristophanes ve Agathon gibi şairlerin de yer aldığı mecliste farklı fikirler ileri sürülse de hangi fikirler kendisinin hangileri hocasının olduğu bilinmeyen Platon, Sokrates'in Eros hakkında sözlerini ayrıntılı aktarır. (Şölen, Bordo-Siyah Yay.,2003) Kimdir Eros?

Mitolojide Eros aşk ya da sevgi tanrısıdır; toprakla birlikte yaratılmış olup canlıların akıl ve iradelerini ellerinden alan bir güce sahiptir. Babası Gök (Varlık) ve Annesi Yer'dir (Yokluk). Kaos'un Kozmos'a dönmesinden sonra Ares ve Aphrodite'den olma bir Eros daha doğar: Kanatlı ve ok atıcıdır; okunun değdiği kişiler aşk ateşiyle yanıp tutuşur. Bazan hazzın ve sevginin sembolü olan güllerden yapılmış bir taç taşır tasvirlerde. Bazan da kör gösterilmiştir, aşkın gözü kör olduğu için ve oku atarken bir hesap yapmadığının gösterilmesi için olsa gerek. Psykhe (Ruh) ve Eros birbirlerine âşık ve bağlıdırlar. (Tanrıların Öyküsü, Derman Bayladı, Say. Yay.,2007)

Diğer yorumlarla meşgul olmadan Sokrates'in şehir dışında tanıdığı Diotima adlı bir kadından öğrendiklerine bakmalı. Eros meselesinde esas, sevgi üzerinden Sokrates'in bilgi anlayışının aktarıldığıdır. Diotima ile diyaloglarında bilgi için şu sonuca ulaşırlar: İnsan hesabını vermeden de doğru düşünebilir ama buna bilgi denilemez çünkü mantığa dayanmayan şey bilgi olmaz fakat bilgisizlik de denilemez çünkü bilgi rastgele de olsa bilgidir. "Demek ki bilmekle bilmemek arasında doğru düşünmek diye bir şey vardır." Doğru düşünmek yani "doğru anlayış"! Eros da öyledir; onun için iyidir, güzeldir denilemeyeceği gibi kötüdür, çirkindir de denilemez ama ikisi arasında bir şeydir. Aynı şekilde Eros ölümlü ile ölümsüz arasındadır da: "O büyük bir cin Sokrates", tanrı ile insan arasındaki boşluğu doldurup bütünleyen cinlerden birisi. -Burada cin'in yukarıda izah edildiği üzere mitolojik bir öğe olduğu hatırlanmalı elbette. Diotima'ya göre Eros, Bolluk ile Yoksulluk'un oğullarıdır. Bu yönden sevgi annesine çekmiştir: "Her zaman yoksuldur; çoklarının sandığı gibi hiç de öyle ince ve zarif değildir; tersine kabadır, pistir, evsiz barksız, yalınayaktır, açıkta, dağda bayırda, kapı önlerinde, yol köşelerinde yatar... Bir şeyin eline geçmesiyle elinden kaçması bir olur. Eros, hiçbir zaman ne yokluk ne varlık içindedir."

Eros'un arada oluşu denildiği gibi iki kutbu bağlayıcı vasfıdır. Bilgiyle özdeşliği de buradan geçer zaten; insan kendinde olan bir şeyi değil olmayanı ister, bilgeler bu yüzden bilgi istemezler ama cahil kişi de bilgiden yoksun olduğu için kendini önemser ve o da bilgiyi istemez; bilgiyi ne cahil ne de bilge olmayan kişi ister, bilgi ikisi arasındadır. İnsan iyiyi arar; bilgiyi kendinde bulan onu aramaz.

Aynı şekilde iyiyi aramanın diğer adı sevgidir. Sevilene meyledilmesinin sebebi güzelliktir. Ama herkes aynı şeye meyletmez; o hâlde sevenin bakışı sevileni güzel yapar. Bakış anlayıştır: Bilgi üzerinden kişi şey'e ulaşabildiği gibi sevgi üzerinden de ulaşabilir. Ama herkes kendi anlayışından yola çıkarak sever; kimisi eşya sever, kimisi gücü sever, kimisi bedeni sever, kimisi bilgiyi sever, kimisi ruhu sever... Bunların hepsi sevgidir fakat aşk diye sadece tek bir sevgi kayıtlanmıştır. Diğer sevgi türlerine farklı adlar verilmişse de hepsi özünde aynıdır. Kadın ve erkek arasındaki aşk da yüce bir sevginin temsili olarak var olur: O, iyi ve ölümsüzlüğü isteyen ruhun ölümlü bedenler üzerinden kendini ifade etme biçimidir. Aşk, Eros'un ve işte kalbin dilidir. Çokca aşk bütünleşmekle eş tutulur, oysa bütünleşme sadece aşkın kendisi gibi bir araçtır; esas olan sonsuzluğa eğilimdir. Bu yüzden sevgi esasen bir doğurma işidir; üremeyle birlikte ölümlülük ölümsüzlüğe çevrilmiş olur: Kişi ölür ama tür ve o türde saklı kuvve olarak ruh yaşar. Buradan çıkan sonuç da Eros'un özünde ölümsüzlüğün ve yani sonsuzluğun sevgisi olmasıdır: Her şey durmaksızın değişirken bilgi de değişir ve insan sürekli eski bilginin yerine yenisini koyarak yaşar, böylece bilgi sanki hiç değişmemiş zanneder. "Ölümlü varlıklar, bedeniyle, her şeyiyle ölümsüzlüğe bu yoldan ulaşırlar. Bunun başka yolu da yoktur..." Onun gibi sevgiyle değişen şeylerin üzerinden aşılıp değişmeyen şeye, sonsuzluğa uzanılır.

Bilgi konusunda olduğu gibi sevgi konusunda da ikiye ayırır Diotima insanları: Bedenleriyle bereket taşıyıp çocuk üzerinden ölümsüzlüğe gidenler ve düşünce, idrak, sanat gibi ruhun ürünleriyle ölümsüzlüğe yönelenler. Süreç şöyledir: Önce tek tek bütün bedenlerde güzellik aranır. Bunların aslında aynı güzellik olduğunu idrak edebilenler tek bir bedene düşkünlüğü hiçe sayarak güzelliği ruhta aramaya başlarlar. Ama çoğunluk orada sevginin nesnesinde takılır kalır: Bedendir, paradır, güçtür vs. Bunların değişen ve geçici şeyler olduklarını fark edip özlerini araştıran kişi, birinin ya da bir şeyin kulu kölesi olup boş laflarla onu övmeyi terk edecektir. "Önüne serilen engin güzellik denizinin güzelliği ve görkemi karşısında sözler ve sonsuz bilgi özleminin yarattığı engin düşüncelerle dolacak, işte o zaman gücü kuvveti arttıkça artacak, tek bir bilgiye, güzelin bilgisine erecektir."

Bu durum Neşet Ertaş'ın türküsündeki tasvir gibidir:

"Coşkun sel gibiydim yoruldum gayri

Çok bulanık aktım duruldum gayri

Nice güzel gördüm hep ayrı ayrı

Hakikatte gönül bir imiş meğer."

Diotima'ya göre buraya kadar gelip -bulanık akmaya sebep olan geçici güzellikleri hor görerek duru güzelliğin kendisine tutkun olan kişi doğru bir anlayışla devam ederse birdenbire güzelliğin özü ile karşılaşır. Burada eklenebilir ki bilgi ile paralellik şöyledir: Güzelliğin özü, Öz'ün güzelliğidir. O artık hiçbir şeyde bulunamaz, ne göktedir ne yerde; kendi başına, sadece kendi ile bir bütün olarak vardır. "Doğru yol budur. Bu dünyanın güzelliklerinden başlayacaksın, hiç durmadan basamak basamak yüce güzelliğe yüceleceksin; bir güzel bedenden ikisine, ikisinden bütün güzel bedenlere, sonra güzel bedenlerden güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de bir tek bilgiye varacaksın; bu bilgi de, o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, gerçek güzelliğin özünü tanımaktan başka bir şey değildir."

Sokrates bu öğrendiklerinden sonra sevgiyi baştacı etmeyi önerir insana. Bu yaşanmaya değer tek hayat biçimidir ki sevgiye ulaşan altına ve diğer şeylere yüz vermez olacaktır. Felsefe akla hapsedildiğinden beri onun Eros'la ilişkisi ve bilmekle olmak arasındaki bütünlük fikri yitirilmiştir. Platon, bilgiyi Eros'un teşviki ve dürtüsü olarak felsefede bulur; hikmet sevgisi olarak felsefenin adında dahi bulunan bu gerçek gözden kaybedilmiştir artık. Ki kaybedilmesinin en büyük nedeni, -en başta gelenek-gövdesinden kopmakla izah edildiği gibi sevgiyi tanımlarken onun bir nesne ile sınırlı kavranmasına yol açacak biçimde "güzel ve iyinin edinilmesi" hâline getirilmişliğidir: Faydacılık, yani rasyonel eğilim. Modern düşünce nesnelerin bilgisi fikrine sapmakla nesnelerin sevgisine de sapmıştır. Bu sebeple "Düşmanını sev" denilirken modern bir tolerans anlayışı vaazedildiğinin sanılması gibi "hikmeti sevmek" denilince de sıkıca paketlenip atalardan miras kalmış bir laf ebeliğini tekrar edip durmak anlaşılmıştır. Bilgi o paketten çıkarılır ve edinilir. Gevezeliktir o. Oysa ki bilgi gibi sevginin birinci koşulu da vazgeçmektir: Âşıklık istidadı yokluğa meyledende, yani aslına dönebilendedir -ki İmkân'ın aşkınlığı yokluğu gerektirir: Bu vesileyle gönüle dolan ışığın kör etmesi gibi göz görüşü kaybeder, zayıflar ve herşeyi, tüm farkları-kategorileri cem eder, "hepsi Bir'dir" der. Bilgelik de bu değil midir? Seven sevdiği için yok olur ki sadece bir gölge olduğunu kabul edip Varlık sahibi olduğu fikrinden kaçar: Kalpte olanı seven de kalbin dili olur sukûnetle. (Metafizik Bilginin Tahakkuku: Aşk ve Ölüm)

Ya yazgıyı seven ne yapar?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder